Tek cümleyle ifade etmek gerekirse, Alain Badiou siyasal düşüncesini “kopuş” fikri üzerine kuran bir filozoftur. Ona göre, başka bir dünyayı siyasal olarak kurmanın ön koşulu mevcut dünyanın dokusuna nüfuz etmiş olan kapitalist mantığın kesintiye uğratılmasıdır. Düzenin kumaşının sökülmesi ve yeni bir hakikatle yeniden dokunması onun temel siyasal motivasyonudur. Onun felsefesi, bu radikal kesintiyi “olay” kavramı üzerinden kurar. Olay, verili durumun yasalarından çıkarsanamayan, öngörülemez bir kopuştur. Bu kopuş, yeni bir olanaklılığı ortaya koyar.
Mustafa Demirtaş, bu yeni olanaklılığı ve ona giden yolu, Badiou’yu takip ederek radikal bir yenilik umudu olarak görüyor. 2023’te yayınladığı “Radikal Bir Yenilik Umudu Badiou ve Siyaset”[1] kitabında bizi Badiou felsefesinin giriftliklerini çözümleyebilecek manivela olarak “olay” kavramı üzerine bir tartışmaya sokuyor. Olay kavramına yönelik eleştirilerden, Badiou’nun bu eleştirilere cevabına; ona göre olay kavramına yönelik Badiou’nun müphem bıraktığı noktalardan, filozofun olay kavramı ile birlikte inşa ettiği özne, örgüt, sadakat gibi kavramsal donanıma uzanan sarih bir çözümlemeye şahit oluyoruz.
Demirtaş’ın metni kavramsal bir kılavuz olarak esaslı bir işleve sahip. Ancak metnin bu özelliği, Badiou’nun düşünsel sistematiğine sadık, açıklayıcı bir okuma sunması, bu okumanın bugünkü tarihsel, toplumsal ve siyasal sorunlara dair ne söyleyebileceğine dair bir analize sıçramıyor. Önsözde, Demirtaş, her ne kadar “Badiou'nun olay kavramını konu edinerek kapitalist sistemi dönüştürmeyi hedefleyen yeni bir siyasetin koşullarının neler olabileceğini, olaya dayalı bir siyasetin nasıl gerçekleşebileceğini tartışmaya açtım” dese de okuduğumuz metin Badiou’nun bu tartışmayı nasıl yürüttüğü ile sınırlı. Kısaca eksik olan Demirtaş’ın (Badiou’ya sadakati su götürmeyeceğini tahmin ettiğimiz) bugüne dair kendi analizi. Bu noktaya gelmeden önce Demirtaş’ın Badiou’yu nasıl ele aldığına değinelim.
Olayın Hakikati
Demirtaş, Badiou’nun siyaset düşüncesini “olay” kavramı etrafında çerçeveler. Olay, verili düzenin sürekliliğini bozan, beklenmedik bir kopuştur. Ancak onu olay yapan, onu adlandıran ve sonuçlarına sadakat gösteren öznenin eylemidir. Bu özne, olayla birlikte doğar; önceden tanımlı bir birey değil, müdahale sürecinde kendini yaratan bir figürdür.
Hakikat, olayın ardından başlayan ve sadık öznelerce sürdürülen sonsuz bir süreçtir. Mevcut bilgiye dayanmaz; ona müdahale eder. Bu hakikatin evrensel anlamını temsil edecek bir İdea’ya ihtiyaç vardır. Komünizm İdea’sı, bu bağlamda eşitlikçi siyasetin adı olur. Bu İdea’nın hayata geçmesi için ise olayın izini taşıyan, sadakatin maddi zeminini oluşturan bir örgüt gerekir. Örgüt, olay ile İdea arasında bir taşıyıcı formdur.
Her halk hareketi olaya dönüşmez; tarihsel ayaklanmalar, ancak bir İdea ile birleşirse politikleşebilir. Yoğunlaşma (kolektif coşku), kaynaşma (kitlesel temsil) ve yerelleşme (mekânsal tahakküm kırılması), olayın ön belirtileridir. Bu belirtiler ancak bir kopuşa dönüşürse olay anlamına gelir.
Son olarak, olayın gerçekleşebilmesi, karar verilemezlik anında verilen bir kararla mümkündür. Özne bu kararla olayın hakikatini üstlenir, “yeni bir olanaklılık mümkündür” der ve sadakat sürecini başlatır. Olayın izi, bu sadakat zincirinde sürdürülür; geçmişle bağ kurularak geleceğe taşınır. Böylece komünizm İdea’sı, yalnızca bir tahayyül değil, tarihin her kopuş anında yeniden doğan bir politik yönelim haline gelir.
Badiou ve Gezi
Eğer Badiou, 13 Ekim 2013’te İstanbul’a gelmeseydi ve burada “Gezi bir olaydır”[2] demeseydi, Badiou’nun kavramsal politik çerçevesini büyük bir netlikle ortaya koyan Demirtaş’ın kitabına yönelik asli eleştirimiz temelsiz kalırdı. Ama tam da “radikal bir yenilik umudu” için, bu umudu kavramsallaştıran düşünür olan Badiou bu topraklardan bir örneğe, hem de kitabın merkezi konusu olay bağlamında işaret ediyorsa, Gezi’yi atlamak sadece teorik bir eksiklik değil, siyasal bir tercih olarak da değerlendirilmelidir.
Şunu kastediyorum: Olay bağlamında Gezi’yi tartışmaya açmak, Bensaid’in ya da Negri’nin kitapta hakkıyla ele alınan teorik düzlemdeki eleştirilerinden daha somut daha güncel bir gündemle yakından ilgilenmek ve bizzat “olay” kavramını bir somut üzerinden ele alacak bir güzergâha girmek demektir. Bu güzergâh Gezi’nin bıraktığı miras ve olanakların yüzleşmek zorunda olduğu o yakıcı gündemi ele almayı zorunlu kılacaktı: “bugünün mücadelesini yaratacak bir örgütü neden inşa edemiyoruz?”
Badiou Örgüt İçin Ne Diyor?
Haksızlık etmeyelim. “İdea ve Örgütlenme” Demirtaş’ın çalışmasının bölüm başlıklarından biri. Demirtaş şöyle bir çerçeve kurar: Badiou’ya göre örgüt, yalnızca mücadelelerin yürütüldüğü bir aygıt değil; olayın zamanını taşıyan bir mekân, bir süreklilik yaratma girişimidir. Olay, kendiliğinden gelip geçen bir parıltı değil, sadık öznelerin kolektif etkinliğiyle kurulan bir hakikat süreci olarak var olur ve bu sürecin sürekliliğini sağlayan temel yapı örgüttür. Örgüt, Badioucu düşüncede bir zaman icadıdır çünkü kapitalist zamanın döngüsel ve tekrara dayalı ritmini kesintiye uğratarak başka bir olanaklılığın zamanını yaratır. Bu nedenle örgüt, olayın doğurduğu olanaklılıkları unutmamak, onları maddi bir zeminde yaşatmak, hafızayı taşımak, sadakati beslemek ve eylemi süreklileştirmek için vardır. Burada söz konusu olan klasik parti biçimlerinin ötesine geçen, devletin temsil düzenine mesafeli, partisiz ve programsız bir örgütlenmedir. Parti tipi örgütler çoğu zaman devlet iktidarına yönelir ve giderek onun formuna benzemeye başlarken, Badioucu örgütlenme bu formu reddeder: Devletle mesafeyi koruyan, ancak onu etkileyebilecek kadar da somut bir siyasal varlık olarak şekillenen bir örgüt anlayışıdır bu.
Badiou’ya Sadakat mi, Olaya Sadakat mi?
Tam da bu çerçevede, Demirtaş’ın Badiou’nun örgüt anlayışını isabetle özetlediği ve kuramsal gücünü vurguladığı noktada, bir siyasal sınamaya yönelmemesi, metnin en kritik açmazı olarak karşımıza çıkıyor. Badiou’nun “Gezi olayı” tespitine rağmen, Demirtaş, bu olayı örgüt kavramı etrafında sorgulamıyor. Oysa bu türden bir tartışma, bize yalnızca Gezi'nin bugüne bıraktıklarını değil, aynı zamanda Badiou’nun örgüt anlayışının günümüz direniş biçimleriyle ne ölçüde örtüştüğünü ya da örtüşmediğini de gösterebilirdi.
Badiou’nun tarif ettiği anlamda bir örgüt, yani olayın zamanını taşıyan, hafızasını koruyan, sadakati yeniden üreten kolektif bir form neden Gezi sonrasında kurulamadı? Olayın zamanını taşıyacak bir örgüt, somut olarak nasıl kurulur? Hakikatin sürekliliğini sağlayacak kolektif yapılar, kendiliğinden mi oluşur, yoksa bilinçli müdahale ve disiplinle mi inşa edilir? Sadakatin yalnızca etik bir bağlılıkla sürdürülebileceği varsayımı, örgütlenmenin maddi koşullarını göz ardı etmez mi? Gezi gibi büyük bir kopuş anından sonra, neden bu sadakati örgütleyebilecek bir yapı doğmadı? Olayın yarattığı eylemsel enerjiyi, bir siyasal stratejiye dönüştürebilecek kapasitede, süreklilik taşıyan ve kendi iç yasalarıyla işleyen bir örgüt olmadan, hakikat süreci nasıl ayakta kalabilir? Badiou’nun önerdiği türden programsız, temsilsiz ve devletsiz örgüt fikri, tarihsel olarak neyi örgütleyebilir? Kendisini herhangi bir stratejik merkezden ya da siyasal hedeften bağışık tutan bir örgüt anlayışı, olayın kopuşunu taşıyacak ağırlığa sahip olabilir mi?
Bu sorularla yüzleşmeden, yani olayın ardından açığa çıkan örgütsel boşluğu tarihsel bir sorun olarak kavramadan, olayın izini sürmek mümkün değildir. Sadakat, düşünsel bağlılığın ötesinde örgütsel bir iradeye dönüşmedikçe politikleşemez. Ve işte tam da bu nedenle, bütün kuramsal başarılarına rağmen elimizde kalan metin, Badiou’ya duyulan sadakatin, “olay”a duyulması gereken sadakatin önüne geçtiği bir çalışma olarak kalmaktadır.
Aslolan “olay”a sadakat değil miydi?
[1] Mustafa Demirtaş, Radikal Bir Yenilik Umudu Badiou ve Siyaset, Otonom Yayıncılık, İstanbul, 2023.
[2] Alain Badiou’yla Gezi, “Hadise” Ve “Yeni Komünizm” Üzerine, söyleşi: Sıla Tanilli, Yücel Göktürk, Express sayı 139, 2013/11. https://birartibir.org/bir-hadise-ki-can-ile-canan-arasinda/