2015’in Mayıs ayı, seçim kampanyalarının yanı sıra otomotiv işçilerinin ücret zammı talebiyle iş bırakma eylemleriyle anılacak. 14 Mayıs’ta Bursa’da Renault fabrikasında başlayan iş bırakma eylemi, TOFAŞ, Coşkunöz ve MAKO Elektrik’e de yayıldı. Bu yazı kaleme alınırken Eskişehir’deki Arçelik buzdolabı fabrikasında iş bırakma eylemi sürmekteydi. 19 Mayıs’ta Kocaeli’ndeki Ford Otosan fabrikasında üretim durdu. 20 Mayıs’ta Ankara’daki Türk Traktör fabrikasında üretim durdu. 25 Mayıs’ta Eskişehir’in İnönü ilçesindeki Ford kamyon fabrikasında da iş bırakma eylemi vardı. Bolu’daki Arçelik fabrikasından da Ford işçilerine destek mesajları gönderildi. İlk iş bırakma başladığında durum, Renault’nun “kurumsal” dilinde “üretim sürecinde önceden öngörülmeyen bir duruş” olarak tasvir ediliyordu. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan grevleri yorumlarken memleket sağının malum ezberlerine sğınmaktaydı: Seçim öncesinde gelen grevlerin zamanlaması manidardı. Babacan’a göre ideolojiden arındırılmış bir işgücü piyasasının oluşturulması Türkiye’nin önünün açılması için elzemdi.
25 Mayıs günü Bursa’da Renault işçilerini ziyaret ettik. Organize Sanayi’nin ana caddesinden fabrikanın girişine doğru yürüdüğünüzde büyük otoparkların içinden geçiyorsunuz. Kimi arabaların camlarında üzerinde “Diren Reno, Bu Sefer Kazanacağız” yazan A4 kağıtlar göze çarpıyor. Biz sohbet ederken bir yandan servisler akşam mesaisinin sonunda fabrikadan ayrılıyordu. Çoğu boştu servislerin, içlerinde tek tük beyaz yakalılar vardı. Bir yandan da çadırların olduğu alana iş bırakmış işçiler giriyordu, akşam yapılacak olan görüşmeleri yerinde izlemek için. 25 Mayıs Pazartesi akşamı yapılan görüşmelerden de sonuç çıkmadı. İşçiler 27 Mayıs Çarşamba sabahı işbaşı yaptılar.
Sohbet ettiğimiz arkadaşlar, olanı biteni belirgin bir sınıf perspektifi ile anlattılar. Kıdemlilerden biri yıllar içinde banttan araba çıkma süresinin 57 saniyeye kadar düştüğünü anlattı. Kendisi kalite kontrolde olduğu için rahatmış, ama başka yerlerde çalışan işçiler müthiş bir zaman baskısı altındalarmış: “7 dakika veriyorlar, hem sigaranı içeceksin, hem de tuvaletini yapacaksın, olur mu böyle şey” diyor. Çoğu işçide bel rahatsızlığı olduğunu vurguluyorlar. Şirketin içinde Bursa fabrikasının konumunu da değerlendiriyorlar: “Fransızların hissesi artınca buraya yatırım başladı. Tabii burada çok üretim yapıyor, emek ucuz diye...” İçlerinden biri 60 gün Fransa’daki fabrikada görev yapmış bir proje kapsamında. Orada sendikanın ve kanunların çok güçlü olduğunu söylüyor. Fransa’daki işçilere Bursa’daki 2012 eylemlerini anlatmış. Hatta oradaki Türk sendikacılarla da sohbetleri olmuş. Diğer fabrikalardaki koşullar genel olarak benziyor. Ama Bursa’daki bandın daha zorlayıcı bir yönü de var arkadaşlarımızın anlatımına göre. Diğer bütün fabrikalarda bant tek model araçla çalışken Bursa’daki bant ise karışık olarak akıyor. Clio’ların arasında Megane geliyor işçinin önüne. Dört Megane üst üste gelince işçilerin üzerindeki zaman baskısı daha da artıyor: “Dört Megane gelince banttaki adam düşüyor tabii, kimsenin yedi buçuk saat aynı performans ile çalışması gün içinde mümkün değildir.”
Kasım 2012 eylemlerini hatırlamak işçilerin Türk Metal’e yönelik öfkesinin yakın dönemindeki arkaplanını hatırlamak adına önemli. Metal işkolunda 2012-2014 Grup Toplu İş Sözleşmesi ile ilgili taslaklar hazırlanırken, Türk-İş’e bağlı Türk Metal’e üye işçiler, sendikalarının kendi taleplerini almadan toplu sözleşme görüşmeleri için teklif hazırladıkları gerekçesi ile eylemlere başladılar. 2012 eylemleri başladığında işçilerin kafasında Türk Metal’in 2009’da direnmeksizin Ereğli ve İskenderun Demirçelik fabrikalarında çalışan yaklaşık on bin işçinin ücretlerinde üçte bir oranında indirime gitmesine yönelik tepkiler de vardı. 2012 eylemleri İzmir’deki BMC kamyon fabrikasında başladı ve sonra Eskişehir Arçelik fabrikası ile Renault fabrikasına da yayıldı. Renault’da gündüz vardiyasından çıkan işçiler geceyarısına kadar fabrika önünde oturma eylemi yaptılar. Bosch, Coşkunöz, MAKO Elektrik işçileri de Renault’ya gelerek eyleme destek verdiler. Türk Metal eylemi “beş-on kişilik marjinal bir grubun işi” olarak niteledi. Dayanışma için orada olan Birleşik Metal-İş üyeleri bıçaklı, yumruklu kavgada yaralandılar. Eylemlerin sonunda Türk Metal ile Renault’nun işbirliğiyle 50’den fazla işçinin sözleşmeleri fesh edildi.
Tekrar sohbetimize dönecek olursak, işçiler taleplerinin 300 lira olduğunu söylüyorlar. Şirketin hacmi ve kârlılığı konusunda kafaları son derece net. Günde kaç araç çıkıyor, liste fiyatı nedir, şirket Türkiye kârlılık sıralamasında kaçıncı sırada, kur farkı şirkete nasıl ilave kâr sağladı hemen anlatıyorlar. Sohbet ettiğimiz kimi işçiler fabrikada mobbing olduğunu söylüyorlar. Mobbing vurgusu yapanların anlatımında mevzu sadece ücret artışı değil. Sınıf perspektifinin somutlaştığı başka bir alan ise dayanışma vurgusu. “Sadece kendimiz için değil, başka fabrikalardaki arkadaşları da düşündüğümüzden buradayız” diyorlar. İçlerinden biri 18 yılını doldurmuş. Önerileri kabul edilirse ona 300 lira değil daha az artış düşecek. “Ama arkadaşlarım için buradayım; ölmek var dönmek yok” diyor. Bir diğeri 11 yılın sonunda istifasını vermiş. Niyeti Bursa’dan memleketine taşınmak. Ama o da arkadaşları için orada olduğunu söylüyor. Bir diğeri orada olma nedenlerini kendilerinden sonra gelenleri de düşünmek olarak açıklıyor. Şimdi sağlayacakları artışın sonraki yıllarda da etkileri olacağını konuşuyorlar. Bosch fabrikasında önceki yıllardaki saat ücreti iyileştirilmesinin sonra nasıl başka seviyelerde ücrete giden yolu açtığını anlatıyorlar. Biri “Ben iki yıllık mezunuyum. Benim bir sürü arkadaşım işçi demez kendisine. Ben operatörüm der. Ama ben söylüyorum hep, işçiyim diyorum. Utanılacak birşey yok bunda” diyor.
Biz sohbet ederken fabrikanın içinde 350 işçi vardı. 15 Mayıs’taki vardiyadan sonra fabrikayı terk etmeyenlerden oluşuyor bu grup. Dışardakiler bize içerdekilerin ne kadar zor şartlarda olduklarını, bu kadar süredir dışarı çıkmamış olmanın adeta cezaevinde yaşamak gibi olduğunu anlatıyorlar. Dışarıdakiler gün içinde ve gece içeridekilere tezahüratlarıyla moral vermeye çalışıyorlar, onlar için ses çıkartıyorlar. Hastalanan ya da ailesinde bir sorun olan ya da başka nedenlerle çıkmak isteyenleri de dışarıdakiler alkışlarıyla karşılıyorlar, onları bir şekilde onore ediyorlar. İçerideki koşullar zorlu. İçerideki işçilerden birinin sosyal medya paylaşımından tuvalete gruplar hâlinde güvenlikçiler eşliğinde gittiklerini öğreniyoruz. İmre Azem’in kamerasına konuşan içerideki işçiler ilk üç gün boyunca şirketin kendilerine kumanya verdiğini, üç günden sonra kumanyanın kesildiğini, dördüncü gün çayın kesildiğini, beşinci gün işçilerin yattığı salonun kapatıldığını, su sebillerinin alındığını anlatıyorlar (link). Betonda yatarak geçen bir bekleme süresi söz konusu.
Renault işçilerinin benimsedikleri dilin klasik anlamda siyasi bir sendikal mücadele diline mesafeli olduğunu söylemek mümkün. Yaptıklarının grev, direniş gibi kelimelerle anlatılmasını istemiyorlar. Hatta biri “mücadele değil bu; hakkımızı arıyoruz sadece” diyor. Politik gruplara, politik sloganlara karşı gayet mesafeliler. İçlerinde farklı politik gruptan bir sürü insan olduğunu, dertlerinin sadece ücret artışı ve hiçbir işçinin işini kaybetmemesi olduğunu söylüyorlar. Hele Gezi benzetmeleri yapanlara, amaçlarının hükümeti devirmek olduğunu söyleyenlere çok kızgınlar. Show TV’de kendileri için “terörist” denmesine öfkelenmişler. Çadır bölgesine girişte personel kimlik kontrolü yapıyorlar. Gelen siyasetçileri de, mesela Mustafa Sarıgül’ü, içeri almamışlar. Politik sloganları dışarıda tutmakla polisin müdahalesini de önlediklerini vurguluyorlar. Çadır bölgesinde Türk bayrakları, futbol takımları sembolleri var. Bir de “Harran ovası, Oyak Reno’nun yuvası” pankartı asmışlar. Biri Kemal Sunal’ın oynadığı Kibar Feyzo filmiyle açıklıyor Harran Ovası’nın anlamını. Filmde işçilere ödemeleri yapılırken herkese 300 ödenir. Sıra Kemal Sunal’a gelince ona 100 verirler. O da “niye onlara fazla verdin” der. Filmde paraları dağıtan “çünkü onlar sendikalı” der. O zaman da Kemal Sunal “onlar sendikalıysa ben de Harranlıyım” diye yanıt verir. O sahneyi hatırlayarak çoğu Renault işçisi kendisini sendikasız Harranlı olarak görüyor. Güçlerini siyasi tarafsızlık pozisyonundan aldıklarını düşünüyorlar. Sık sık “burada her partiden insan var” cümlesini duyuyoruz sohbet boyunca. Sohbet Renault’nun Fransa’daki yöneticilerinden gelen iş bırakma eylemleri sürerse “Türkiye’deki uzun vadeli yatırım panlarımızı gözden geçiririz” açıklamalarına da geliyor. İşçiler “keşke Fransızlar gitseler” diyerek yaklaşıyorlar konuya; Fransızlar giderlerse fabrikanın OYAK’a kalacağını düşünüyorlar. AKP’nin tamamen yerli otomobil üretme fikri onlara oldukça hitap ediyor.
Türk-Metal nefreti elle tutulacak kadar somut. Hele Sanayi Cami’nde istifa eden işçilere yönelik Türk-Metal saldırısı iplerin hepten koptuğu nokta olmuş. Toplam işçi sayısının 5000’e yaklaştığı Renault’da istifalar sonrası sadece 50 civarında Türk Metal üyesi işçi kaldığını gururla anlatıyorlar. Ama sonrası için de net bir öngörüleri yok. Biri, “Türk Metal burayı kolay kolay bırakmaz” diyor. Görüşmeleri tamamı fabrika işçisi olan temsilciler yürütüyor. Üç gönüllü avukatın da onlara eşlik ettiği bilgisini veriyorlar. Biz oradan ayrılırken ortam sakin, işçiler kontrollü gözükmekte. Arkadaşlardan biri, bir hafta daha dayanabileceklerini söylüyor.
26 Mayıs Salı akşamı içerdeki tüm işçiler dışarı çıktılar. Salı gecesi müzakereler devam etti. İşverenin teklifi, öncesinde kabul edilmeyen tekliflere göre çok da farklı olmamasına karşın, işçiler tarafından kabul edildi. Varılan mutabakat kimsenin işten atılmayacağını ve şirketin savcılık şikayetini geri çekeceğini vurguluyor. Ücret artışı konusu netleştirilmiyor ve iyileştirmeye yönelik analizlerin devam edeceği söyleniyor. Başka bir ifadeyle ücret artışı konusu, seçim sonrasına ertelenmiş oluyor. İlerideki iyileştirmelere mahsuben tüm çalışanlara 1000 lira avans ödemesinin yapılacağı belirtiliyor ve her işçi için asgari 600 lira performans primi ödenmesi öngörülüyor. Ayrıca mutabakatta serbestçe sözcü seçmeleri hâlinde bu sözcülerin işçi-işveren arasındaki iletişimde muhatap kabul edilmeye devam edilecekleri belirtiliyor. İşçiler bu önerileri oyladılar. Kimi işçilerin ücret artışı netleşmeden işbaşı yapmaya itiraz ettiklerini öğreniyoruz. Sonuçta teklifi kabul etmekten yana olanlar çoğunluğu sağladılar ve 27 Mayıs Çarşamba sabahı işbaşı yapılıdı. Gelen haberlerden, azınlıkta kalan grubun itirazlarını sürdürmektense, işçiler arasındaki birliğin bozulmamasını daha fazla önemsediklerini anlaşılıyor.
Renault işçilerinin elde ettikleri belki de en önemli sonuç Türk Metal’in devre dışı kalmış olması. Nasıl Soma’da 301 madencinin öldüğü iş kazasından sonra eleştiri okları Türk-İş’e bağlı Maden-İş’e yöneldiyse, metal işkolunda da benzer bir eleştirel tavır Türk Metal’e yönelmiş durumda. Bir yanda, Türk Metal’in önceki dönemlerde de kendi kurduğu düzene yönelik meydan okumaları atlatmayı becerdiği gerçeği var. 1998 Renault eylemlerinde de Türk Metal’dan istifalar olmuştu, ya da 2012 Renault eylemleri de Türk Metal’i hedef almıştı ve Türk Metal bunları ve benzer zorlukları atlattı. Bosch’ta da Birleşik Metal-İş ile girdiği yetki mücadelesini, üç yıla uzanan mahkeme süreci sonunda kazandı. Ama öte yandan, bu sefer Türk Metal karşıtı dalganın daha güçlü olduğu gerçeği de var karşımızda. İstifalar sadece Renault ile sınırlı değil. 21 Mayıs’ta Ford Otosan’da, 25 Mayıs’ta ise Polatlı ORS Rulman’da Türk Metal’den toplu istifa oldu (detaylar için bkz. link).
Dolayısıyla Mayıs 2015 dalgasının Türk Metal’in ciddi güç kaybetmesi ile sonuçlanması halen olasılık dahilinde. Bununla birlikte, sonrasına ilişkin belirsizlik de resmin önemli bir unsuru. Sohbetimizde kimse Birleşik Metal-İş’ten bahsetmiyor. “Harranlı” olmak, Renault işçileri için süreçleri kendi temsilcileri ile yürütmek, siyasi her türlü referanstan uzak durmak ve kendi mücadelelerini grev gibi, direniş gibi sözcük üzerinden örmemek anlamına geliyor. “Harranlı” olmak sınıf perspektifini hak talepleri üzerinden kurmak anlamına gelmekte.[1] Mayıs 2015 dalgası bu kendiliğindenci tutumun farklı kentler, farklı şehirler arasında etkileşim konusunda zayıf olmadığını gösterdi. Fakat sendikal yapı dışında enformel etkileşimin MESS’in taktikleri ile mücadelede yeterli olup olmayacağı önümüzdeki süreçte belli olacak. Şu anda işçiler arasında daha az bürokratik, daha şeffaf bir sendika modeline ilişkin tartışmalar da başlamış durumda. Seçimden sonra işçilere sunulacak olan artış oranı bu arayışın kendisini şekillendireceği düzlem olacak.
[1] Benzer bir eğilim TEKEL direnişi sürecinde de gözlenmişti; bkz. Metin Özuğurlu, “The TEKEL resistance movement: Reminiscences on class struggle”, Class and Capital, 35(2), 2011, s.a 179-189.