“…”

Türk Dil Kurumu, dilbilgisi konusunda yayınladığı bilgilendirme notunda, üç nokta işaretinin 5 ayrı durumda kullanıldığını belirtmiş:[1]

1) Tamamlanmamış cümlelerin sonunda

2) Kaba olan ya da bir başka sebepten dolayı açık yazılmak istenmeyen kelime ve bölümlerin yerine

3) Alıntılara dahil edilmeyen kelime veya bölümlerin yerine

4) Sözün geri kalanının okuyucunun hayal dünyasına bırakıldığını göstermek ve ifadeye güç katmak için tamamlanmamış cümlenin sonuna

5) Ünlem ve seslenmelerde anlatımı pekiştirmek için hitabın sonuna

6) Karşılıklı konuşma diyaloglarında yetersiz kalan ve eksik bırakılan cevaplarda

Birgün gazetesinin 21 Ağustos 2025 tarihli haberinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) çatısı altında kurulan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda dinlenen Barış Anneleri’nin Kürtçe söyledikleri sözlerin tutanaklara “...” şeklinde üç nokta olarak ve “Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi” notuyla geçtiği bilgisine yer verildi.[2]

Haberi okuyunca Türk Dil Kurumu’nun bilgi notu çerçevesinde annelerin sözcüklerinin hangi maddeden dolayı üç kez noktalandığını düşündüm. Devlet katını dikkate alırsa gerekçenin nedeni pek muhtemelen ikinci madde. Oysa bana sorarsanız birinci madde daha uygundur bu sansür için…

Neyse (şimdilik) geçelim gerekçe konusunu ve haberi okumaya devam edelim: Haberin devamından, barış annesi Nezahat Teke’nin, “Ben bir Kürt anneyim. Eğer bugün burada Kürtçe konuşsaydım kendimi daha güzel ifade edebilirdim ama o imkân bana verilmediği için Türkçemin yettiği kadarıyla konuşmaya çalışacağım” diyerek sözlerine başladığı; DEM Parti ve CHP’li vekillerin gönüllü olarak çevirmenlik yapabileceğini ifade ettikleri; ancak TBMM Başkanı’nın TBMM’nin kurallarını hatırlatması üzerine annenin, “Bildiğim kadarıyla Türkçe konuşacağım, Türkçemin yettiği kadarıyla” diyerek konuşmaya Türkçe devam ettiği ve konuşmasını tamamlamasından sonra Numan Kurtulmuş’un, “Vallahi Nezahat Hanım, kendinize hiç haksızlık etmeyin. Bakın burada 51 siyasetçi var, hepsinin en büyük vazifesi çoğu zaman konuşmaktır. Vallahi herkesten iyi konuşuyorsunuz, mükemmel bir Türkçeniz var” dediğini öğreniyoruz.

Keşke sorun Numan Kurtulmuş’un dediği gibi “iyi” ya da “mükemmel” bir Türkçe ile konuşmak olsaydı…

Tanınma ve Eşitlik

Silahların yakılmasının ardından yeniden yükselen barış umuduna, totaliter savruluşun olduğu ülke ortamı nedeniyle toplumun geniş kesimlerinde temkinli bir tutumla yaklaşılması gayet anlaşılır bir durumdur. Ancak bu temkinli iyimserliğin, sinik bir tutum ya da eylemsiz bir kötümserliğe dönüşmemesi gereklidir. Öte yandan barışa ulaşmak için kurulan bir komisyon dahi Kürtçe sözlere tahammül edemezse nasıl çıkacağız bu cendereden?

Oysa hava kadar, su kadar barışa ihtiyacımız var… Çünkü her ne kadar bebeklerin ulusu olmasa da[3] en çok öldüğü bölgenin bir adı var bu ülkede (Şekil 1) ve dahası resmen açıklanmasa da kaybettiğimiz bebeklerin pek çoğunun anadili Türkçe değil…

Şekil 1: İllere Göre Bebek Ölüm Hızı (2023)[4]

Ancak bir tesellimiz var: bebeklerini erkenden toprağa gömdüğümüz bölgenin yetişkinlerini kanserden öldürmemek (Şekil 2)!

Şekil 2: İllere ve Daimi İkametgâha Göre Kanser Kaba Ölüm Hızı (2023)[5]

Sözün geldiği tam bu noktada hatırlamak gerekiyor bir hekim ve bir Kürt bilgesi olan Dr. Mahmut Ortakaya’yı ve onun bir 14 Mart Tıp Bayramı toplantısında “Olağanüstü hal sağlığımızı bozuyor” diyerek ses verdiği şu çığlığı:

“Benim halkım kanser olmak istiyor! Çünkü biz biliyoruz ki kanser çağdaş bir hastalıktır. Biz verem olmak istemiyoruz, çünkü verem çağdışı bir züldür, utanıyoruz. Hastalığımızla bile olsa çağdaşlaşmak istiyoruz.”

Sevgili Mahmut ağabey, bizlere ait olan utancı kendisi üstlenip bir halkın eşitlik talebini vurguluyordu aslında bu sözlerle.

Barış dediğimiz, tanınma ve eşitlikten başka nedir ki -kanser ve ölümde olsa bile…

Yokluk ve Yoksunluk

Oysa çatışma ve savaş, yokluk ve yoksunluk demektir.

Yokluk ve yoksunluğun olduğu yerde ise verem vardır. Gençler, tam da yaşanacak çağda verem ile karşılaşırlar böylesi ortamlarda -hiç karşılaşmamaları gerektiği halde.

Türkiye’nin 2019 yılı verileri, Ağrı, Batman, Bingöl, Hakkari, Karabük, Muş ve Şırnak illerindeki tüm verem hastalarının yüzde 30’undan fazlasını 15-24 yaş arasında gençlerin oluşturduğunu gösteriyor.[6]

O zaman sormak gerekmez mi; Karabük dışında kalan illerin hemen hepsinin Kürtlerin göreli olarak yoğun yaşadığı bölgeler olması tesadüf olabilir mi? Dahası bu durum sadece ekonomik (sınıfsal) bir neden ile açıklanabilir mi? Yoksa savaş/çatışma ortamının neden olduğu ekonomik ve sosyal yıkım mıdır gencecik insanları verem yapan? Sınıf kadar adıyla çağrılamamak, kimliğinden dolayı ayrıca dışlanmaya maruz kalmak ve her alanda eşitsizliği solumak değil midir verem denilen illetin temel nedeni? Eğer böyle olmasaydı, Suriye’deki savaştan/çatışmadan kaçan insanların yollarda ve sığındıkları ülkede yoksulluk ve yoksunluğa gark olmaları nedeniyle 2020 yılında genç veremlilerin başkentinin bir önceki yıldan farklı olarak Kilis olması mümkün olabilir miydi?

Açık ki çatışma/savaşın var ettiği olağan dışı ortamlar, ister Suriye’de, ister Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir bölgesinde bebeklerin ölmesi kadar, gençlerin veremden sürünmesi anlamına geliyor.

Tıpkı yıllar önce Türk Tabipleri Birliği’nin bedelini ödeyerek vurguladığı gibi: “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur”[7]

Çünkü çatışma ve savaşlar, yoksulluğu var ederler. Olağandışı ortamda yaşamak istemeyenlerin plansız göçleri ya da zorla göç ettirilmeleri nedeniyle beslenme yetersizliğine yol açarlar. Hijyen ve temizlik alt yapısını çökerterek bulaşıcı hastalıkların artmasına ve temel sağlık hizmetlerinin aksamasına yol açarlar. Çocukların yoksulluğu ve yoksunluğuna neden olarak toplumun geleceğini yok ederler.

Zaten son yayınlanan veriler Türkiye’de 7 milyondan fazla çocuğun yoksul olduğuna işaret etmektedir. Yaklaşık her 3 çocuktan 1’isinin yoksul olduğu[8] ve 15 yaşındaki her 5 çocuktan 1’isinin[9] parasızlık nedeniyle haftada en az bir kez yemek yiyemediği bir ülkede, o ülkenin savunma harcamasının GSYİH’ya oranının yüzde 2,09 olmasını[10] ve yakın zaman önce alınan NATO kararı gereğince 2035’e kadar bu oranın yüzde 5’e çıkarılacak olmasını nasıl kabul edebiliriz?

Öte yandan çatışma ve savaşlara ayrılan kaynaklar, erişkinlerin sağlık hizmetine ulaşmasının da önünde engeldir. Yaptığımız araştırmalar kronik solunum yolu hastalığına sahip her 6 hastadan 1’isinin ödeme güçlüğü nedeniyle sağlık hizmetine ulaşamadığını ve her 8 hastadan 1’isinin ise aynı gerekçe nedeniyle ilaç ihtiyacını karşılayamadığına işaret etmektedir.

Ancak yaşanan bu sınıfsal eşitsizlik, etnik yönden de farklılaşmaktadır. Bu bağlamda sağlık hizmetlerine ulaşma konusunda ana dil sorunu yaşayan KOAH hastaları, anadil sorunu yaşamayan KOAH hastalarına kıyasla, ödeme güçlüğü nedeniyle sağlık hizmetine ya da ilaca ulaşamama sorununu 2 kat daha fazla yaşamaktadırlar. Hal böyleyse aslında barış, tanınma ile başlayıp sosyal, siyasal ve sınıfsal eşitliğe uzanan bir süreçtir. Ve dahası buna en çok ihtiyacı olan kişiler de kendi yurdunda ve kendi anadilinde sağlık hizmetine ulaşamayan insanlardır.

Son olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin, diğer bölgelere ve Türkiye ortalamasına kıyasla sağlık hizmetleri yönünden hem altyapı (Şekil 3), hem de sağlık çalışanları yönünden yetersiz olması, her türlü soruna ve zora rağmen barış mücadelesinin sağlıktan eğitime, barınmadan altyapı hizmetlerine kadar her konuda ne kadar elzem, vazgeçilmez ve hayati olduğunu göstermektedir.

Şekil 3: Seçilmiş Göstergelere Göre Sağlık Alt Yapısı

Uzun sözü kısaltarak söylersek; bu ülkede başta Kürtler olmak üzere öteki kılınanların tamamlanmamış çok cümlesi ve hepimizden fazlaca alacağı vardır. Bugün kendi meclisinde derdini anlatmaya gelen Nezahat Teke ve bil cümlesinin daha çok konuşma hakkı ve bizim de o dili “…” demeden anlamak gibi bir sorumluluğumuz vardır.

Hakkı teslim edelim, sorumluluğumuzdan kaçmayalım…


[1] https://tdk.gov.tr/icerik/yazim-kurallari/noktalama-isaretleri-aciklamalar/

[2] https://www.birgun.net/haber/baris-annelerinin-komisyonda-kurtce-konusmalarina-engel-tutanaga-olarak-gecti-647371

[3] “Bebeklerin ulusu yok / Başlarını tutuşları aynı / Bakarken gözlerinde aynı merak / Ağlarken aynı seslerin tonu” Ataol Behramoğlu

[4] T.C. Sağlık Bakanlığı, Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2023, 2025. https://dosyasb.saglik.gov.tr/Eklenti/50500/0/siy202307032025pdf.pdf

[5] T.C. Sağlık Bakanlığı, Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2023, 2025. https://dosyasb.saglik.gov.tr/Eklenti/50500/0/siy202307032025pdf.pdf

[6] T.C. Sağlık Bakanlığı, Türkiye’de Verem Savaşı 2021 Raporu, 2023. https://hsgm.saglik.gov.tr/depo/birimler/tuberkuloz-db/Dokumanlar/Raporlar/Turkiyede_Verem_Savasi_2021_Raporu.pdf

[7] https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=9fef9768-4019-11ed-9c8e-395b1a72ef56

[8] TUİK, Türkiye’deki Çocuklar 2024: İstatistiklere Bakış, 2025. https://www.tuik.gov.tr/media/announcements/Turkiye_Cocuk_2024TR.pdf

[9] Fleck A, PISA 2022 A Global Snapshot of Teen Food Poverty, 2023. https://www.statista.com/chart/31386/student-rates-of-food-insecurity-in-selected-oecd-countries/

[10] https://www.aa.com.tr/tr/info/infografik/46688