Sınırlar

İlk İngilizce roman olarak kabul edilen Robinson Crusoe’da beyaz adam, adada kendisinden başka kimse bulunmadığı halde, bir toprak parçasını çitleyip kendisine bahçe yapmıştı.

Çünkü Robinson, sınırsız bir adanın değil, o sınırsızlıkta yarattığı sınırların insanı var ettiğini biliyordu.

İnsan, sınırlarıyla var olur.

Ekonomik, politik, siyasi ve dinsel sınırlar insanı var eder.

Sınırsızlık, gerçeği değerlendirme yetisinin yitimi ile insanı psikoza sokar.

Ancak her sınır, huzursuzluğu da var eder. Gerçeğin sınırlarını aşmaya yönelik arzu, insanı sorgulamanın girdabına sürükler. Bu girdapta yeşeren nevrotik kaygılar ise sınırları aşıp vuslata erme çatışmasını şekillendirir.

Son kertede insan, nevrozla psikoz arasında salınım gösteren bir eksikliktir.

***

İnsanın kendi bedeni, kendisine sınırdır. Binlerce yıl ailenin, sonra inancın, sonrasında devletin, şimdilerde de politikanın hükmünü sürdürdüğü bir sınır.

Rujlar, ojeler, küpeler, dövmeler, hızmalar, sakal, bıyık… insan denilen biçarenin kendisine ait olmayan bu sınıra imzasını atma ve sınırı kendisine ait kılma gayretidir.

Aile sürgünle, dinler günahla, devlet işkenceyle, neoliberal politika da yatırım ve yönetişimle insan bedenini insana yabancılaştırır.

Oysa çocuklar, annelerinin karnında -ya da gelecekte yapay bir rahimde-, tıbbın adına amniyon kesesi dediği bir denizde, anneyle sınırsız bir bütünlükte haz içerisinde yüzerler.

Kim bilir; fırlatıldığımız şu yaşamda mavi bir denizin hemen hepimizi sakinleştirmesi ve bizleri sonsuz dinginliğe davet etmesi, belki de o ilk anın okyanussal hazzını ve huzurunu arama arzumuzdandır.

Ama bilelim ki; anne ve fetüs, paylaşılmış bir psikozdur.

***

Pek çoğumuz gibi deniz, kum, güneş üçlemesi için düşürdüm bu yıl da yolumu Ege adalarına. Euro kuruna rağmen göreli düşük maliyet, zincir otellerin olmadığı sahillerin herkese açık oluşu ve her daim gülen ada halkının deniz ürünlerindeki yetkin mahareti son birkaç yıldır benim gibi orta-üst sınıftan bir beyaz yakalıyı Ege adalarına getiriyor.

Bu yıl, kadın aşkını lirik dizeleriyle insanlığa sunan Lesbos’lu Sappho’nun adasındaydım.

Beş gün boyunca oğlumla birlikte, durmaksızın karadan denize esintinin olduğu bir sahilde kendimi rüzgâra bıraktım…

Dünyaya ve ülkeme pencerelerimi kapatsam da yaşamın çatlaklarından sızıyor yaşananlar. İşte bu nedenle biraz gecikmeli de olsa Lesbos’ta öğrendim bir hekimin kıyafetini uygun bulmadığı için hastasına sağlık hizmeti sunmadığını.

“Hırt” paylaşımı yapan bir diğer tıp doktoru gibi, bu tıp doktorunun da, hekimlik meslek etiği yönünden haklı olarak eleştirildiğini de gördüm.

Eleştiri ve açıklamalar çok doğru olsa da belki de Lesbos, hekimlik yetisi kazanamamış bu tıp doktorlarına bambaşka bir yönden söz etmeye vesile olabilir.

***

Skala Eresoú, Midilli adasının güney batısında göz alabildiğince uzanan bir kumsal. Hızla derinleşen denizi ve hiç durmayan esintisi ile yaz sıcağında bunalmadan tatil yapmak isteyenler için çok uygun bir yer.

İki kilometreyi aşan bu uzun sahil, dinmeyen rüzgârı nedeniyle su sporları için de ideal.

Sahilin orta bölümünün sol yanında ağırlıkla adölesanlar sörf, katamaran ve kano yaparlarken; biz yetişkinler, hemen yan tarafta, ince bir ip sınırla ayrılmış bölümde yüzmenin tadını çıkarmaktayız.

Sarı renkli ipin var ettiği o ince sınır, su sporları yapanlarla yüzenleri ayırıyor. Kimse o sınırı ihlal ederek ötekinin rahatını kaçırmıyor.

O sınır; düzeni ve kuralı var edip, kaza riskini azaltarak uygarlığı şekillendiriyor.

Bir de sahilin benim yüzdüğüm alana göre sağ tarafı var. Bulunduğum yerden 50-60 metre sonra birbirlerine mesafe tanımış küçük gruplar benim/bizim gibi denizden ve güneşten yararlanıyorlar.

Aramızdaki tek fark; onların mayoya ihtiyaç duymaması.

Aramızda yok sınır…

Nudistler ve nudist olmayanlar, su sporları ile yüzenler arasındaki gibi görünen bir sınır olmadan o güzelim sahilde birlikte var olabiliyorlar.

Kimse kimsenin kıyafetine karışmadan, kimse kimseye ahlakçılık taslamadan…

Aramızda görünen bir sınır yok desem de görünmeyen bir sınır olmadığı anlamına gelmiyor bu durum. Nudistler, pek muhtemelen kimseyi rahatsız etmemek için sahildeki bir barın öte yanına geçmiyorlar. Sahildeki o bar adeta görünmeyen bir sınır…

Geçiş yasak değil, kısıtlanmamış, aksine sahil hepimizin ama nudistler hem kendi aralarında, hem biz nudist olmayanlara bir mesafe tanımışlar.

Bu mesafe, çıplaklığın, teşhir ya da egemen güzellik normlarına uyarak bedenine iyi bir yatırım yapıldığını kanıtlamak için değil de; şu gök kubbenin altında bedenleriyle kendi doğallığında buluşmak istediklerini anlatıyor aslında.

Öte yandan sahildeki o barın dibinden çizilen görünmez sınır geçişken.

Çünkü pek çok nudist olmayan kişi, bir kıyafet değişikliği mecburiyeti olmadan görünmeyen sınırın öte tarafına geçebiliyor.

Öyle ya hayat gibi, sahil de hepimizin…

Ancak görünmeyen o sınırı geçenler de kimseye bakmama ve fotoğraf çekmeme gibi nudist sınırları da özenle ilga etmiyorlar.

Aynı sahilde can güvencesini sağlayan görünen ve mahremiyeti sağlayan görünmeyen sınırlar: yan yana, aynı hayatta…

***

Sınırlar;

İp gibi incecik ve uygarca kazaları önleyen,

Göze görünmeyerek ötekine tahakküm etmeyen,

Sahildekileri bölmeyip öte yana geçmeyi mümkün kılacak kadar esnek, akışkan ve geçişken sınırlar.

Herkesi insan olmakta birleştiren ve eşitleyen sınırlar…

***

Yaşamın 55 yılını devirmiş ve aklı yettiğinden beri ahlakçılığa prim vermeyerek yaşamaya çalışan o adam, onca yıl belinde taşıdığı mayosunu eline alıp güneşin altında o sahilde yürüdüğünde düşündü kendi sınırlarını:

Kendisini tutarlı yaptığı kadar, statükoya mahkûm eden sınırlarını.

Kendisini var ettiği kadar, ötekini anlamasını zorlaştıran sınırlarını.

Kendisini huzura erdirdiği kadar, kendi değerlerinin sorgulanmasını önleyen sınırlarını.

Sonra girdi denize; artık Gaia’nın koynundaydı - olabildiğince soyunmuş olarak…

***

Lesbos, aynı sahilde ve hayatta, görünen ve görünmeyen sınırlar var ederek; var edilen sınırları çok kalın çizip bir tahakküm aracına dönüştürmeyerek; aksine geçişken-akışkan kılarak ve her daim onları sorgulayıp var olanı aşıp yeni sınırları var ederek birlikte barış içerisinde yaşamanın mümkün olduğunu gösterdi bana.

Yazık ki en fazla yüz kilometre ötede olan ülkem bu mümkünlerin çok uzağında…