‘Büyük Akıl’, Küçük Hesaplar

AKP medyası, mutlak hakimiyet idealine yönelik her tehdit algısında ‘Büyük Akıl’ı (Opus Dei? Illuminati?) suçladı. ‘Faiz lobisi’, ‘NeoCon’lar (ABD Yeni Muhafazakârları) gibi başka kumpasçılar da denendiyse de, son zamanlarda ‘Büyük Akıl’da karar kılındığı anlaşılıyor. Örneğin AKP’nin Suriye’deki emellerine direniş gösteren PYD’nin IŞİD’e karşı başarılarının arkasında, hatta IŞİD’in ‘kendini şeytanlaştırmasının’ arkasında bu ‘Büyük Akıl’ vardı.

Bu ‘Büyük Akıl’ın telekinezi ile çalıştığını biliyoruz, ama ne olduğu, kimlerden olduğu bir muamma. Meseleye izah getirmek bize düşüyor bu ahvalde…

İpler kimin elinde?

‘Büyük Akıl’ vs kumpas iddiaları, Platon’un insanları sahnede kukla misali oynatan Tanrı tasavvurunun vulger versiyonları olmanın ötesinde de manalar taşıyor. Fakat esasen ‘Büyük Akıl’ diye kontrol edemediğimiz olguların üzerine bir gizem perdesinin çekilmesi, tarihsel hadisenin anlaşılmasındaki zorluğa isyandan ziyade, hadiselerin çoklu bilinmeyenlerini tek bilinmeyenli bir denkleme indirgeme çabasıdır.

Olayların denetimini bir türlü tam olarak ele geçiremeyen failler, kendi iradesine direnen kamusal alanı veya dünyanın kendisini tek bir hamlede bertaraf eder: dünya sahnesinde ya da kamusal alanda benim irademe direnen faillerin kendi iradeleri, kendi bağlamları, kendi eylemleri ve sözleri olamayacağına göre, ipler kimin elinde?

Yani bu sonuca varmak, mutlak hakimiyet iddiasında olmayı, mutlak iktidarı vaad eden bir hükümranlık görüşünü veya ideolojiyi gerektirir. Söz konusu olan, dünyada farklı iradelerin, insan eylemlerinin mevcut olması karşısında bocalamadan ziyade, onlara karşı bir iktidar stratejisinin devreye sokulmasıdır.

Tek farkla ki, bir büyük kumpas söylemini ortaya salmak, farklılığı ifade eden, muhalif eylem ve sözler üzerinde, tarihin mecrasında gerçekten de hakimiyet kurmasını sağlamaz. Sadece kendisini dinleyenler, yani asıl muhatapları üzerinde geçici bir hakimiyet kurmasını sağlar. Bu, elde edilemeyen iktidarın teşhiridir: Biz burada olduğumuz sürece, her şey kontrol altında, şimdi evlerinize dağılabilirsiniz!

Arendt’in dediği üzere, sahne arkasında ipleri oynatan bir ‘Büyük Akıl’ anlatısı, gerçek hikayeleri hayali hikayelere dönüştürür.[1] Burada esasen söz konusu olan, sadece olguların değil, kamusal alandaki o farklı faillerin, eylemlerin sahiplerinin özne olma vasıflarının, yani insanlıklarının, gerçek olma hallerinin reddidir.

Daha açık söylemek gerekirse, mesela Rojava’da veya Gezi’de kendi hikayesinin öznesi olmaya girişmiş, yani siyasetin sahnesine, hadisenin merkezine kendini atmış insanların istemeleri, eylemleri, söyledikleri perdelenmekte, insan olma halleri reddedilmeltedir. Onları dinlemeye, özneliklerini teslim etmeye, onları muhatap almaya gerek yoktur, zira onları harekete geçiren, bugün şunu ve başka gün bunu yaptıran bir ‘Büyük Akıl’ vardır. (Olağan şüpheliler olan ABD, Siyonist Hareket ve AB AKP’nin müttefiki olduğuna göre, geriye bir tek haşa Allah’ın kendisi kalıyor. Yoksa…)

Elbette ki, yine Arendt’in hatırlattığı gibi, tek tek kişilerin başlattıkları ya da içine dahil oldukları hadiselerin üzerinde denetimleri olmadığı doğrudur. Ama söyledikleri sözler ve eylemler sabittir. Hadise, o tek tek sözleri ve eylemleri kapsar, onlardan yoğrularak başka mecralar yaratır.

Kamu alanındaki çoğulluğun temelini teşkil eden eşitlik mefhumunu aşındırmaya kararlı olan AKP’nin eşitliğin yerine hakkaniyet mefhumunu getirdiğini biliyoruz. (Kadın-erkek eşitliği yerine şu müphem cinsler arası hakkaniyet mefhumunun ısrarla ve huşunetle öne sürülmesi, ‘milleti hakime’ ideolojisiyle ilişkilidir ve kadın erkek ilişkilerine has değildir.) O zaman hakkaniyet talep edebiliriz en azından: ‘Büyük Akıl’ diyerek reddedilen, işte o çoğul faillerin kollektif eylem ve tarzlarına işaret eder.

Zamanlama manidar

Öte yandan, Gezi gösterileri sırasında yüzlerce insanın yaralanmasının ve sokak ortasında işkenceye maruz bırakılmasının ardında, Suruç katliamının ardında, Sivas katliamının ardında ebette ‘Büyük Akıl’ benzeri bir şeyden söz edilebilir. Ya da iktidar medyasının birbirini tekrarlayan, birbirine gaz veren ucuz kumpasçılığının arkasında. Ne emir kulu olan kolluk memuru, ne de ‘kanaat’ ve ‘kumpas’ imal eden maişet derdindeki ‘gazeteciler’, durup dururken harekete geçmez. Nihayetinde bir üretim bandında imalat yapmaktadırlar.

İşte bu örneklerde, ipleri elinde tutan somut birileri gerçekten de mevzu bahistir, emir-komuta anlamında. Ama buna ‘Büyük Akıl’ demek, fazlaca itibar etmek olur; daha çok uluslararası ceza hukukundaki ‘ortak/hisseli suç teşebbüsü’ mefhumuna başvurmak gerekecektir. Bunun taksir unsuruna da ‘kumpas’ denebilir.

Mesela seçimlerin AKP tek başına iktidar oluncaya kadar tekrarlanması, faili meçhullerin Kürt-Türk fay hattı harekete geçirilinceye kadar tekrarlanması, devletin bütün mekanizmalarının HDP’ye karşı seferber edilmesindeki koordinasyon… Bütün bunların ‘Büyük Akıl’la alakası yoktur; zaten AKP sözcüleri, bunun siyasal bir kampanya olduğunu, seçimlerle doğrudan ilgili olduğunu aleni olarak ifade ediyorlar.[2]

İnsan eylemlerinin ve sözlerinin bir ‘Büyük Akıl’ tarafından yönetilen bir senaryonun sahnelenmesinden ibaret olduğunu, farklı söz söyleyenlerin ve irademize direnenlerin ‘maşa’ ya da ‘piyon’ olduğunu düşünebilmek, araçsalcı bir dünya görüşünü gerektirir, onun neticesinden ibarettir. Bu, hükümet etmeyi ‘toplum mühendisliği’ olarak anlayan (faydacı) dünya görüşüdür. Muhalif bir ‘Büyük Akıl’dan söz etmek, bizzat bir komplo teorisini söyleme salmak, insanların hükümetin malzemesi olduklarını, kitlesel propaganda yoluyla manipule edilebileceklerini söylemektir. Yani kumpası iddia edenin dünya görüşünü yansıtır. İnsanı araç mertebesine indirgemek, onun insan sıfatını reddetmek anlamına gelir.

Faydacı/araçsalcı aklın da bir tür akıl olduğunu, hatta kapitalist siyasete hakim olduğunu kabul etmek gerekir. Araçsalcı mantık, etik sınırları olmaması bakımından komplo teorilerini dizginlerinden boşaltma istidadı da gösterir. Çünkü araçsalcı zihniyetin hakim olduğu bir siyasal alanda, en fantastik, hayal gücünü en çok zorlayan komplo teorileri bile inandırıcı, olabilir hale gelir. Bu, muktedirlerin toplumla, kamusal alanla, hatta mahremiyet alanıyla ilişkilerinin mühendislik modeli üzerinden kurulmuş olmasından mutevellit bir durumdur.

Örneğin hükümranlık merkezine en uzak oldukları anda bile Yeni Dünya Düzeni veya Büyük Ortadoğu Projesi gibi fantazilerin müellifi olarak gösterilen Yeni Muhafazakarlar, hakkaten de daha gerçekçi, daha sınırlı versiyonlarıyla komplo üretmeye meyyaldirler. Ama bu komploların Türkiye’deki ortaklarına karşı olduğunu iddia etmenin ardında hiçbir olgusal gerekçe yoktur. Hatta Türkiye’deki ortaklarının elde ettiği hükümranlıkta bile rollerinden söz etmek için gerçekçi temeller yoktur. Belki asıl mesele, Türkiye’deki yeni sağcı ortaklarının iktidar adına nelere tevessül edebileceklerini öngörememelerindedir.

Her halükarda, her ne kadar muktedirler bir kumpas yaratmış, zihni enerjisini buna harcamış olsa da, burada komplo teorisiyle açıklanacak, hele hele bir ‘Büyük Akıl’dan söz edecek bir durum yok: açık seçik, tiksini verici küçük hesaplardır söz konusu olan.

Ebed müddet mağduriyet

O zalim ‘Büyük Akıl’ın Türk-İslamcı mağduriyet söyleminden ayrı düşünülmesi doğru olmaz. Bu kaybeden olma hali, İttihat Terakki’nin ‘milleti hakime’ söylemiyle derin bir alaka içindedir. İttihat ve Terakki rejimi, ‘milleti hakime’ adına yeni filizlenen modernist siyasal İslamcı kesimlerle gayrımüslimlere karşı ittifak kurduğunda, fikren ve ruhen de iktidarda, ama aynı zamanda ‘mütegallibe’ye ve ‘Yedi Düvel’e karşı mağduriyet haleti ruhiyeti içindeydi. Gayrımüslimlerin hunharca katl ve tehcir edilmesi, bu mağduriyet haliyle meşrulaştırıldı.

İttihat ve Terakki ruhunun bunca kaim olmasının arkasında, Türk tarih ideolojisinin ve ondan mütevellit popüler tarihin derinlerine işlemiş bu ‘hep kaybeden’ ‘milleti hakime’ mefhumunu görmek lazım.

Sınırsız hakimiyet talep etmekle mağduriyet haleti ruhiyyesi birbirini daima besleyecektir. Dünya hali, size mutlak iktidar fırsatını asla vermeyeceği için her daim mağdur olursunuz. Budünyada siyasetin çoğulluğunda hayat sürmek, müzakere etmeyi, taviz vermeyi gerektirir. Çoğulluğu, dolayısıyla siyaseti reddettiğiniz her kertede, iktidarın bir türlü elinizde temerküz etmeyen, yakınlaştıkça uzaklaşan hali, daimi bir mağduriyete yol açacaktır.

Dolayısıyla isyan edeceğiniz bir ‘Büyük Akıl’, eylemini ve sözünü reddettiğiniz, kah ‘flu’ gördüğünüz, kah mutlak düşman ilan ettiğiniz muhatataplarınızı ikame edecektir. Bu manada ‘Büyük Akıl’, siyasetin, insanlık durumumuzun kendisidir.

Bu daimi bir döngüdür, ya döngü kırılır ve bir yola dönüşür ya da cinai bir kısır döngü halini alır. Çünkü eylem melekesiyle teçhiz edilen her bir yeni doğan faninin dünyaya gelmesiyle, aklı kemale erdiğinden itibaren, siyasal alan yeniden inşa edilecek, eller yeniden dağılacaktır. (Herod’un yeni doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini ferman etmesi de çare olmamıştır.) Bütün muhaliflerinizi varoluşsal düşman mertebesine yükseltip bertaraf etseniz bile, çoğulluk bu kez kendi çocuklarınızda hasıl olacak, bastırılan tarih mükerrer bir şekilde hükümdarın yoluna çıkacaktır.

 


[1] İnsanlık Durumu, çev. B. S. Şener. İstanbul, İletişim, 1994, s. 254. Arendt aynı yerde şunu da söyler: ‘İpleri kim tutuyor’ tarzı iddialar, ‘bizzat hikayenin örgüsüne değil, hikayenin ortaya çıktığı hale aittir’.

[2] Etyen Mahçupyan, bütün bunların ‘rasyonel’ siyasetin olağan mecrasına ait olduğuna inanmamızı istiyor; olağanüstü koşullar yaratılmasının, kan üzerinden siyaset yapmanın da müzakere stratejisi olabileceğini verili kabul etmemizi istiyor.