Bir Genelkurmay Başkanının Harp Akademisinin açılışında yapacağı konuşmanın herkes tarafından heyecanla beklenmesi ve konuşmanın o ülkenin siyasal gündeminin en önemli maddesi olması demokratik rejimde olağan bir durum değildir. Sadece bu konışmanın değil, bütün kuvvet komutanlarının Harp Okulları açılışında benzer içerikte konuşma yapmaları ve bunların o ülkede siyasal gündemi işgal etmesi de olağan parlamenter demokrasi içinde mümkün değildir. Böyle bir duruma olağanüstü özellikler taşıyan bir parlamenter rejimde rastlanır. Gerçekten Türkiye’de olağan bir parlamenter rejimde yaşamıyoruz. O zaman rejimin bu olağanüstü özelliklerinin nereden kaynaklandığını görmek ve olağanüstü olanı adlandırmak gerekiyor.
Kuvvet komutanlarının açtığı, Cumhurbaşkanının 1 Ekim konuşmasıyla desteklediği ve Genelkurmay Başkanının nihai salvoyu yaptığı ağır top ateşine bakılırsa, Türkiye’de özgürlüklerin bir kısmından gereğinde feda edilerek ülkenin olağanüstü koşullarına demokrasinin kırpılarak uyarlanmasının iki nedeninden biri, irtica tehlikesidir. Diğeri, bölücülüktür.
Bölücülük konusunu başka bir yazıda ele almak üzere, bir kenara bırakalım. 28 Şubat müdahalesinin daha ılımlı bir versiyonunun sahnelenmekte olduğu izlenimi veren bu konuşmalarda, Türkiye toplumunu bekleyen yakın ve büyük tehlikenin irtica ve ona bağlı olarak laikliğin lağvedilmesi tehlikesi olduğu vurgulandı.
Örneğin Yaşar Büyükanıt konuşmasında, Türkiye’de irtica tehlikesinin olduğunu şöyle kanıtladı: “Her fırsatta: ‘lâikliği yeniden tanımlayalım’ diyenler yok mudur? Bu kişiler devletin en üst düzeylerinde yer almıyorlar mıdır? Cumhuriyetimizin Kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün yalnız şahsı değil, düşünce sistemi, Cumhuriyet rejimimizin temel nitelikleri ağır bir saldırı altında değil midir? Her fırsatı Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yıpratmak için kullananlar kimlerdir? Toplumsal yapımızı bozarak, insanımızı çağ dışı bir görünüme sokmak isteyenler yok mudur?”
Büyükanıt’a göre, bu sorulara “hayır, Türkiye’de bunlar yoktur” diye yanıt verilememesi, ülkede irtica tehdidi olduğunun yeterli kanıtıdır. Kanıt ortada olduğuna göre, “bu tehdide karşı her türlü önlem alınmalı”dır.
Tehdit, olağanüstü durumu doğurur. Tehditin bir nedeninin irtica tehlikesi olduğu iddia edildiğine göre, o zaman irtica kavramını daha yakından ele almak gerekiyor. İrtica ne demek? Kime irticacı veya mürteci denir?
İrtica kelimesi, dilimize Arapça “rücu” kökünden türetilerek girdi. Sözlük anlamı, geri dönmek, eskiyi istemek. 20. yüzyıl başına kadar, Osmanlı imparatorluğunun yükselme devrinin ihtişamlı günlerine dönüş arzusunu ifade etmek için kullanılıyordu. Ama irtica kelimesinin, bütünüyle olumsuz bir içerikle Türkiye’de bugün geçerli olan yaygın anlamının kaynağı, 31 Mart Vakasıdır. İrticai girişimlerde bulunduğu varsayılanlar için kullanılan mürteci kelimesi, II. Meşruiyet rejimine karşı çıkıp, II: Abdülhamid rejimine dönüşü arzulayanları belirtmek için, İttihat ve Terakki çevresi tarafından kullanıldı. Ama bu dar sınırda kalmadı. Kısa zamanda, sadece Eski Rejimi savunanlar değil, İttihat ve Terakki kalemşörleri farklı nedenlerle kendilerine karşı çıkanları da irticacı olarak tanımladılar. İrtica suçlaması İttihat ve Terakki’nin ilericiliğinin vurgulanması işlevini gördü.
Bunu izleyen dönemde, sadece dinsel nedenlerle değil, siyasal ve toplumsal nedenlerle, Cumhuriyet rejimini kuran ve bunu sahiplenen güçlere karşı oluşan muhalefet hareketlerinin çoğu, irticai hareketler olarak damgalanıp, bu yolla siyasal olarak bütünüyle gayrı meşru ilan edildiler.
Bu muhalefet girişimlerinin veya iktidarın empoze ettiği yeni normlara uymak istemeyenlerin bir kısmı, gerçekten eski düzene dönme arzusu taşıyorlardı. Bu anlamda, yeni rejimin taşıyıcısı olduğu değişime karşı tepki hareketleriydiler. Batı dillerinde kullanılan reaksiyoner kavramının yerli karşılığıydılar. Cumhuriyet inkilaplarını devrim olarak adlandırırsak, inkilapların içeriklerine karşı çıkanlar, karşı devrimciydiler. Bu reaksiyoner damar, zaman içinde ve bir ölçüde ehlileşerek, yerli muhafazakarlığın içinde bir yer edindi. İktidar güçleri, inkilapların içeriğini destekleyen, fakat bunların yapılış biçimini eleştirenlere de irticacı yaftası takmayı ihmal etmedi.
Bugün de, Türkiye’de İslami kuralların toplumsal ve siyasal yaşamda egemen olmasını arzulayan bir çevre var. Bu çevrenin Cumhuriyet ve onunla birlikte yerleşen inkilapları ortadan kaldırmaya gerçekten yetecek bir toplumsal oluşum temsil ettiği tartışmalı. Türkiye’de yakın ve büyük bir irtica tehlikesinin var olduğuna inananlar, bu çevrenin uzun vadeli bir planla devlet organlarına ve eğitim kurumlarına sızma, iktisadi olarak güçlenme hedefiyle hareket ettiğine ve eskiye dönme hülyalarını hayata geçirecek kritik güce sahip olma amacı güttüklerine inanıyorlar. Bu planlarını hayata geçirmek için demokrasiyi bir paravan olarak kullandıklarını iddia ediyorlar. Olağanüstü durumu yaratan koşullar hayatta olduğu için, siyasal rejimin güdümlü ve kısıtlı bir demokrasi halinde kalmasını bir gereklilik olarak görüyorlar. Toplumsal muhafazakarlık ifadelerini de irtica belirtileri olarak algılayarak, irtica tehlikesini hem kendi gözlerinde, hem de toplum gözünde büyüterek, olağanüstü durumu meşrulaştırıyorlar. İrtica tehlikesinden kast ettikleri şey, sadece dini nassların topluma hakim olması girişimi değil, kendi inandıkları seküler ama bir o kadar dogmatik inanç ve düşünce sisteminden sapmaya karşı duydukları tepkiyi de içeriyor. Örneğin, yukarıdaki alıntıda, irticai tehditin varlığına kanıt olarak gösterilen örnekler içinde dinle ilgili olanlar azınlıktalar. Hakim kurum, simge ve ideolojik kalıpların eleştirilmesi, eleştirinin içeriğine bakmadan irticai girişim damgası yemesine neden olabiliyor.
Kelimenin sözlük anlamına dönersek, gericilik anlamında irticanın dinsel temalar taşıması muhakkak gerekmiyor. Örneğin 1930’lar Türkiyesini, aydınlanmış diktatörlüğü, tek parti rejimini kaybedilmiş bir altın çağ olarak özleyip, ilk fırsatta bu döneme dönmeyi arzulayanlar için de bugün kullanılabilecek bir kavramdır irtica. Eğer irtica kavramı hakkıyla kullanırsak, bugünkü Türkiye’de İslam dini merkezli bir toplum ve devlet kurma hülyası taşıyanların temsil ettiği irticai tehlike kadar, kendini devletin doğal sahibi olarak görenlerin, bu konumlarını demokratikleşme süreci içinde kaybetmeye başlamaları karşısında duydukları tepkiyi de, günümüz Türkiyesi için irticai bir tehlike oluşturduğunu söyleyebiliriz. Siyasetin toplum katına inip, en geniş katılımın sağlanması, siyasal eşitlik ve özgürlüklerin genişletilmesi ve pekiştirilmesi, birey ve toplum arasında özgürleştirici bir hak ve yükümlülük dengesi kurulmasını, modern çağa özgü bir ifade olan ilericilikle adlandırırsak, böyle bir siyasal ve sosyal gelişmeye karşı çıkanları da gerici olarak nitelendirebiliriz.
Günümüz Türkiyesinde, demokratikleşme adımlarını vatana ihanet olarak tanımlayanların yaygarası, sürecin donmasına, geri adım atılmasına yeterli olabiliyor. Baas sosyalizmi türü bir rejimin sivil nostaljik savunucuları , asker-sivil elitlerin otoriter iktidarını yüksek sesle davet ediyorlar. Ordulaşmış millet rejimi geleneğimize dönüş çağrıları laikçi ve milliyetçi çevrelerde açıkça dile getiriliyor. Bütün bunları, Türkiye toplumunun geldiği noktada siyasal irtica girişimleri olarak tanımlamak, irtica kavramının sözlük anlamına aykırı değil. İlericilik sadece kılık ve kıyafetle ve formel bir Cumhuriyet savunuculuğuyla değil, yurttaşlara ve daha genel olarak insanlara sunduğu özgürleşme, eşitlik ve refah olanaklarıyla ölçülür.
Bugün Türkiye’de dini ve seküler dogmalarla bilinci yoğrulmuş, ataerkil aile gelenekleri içinde kimliği biçimlenmiş ve otoriter eğitim anlayışıyla davranış kalıpları oluşmuş önemli bir kesim var. Türkiye’nin çağdaşlaşması, demokratik dönüşümünü sürdürebilmesinin karşısında asıl bu gerçek bir tehlike oluşturuyor. Bu geniş kesimin içinde sadece dinsel nassların hakimiyetine geri dönüşü özleyen mürteciler yok. Otoriter devletin güzel günlerine, o kaybedilmiş altın çağa, güdümlü demokrasiye dönüşü özleyen siyasal mürteciler de var. Kısacası demokrasi ve özgürleşme açısından irtica tehlikesi yok değil, var. Hem de bir değil, birden çok.
Türkiye’de siyasal rejimin sürekli olağanüstü durumda yaşatılmasının nedeni, laik rejimin dışından gelen irtica tehlikesi olduğu gibi, laik rejimin içinden gelen siyasal anlamda irticai olan özlemdir de. Bunların ikisi birbirinden beslendiği için, hangisinin daha yakın ve büyük tehlike olduğu sorusunu yanıtlamak zor. Ama her ikisi de demokrasi açısından bir o kadar tehlikelidir.
Radikal İki, 8.10.2006