Genelkurmay’ın araştırma merkezindeki sempozyumda konuşan Büyükanıt’ın söyledikleri haklı olarak çok ilgi çekti. Çünkü terörle mücadele süreci içinde devletin “insanlığın yüksek değerlerini” elinden kaçırdığı ve bu değerlerin ‘karşı tarafın’ eline geçtiği tespiti başarısızlığın sonuçlarından değil, nedenlerinden biri. Bu tespitin bunca yıldan sonra, yarım ağızla da olsa yapılabilmiş olması, başarısızlığın itirafının önemini azaltmıyor. Çünkü devlet adına güç kullananların günümüz dünyasının egemen ideolojik algılaması altında manevi olarak ezildiğini gösteriyor. Herkesin bildiği üzere bu dünya artık insan haklarından, özgürlüklerden, demokrasiden ve barıştan söz ederken geçmiş dilin epeyce ötesine uzanmakta. Bugün bu kavramlar modernist ve pozitivist bir yorumun içinde hapsolamayacak kadar toplumsallaşmış durumdalar. Devletlerin tek boyutlu vatandaşlık tanımlarının dışına çıkarak, egemen kurumsal ve ideolojik yapının ‘karşısında’ duran bir anlayıştan söz ediyoruz artık...
Ne var ki Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasında meselenin bu yanının bilincinde olduğuna dair bir belirti gözükmüyor. Her zaman elinde tuttuğu ve kullandığı bazı stratejik araçları ve ona uygun dili kaybetmiş olan birinin hayal kırıklığını görüyoruz sadece. Genelkurmay Başkanı şikayetçi... “Bizi insan haklarını dikkate almayan” birileri olarak gösteriyorlar diyor. İyi de Diyarbakır askeri hapishanesinde olanlar insan haklarına uygun muydu? Güneydoğu’da binlerce köy boşaltılıp, devletin kendi rakamlarına göre 1.2 milyon kişi zorunlu göçe tabi tutulurken yaşananlar insan hakları kapsamında mı telakki edilmeli? Genelkurmay Başkanı şikayetçi... “Bizi demokrasiye inanmamış” birileri olarak gösteriyorlar diyor. İyi de 28 Şubat’ı yapanlar, daha birkaç ay önce internet sitesinde muhtıra yayımlayanlar kendileri değil miydi? “Bizi özgürlüklere tahammül göstermeyen” birileri olarak sunuyorlar diyor. Nokta dergisi basılırken, başörtüsü üzerinden içi boş irtica tehditleri üretilirken aynı değerlendirmeyi yapmaları daha anlamlı olmaz mıydı? Genelkurmay Başkanı’nın şikayeti bitmiyor. “Bizi barıştan nefret eden” birileri gibi gösteriyorlar diyor. Ama bu şikayet de yersiz, çünkü günümüzde toplumsal talepleri göz ardı eden bir devletin barışa hizmet ettiği söylenemez. Barış, bir toplumun kendi farklılıklarını ve çeşitliliklerini taşıyarak bir bütünlük içinde geleceğini kurabilmesinin koşullarının sağlanmasıdır ve son dönemde askerin tutumunun bu merkezde olduğunu sözleyecek çok fazla insan çıkmayabilir.
Dolayısıyla insan hakları, demokrasi, özgürlük ve barış gibi kavramlar bugün ‘karşı tarafın’ elinde ise, bunun sorumlusu bizzat devletin kendisidir. Ancak asıl önemlisi bu sonucu yaratan hatanın bizzat ‘karşı taraf’ tanımıyla bağlantılı olduğunun hala idrak edilememiş olması. Çünkü bu kavramların asıl kullanıcısı ima edildiği üzere PKK değil, genel olarak Kürtler. Diğer bir deyişle PKK’dan şikayet edebilmek için önce genelde Kürtlerin niçin doğal bir biçimde bu kavramları sahiplenebildiklerini ve bu durumun niçin bütün dünyanın gözünde meşruluk taşıdığını sorgulamak gerek. Oysa Genelkurmay Başkanı terörü silahlı ve silahsız diye pek de meşru olmayan bir ayırıma zorladığında, ‘karşı tarafın’ meşruiyetini daha da pekiştiriyor. Çünkü ‘silahsız terör’ diye tanımlanan Kürtlerin siyasetçilerinden başkası değil. Yani hiç teröre bulaşmamış insanlara bile ‘terörist’ denmiş oluyor... Peki hangi gerekçeyle? Bu gerekçenin zımnen ‘Kürtlük’ olmadığına Kürtleri nasıl ikna edeceğiz? Genelkurmay Başkanı’nın mantığını kabul edecek olursak, Türkleşmemiş bütün Kürtlerin terörist oldukları gibi bir sonuca varmaz mıyız?
Büyükanıt “terörle mücadelenin esası terör örgütünün başarılı olma ümidini ortadan kaldırmak” demiş. İyi de biraz geç olmuş... Çünkü kendi sözlerinden anladığımız kadarıyla, başarılı olmuşlar bile...
Teröristin silah bırakmasının ancak onun legalleşmesiyle birlikte yürüyebileceğini ve tam da bu sürecin terörü ortadan kaldırabileceğini bile anlamamış bir zihniyetin terörün bitirmesi mümkün mü?
Legalleşmenin toplumsallaşmayı ifade edeceğini, ‘karşı tarafın’ siyasetini ve zihniyetini kendi toplumu önünde tartışmaya açacağını bilmeyen bir yönetimin barış getireceğini iddia etmesi gerçekçi mi?
Meselenin propaganda ve manipülasyon değil, basit ve samimi bir konuşma gerektirdiğini artık herkes biliyor. Ama bunun Genelkurmay Başkanı’nın ifade ettiği zihniyetin içinden yapılabilmesi biraz zor...
Taraf, 19.12.2007