Tartışma gerçek taraftarlarını buldukça başörtüsü meselesinin nasıl yüzeysel bir çatışma olduğu anlaşılıyor. Çünkü asıl mesele üniversite ve yargı meselesi… Başörtüsü bu gerçek meselelerin üstünü örtmek için kullanılan bir sembol sadece. Diğer bir deyişle bu giysi dindar kadınların değil, laik kesimin sembolü. Laiklerin ‘çağdaş’ olduklarını kanıtlamak üzere kullandığı, ama asıl bu çağdaşlığın ardında cemaatçi bir nüfuz ve rant alanı yaratma teşebbüsünün hayata geçirilmesine yarayan bir kılıf… Şimdi tartışma asıl gelmesi gereken mecraya, yani laik kesimin içine girmiş durumda. Dikkat ederseniz İslami kesimden gelenlerin pek öylesine hırslı ve çatışmacı bir tavırları yok. Çatışma laiklerin içinde yaşanıyor… Tam da olması gerektiği gibi… Çünkü laik kesimin içinde de bir ayrışma var: Hepsi demokrat değil, ama hepsi de kendilerine demokrat densin istiyor!
Çelişkinin temelinde kemalizmin ‘çağdaşlık’ ve ‘ilericilik’ anlayışı yatmakta. Bu pozitivist yaklaşıma göre laikler kimlik olarak dindarlıktan daha ‘ileri’ bir insanlık aşamasında bulunuyorlar. Dolayısıyla daha bilgili ve daha açık fikirliler. Bu varsayımdan hareket edildiğinde laiklerle dindarların fikir ayrışması yaşadığı her noktada laik kesimin kendini ‘doğal’ olarak haklı görmesi gibi bir garabetle karşılaşıyoruz. Bunun demokrasi ile uyuşmadığı, hatta laikliği anlamsızlaştırdığı ise kavranamayacak kadar uzak… Çünkü laik kesim kendi kimliğiyle yüzleşme alışkanlığına sahip değil ve bundan ürküyor. Belki de Cumhuriyetten bu yana yaşanan düşünsel yüzeyselleşmenin bedeli olan cehaletin bir nebze farkındalar. O nedenle de öteki fikirle karşı karşıya gelmektense, bizzat ‘öteki’ ile karşılaşmak işlerine geliyor. Onu başı bağlı gördüklerinde kendi bakışlarının ‘kendiliğinden’ doğru olduğunu sanıyorlar ve bununla tatmin olacak kadar az düşünüyorlar…
Bu durum Türkiye’nin tüm modernist siyasi akımlarını kuşatıyor. Dolayısıyla birkaç istisna dışında liberaller ve sosyalistler de son kertede birer ‘laik’ olarak davranıyor ve demokratlığı yadırgıyor. Çünkü onların öğretisine göre demokratlık zaten onların doğal hali. Sanki liberal veya sosyalist olmak demokrat olmayı kendiliğinden hak eden bir duruşmuş gibi… Muhakkak ki bunun nedenlerinden biri demokrat kelimesinin farklı ideolojik bağlamlar içinde gündelik siyasi uygulama bağlamında kullanılagelmiş olması. Oysa demokratlık bir zihniyet… Dünyaya, hayata ve ötekine kendine has bir bakış… Kendi bilgisinin öznelliğini bildiği ölçüde, kendine benzemeyenle ortak öznellikler üretmeye mahkum olduğumuzu; kimliksel ve düşünsel çeşitliliğin bizzat bilgiye giden yolu açtığını, genişlettiğini ve meşrulaştırdığını içselleştirmiş bir bakış…
Bunun anlamı başörtülü insanların olduğu bir toplumda, onları içeri almayan bir yüksek öğretim kurumunun ‘üniversite’ olamayacağıdır. Çünkü böyle bir kurumda toplumsal bilginin üretilmesi mümkün olmaz. Aynı kimlikteki insanların, bu kimliğin ima ettiği fikirleri bir ağızdan tekrarladıkları bir laik kilise yaratılır ancak…
Başörtüsü özgürlüğü için AKP’nin demokrat olmasını talep etmek, herhangi bir özgürlüğü ancak tüm özgürlükler verildiğinde onaylamak liberallerin ve sosyalistlerin anlayışına ters değil. Oysa herhalde hiçbiri ‘çağdaş’ bir özgürlük söz konusu edilseydi “başörtüsü serbest kalmadan asla” demeyecekti ve nitekim geçmişte de demediler. Dolayısıyla insan onların kafasında ve belki de ruhlarında bir özgürlükler hiyerarşisinin var olduğunu düşünüyor. Hiyerarşinin alt sıralarındaki bir özgürlük istendiğinde hemen daha yukarıdakilerin de olması gerektiği söyleniyor… Ne var ki temel hak ve özgürlüklerde içsel hiyerarşiler otoriter zihniyete veya bencil bir relativizme gönderme yapar. Buralardan demokratlık falan çıkmaz… Buralardan çıkan ideoloji de kavruk, topluma dokunamayan, insanı görmeyen bir ideoloji olur.
Öte yandan ruhumuzda kendi kimliğimizi kayıran bir değer hiyerarşisi olduğunda, bu insanı rahatsız eder. Bugün de birçok liberal ve sosyalist aslında kendisinden rahatsız oluyor. Başörtüsü karşısındaki tavrı nedeniyle kendisiyle yüzleşmek durumunda kalıyor. Tabii bir de insanı istatistik malzeme sanan, hayata oportünistçe tutunmaya çalışan, içi kurumuş ruhsuzlar var… Ne yazık ki hepsini birden yayın yönetmeni yapabileceğimiz bir devlet gazetemiz yok...
Taraf, 10.2.2008