Laik kesimin yaşadığı zihinsel debelenmeler bölünmüşlüğün, cemaatçiliğin, Kemalizmin veya ahlakı araçsallaştıran bir laikliğin varlığıyla açıklanabilir. Ancak mesele bunun da dışına taşarak genelde modernliğin gerçek dışı önkabullerine dayanıyor. Oysa modernlik kendisini gelmiş geçmiş en bilimsel, dolayısıyla gerçeğe en yakın var olma hali olarak tanımlar. Bunun bireysel düzlemdeki anlamı kendisini modern sayan insanların, örneğin bilim adamlarının, gelecekle ilgili daha doğru görüşleri olması gerektiğidir. Ama modern tasavvur bunu da aşan bir iddiayı ifade eder: Büyük ideolojilerin yardımıyla uzun vadeli geleceğin, yani insanlığın nereye gittiğinin de bilindiği varsayılır.
19. yüzyıla hakim olan gelişmeci ve ilerlemeci bakış, bugün gelinen modernlik halini rasyonel kılmanın ötesinde, bir sonraki etapın niteliklerinin de bilinebileceğini vehmetmekteydi. Söz konusu bilgi ise doğal olarak bugün modern olanlarda birikmekteydi, çünkü onlar modern olmayanlara göre daha rasyonel bir var olma biçiminin parçalarıydılar. Böylece modernlik kendi içindeki çeşitliliğe bir bütün olarak bakamadı... O çeşitliliği modern olan ve olmayan şeklinde ikiye ayırdı. Ardından da gelişmeci ve ilerlemeci varsayım sonucu, bugün modern olmayanların ilerde kaçınılmaz olarak modernleşeceklerini, yani bugünün modernlerine benzeyeceklerini öne sürdü. Bu durumda bugün modern olanların, modern olmayanları geliştirmek üzere zorlamaları, onlar üzerinde ilerlemeci bir baskı kurmaları hem rasyoneldi, hem de modern olmayanların yararınaydı. Sonuç, çeşitlilik arzeden toplumların modern cemaatlerin sultasına bırakılmasını meşru kılan bir bakıştı. Dolayısıyla her ne kadar liberalizm bireysel düzlemde özgürlüklerden yana gözükse de, bu ideolojinin egemenliği altında oluşan modernlik, modern olmayanı dışlayan ve ezen bir üst akılı hayata geçirmiş oldu.
Bu farklılaşmanın kıstası ise Aydınlanma, diğer bir deyişle sekülarizasyondu... İnsanlar dinsel hurafelerden ve dogmalardan uzaklaştıkça rasyonel hale gelecekler ve modern bir var olma haline adapte olacaklardı. Ancak bu durum açıkça bir ideolojik tahakkümü ima etmekte olduğu ölçüde, liberalizmin önerdiği demokrasiye aykırı düşüyordu. Bu nedenle de modernliğin hem modern olmayanlar üzerinde tahakküm kurabileceği, hem de bunun demokrasi olarak kabul edilebileceği bir bakış tarzına ihtiyacı vardı. Çözüm modern bireyin, kurumun, ilişkinin ve giderek sistemin normatif kalıplar içinde ifade edilmesinde bulundu. Yani demokrasi dendiğinde artık gerçekte yaşanan biçimiyle, bütün karmaşıklığı ve ideolojik belirlenmişliği içinde bir demokrasiden değil, olması gereken demokrasiden söz ediyorduk... Tartışmalar gerçeği bir yana bırakıp tanımlamalara kilitlenmişti artık...
Son başörtüsü tartışmasına dönersek, bizdeki modernler de somut ve gerçek birer kişilik olarak başörtülü kızlara bakmaktansa, sanki ezeli ve ebedi bir kimlikmişcesine ‘kadına’ bakmayı tercih ettiler. ‘Kadının başını örtmek’ diye bir kategoriden hareketle bu modernlik dışı tavrın insanlığa aykırı olduğunu söylediler... Oysa bu meselede karşımızda ‘kadın’ değil, hakiki kadınlar var ve onlar başlarını kendi iradeleriyle örtmek istiyorlar. Üstelik bunu kadın olmak için, insan olmak için yapıyorlar!
Laik kesimin bunu anlaması çok zor... Çünkü onlar ‘kadının’ bugün gelmiş olduğu ‘aşamanın’ kendileri tarafından temsil edildiğini ve insanlık ‘ileriye’ doğru gittiğine göre başörtüsünün gelecekte yerinin olmaması gerektiğini düşünüyorlar. Olması gereken geleceği bildiğini, insanlığın o geleceğe doğru yürüdüğünü ve kendisinin de bu yürüyüşün bugününü temsil ettiğini düşünmek ne kadar patetik olsa da durum bu...
Demokratlık bu yüzden laikler için sinir bozucu... Çünkü demokrat zihniyet sadece geleceğin bilinemeyeceğini değil, o geleceğin ne yönde olması gerektiğinin de bir toplumsal uzlaşı meselesi olduğunu söylüyor. Bu nedenle de kendinize benzemeyenlerle ilişki kurmanın, konuşmanın, kısaca toplum olma gayretinin, gelecekle ilgili önermelerin tek olası meşruiyet kaynağı olduğunu savunuyoruz. Dolayısıyla Anayasa’da değişmesi teklif edilemeyen maddelerin varlığına, kemalizmin ilelebet sürmesi gerektiği fikrine, laik kesimin Türkiye’nin nasıl bir ülke olması konusunda ideolojik üstünlük taslamasına... ve tabii ki başörtülü kızların üniversiteye alınmaması uygulamasına tavizsiz bir biçimde karşıyız. Çünkü biz bu toplumla birlikte belirsizliğe doğru yürümekten hoşlanıyoruz...
Taraf, 24.2.2008