“Türkiye Cumhuriyeti, dıştan ve içten büyük kuşatma altındadır. Ülkenin bütünlüğü, ulusun birliği tehlikededir. Yeni Sevr planları, BOP’un uzantısı olarak uygulamaya konulmuştur. Son yaşanan olaylar [1 Temmuz tutuklamaları] (bu kapsamda) tarih bilinci ve neden-sonuç ilişkileri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, ABD ve AB desteğinde, Cumhuriyetimize, Atatürkçü düşün sistemine savaş açmıştır. [...] ‘Ergenekon soruşturması’ ileri sürülerek, toplumun Atatürkçü /Kemalist kesimlerine yönelik yaygın, toplu gözaltı ve tutuklamalar gerçekleştirilmiştir. [...] Hukuki bir gerçeğe dayanmayan soruşturma Türk Ordusunu yıpratmaya, sindirmeye ve teslim almaya yönelmiştir. Asıl hedef Türk Ordusu ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Ulusudur.”
ADD Genel Merkezi’nin 16 Temmuz günü yayımladığı, 19 Temmuz Kadıköy mitingine çağrı bildirisinde yer alan bu görüşler, bugün kendini laik, cumhuriyetçi ve antiemperyalist olarak tanımlayan bir çevrenin yaşanan gelişmeleri algılama tarzını çok iyi özetliyor.
ADD herhangi bir kuruluş değildir. Emekli orgeneral Şener Eruygur’un başkanı, profesör Sina Akşin ve profesör Mustafa Yurtkuran’ın genel başkan yardımcısı olduğu, aralarında Alpaslan Işıklı’nın da bulunduğu dört profesörün ve Turgut Özakman’ın Genel Yönetim Kurulu’nda yer aldıkları saygın bir örgüttür. Basında yer alan haberler doğruysa, cumhurbaşkanı Sezer cumhurbaşkanlığı ödeneğinden bu kuruluşa 100 bin YTL yardım yapmıştır. Kamu kaynaklarının kullanımı konusunda kılı kırk yaran bir titizliğe sahip olduğu bilinen Sezer’in, küçümsenmeyecek bir miktar olan bu yardımı yapmış olması da, 1993’te ‘kamu yararına haiz kuruluş’ statüsünü kazanmış olan bu derneğin ciddi ve önemli bir dernek olduğunun yeterli işaretidir. Derneğin üyeleri ve sorumluları arasında dikkat çekecek sayıda öğretim üyesi ve emekli general yer alıyor.
19 Mayıs 1989’da kurulmuş olan ADD, kendi metinlerinde yer alan ifadelerle, “antiemperyalist, halkçı-devletçi, devrimci ve ulusalcıdır”. “AB ve ABD emperyalizminin dünya uluslarına ve uygarlığına yönelik işgalci ve şöven suikastlerinin karşısındadır”. “Cumhuriyetin bağımsızlığı için NATO ve benzeri paktlardan derhal çıkması gerektiğine inanmaktadır”. “Kıbrıs’ta Sayın Denktaş’ın yürüttüğü haklı davanın yanındadır ve destekçisidir”. Ve genel olarak, “Cumhuriyetimizin 1919’ların koşullarıyla boğuştuğunu düşünmekte ve bugünlerde kurtuluşun ülkedeki tüm ulusalcı güçlerin birliğinde olduğu fikrindedir”.
Bu fikirden hareketle ADD’nin üyesi olduğu Ulusal Birlik Hareketi Platformu, Şubat 2007’de Toplumsal Güç Birliği Platformu, Anadolu Ulusal Uyanış Platformu ve Çayyolu Platformu ile birleşerek, Ulusal Platformlar Güçbirliğini oluşturdular. UPG, 12 Nisan 2008’de Tandoğan Meydanı’nda yapılan Ulusal Egemenlik Buluşması mitingini düzenledi. Yerel olarak CHP ve DSP il örgütleri, Cumhuriyet Okurları Derneği, Doğu Perinçek’in İşçi Partisi ve Türkiye Gençlik Birliği, birçok meslek odasının il yönetimlerinin katıldığı toplantılar düzenleyen ADD, en son 19 Temmuz Kadıköy mitinginin ana gövdesini oluşturuyordu.
Milli Güçler
İzmir’de 13 Mayıs 2007’de yapılan Cumhuriyet mitinginin düzenleyicisi olan Cumhuriyet için Güçbirliği Hareketi de, 27 Temmuz’da (bugün) İzmir’de “Bağımsızlık ve Demokrasi mitingi” düzenliyor. Bu mitingde de, “Milli Güçler(in) ABD’nin Ergenekon tertibine ve kuşatmasına Cumhuriyetin Anayasa’sının değiştirilemez ilkelerini savunarak, Cumhuriyeti yıkmak isteyen AKP’yi mahkum ederek cevap verecekleri” belirtiliyor. Platformun sözcüsü Ferda Kardelen’e göre, “Bu mücadele devrim ile karşı devrim arasında kesin sonuca giden bir mücadeledir. Ya emperyalizmin çemberi kırılacak, ya Cumhuriyet boğulacaktır”.
Bu örnekleri İşçi Partisi’nin yayınlarından alıntılarla şişirmeye gerek yok.
ADD’nin bugün Türkiye’de Kemalist düşüncenin iç dünyasını, Türkiye toplumunu ve dünyayı algılama biçimini en iyi yansıtan oluşum olduğunu söyleyebiliriz. Kemalizm’in 1960’larda bir tür yerli Baasçılık çizgisine girmesi ve o çizgiyi bir daha terk etmemiş olmasının doğal sonucu, yukarıdaki büyük ölçüde paranoyak zihin dünyasıdır. Hükümetin, ABD ve AB desteğinde Cumhuriyet’e ve Atatürkçü düşün sistemine karşı savaş açtığına, Ergenekon soruşturmasının herhangi bir hukuki gerçeğe dayanmadığına inanan bir dünyadır bu. Sadece emekli orgeneral genel başkanının masum olduğu inancıyla hareket etmeyen, bütün bu tutuklamaların büyük ölçüde düzmece ve BOP’un bir parçası olduğuna inanan bir çevre bu. Ergenekon suç şebekesini, TSK içinde yakın tarihte yaşanan darbe amaçlı görüşme ve temasların varlığını ya reddediyor ya da bunların AKP’nin yürüttüğü savaşa karşı bir yeni “müdafaa-i hukuk” mücadelesinin parçası olduğuna inanıyor.
Günümüz Türkiyesinde Kemalizm solun bir kesimiyle 1960’larda olduğu gibi yeniden buluşuyor. TKP adını boş bulup kapmış partinin veya Hikmet Kıvılcımlı geleneğinin “ilerici-devrimci asker” sayıklamalarını yeniden canlandırmayı meslek edinmiş bir grubun kurduğu Halkın Kurtuluş Partisi’nin yayın organlarına baktığınızda, ADD’nin yukarıdaki metinlerinden farklı bir söylemle karşılaşmıyoruz. Onun biraz daha sivri, biraz daha Marksist kökenli sözcüklerle süslenmiş versiyonları bunlar. Bu oluşumları sol adına ciddiye almayabiliriz. Ama bunların bugün Türkiye solunun ana gövdesinde yaşanan “antiemperyalist, ulusalcı” savrulmaların abartılı örnekleri olduğunu inkâr edebilir miyiz? AKP aleyhtarlığının ancak iç savaş ortamında duyulabilecek bir nefrete dönüştüğünü, “bütün dünya bize düşman” inancının solun önemli bir kesiminin zihin dünyasına hakim olduğunu ve bütün bunların ortak paydasının, yukarıdaki ADD metinlerinde ifade edilenlerle neredeyse bütünüyle örtüştüğünü görüyoruz.
Bazı insanlarda, büyük bunalım dönemlerinde, köklerini arama ve bildik olanı, kulağın çok eskiden beri duymaya alışık olduğunu arayıp, bunlara sarılarak güven bulma ihtiyacı dayanılmaz biçimde bastırır. Türkiye’de solun önemli bir bölümünün bugün ADD ve müttefiki hareket ve kuruluşların temsil ettiği kalpaklı Kemalizm devrimciliğine sarılmaları, Türkiye sollarının gerçek köklerine dönmesidir. Antiemperyalizm adına Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü, bölücülüğe karşı olmak adına zaman zaman ırkçılık sularına girmekten kendini sakınmayan bir ulusalcılığı ve şeriat tehlikesine karşı ordu müdahalesini utangaç biçimde savunmak, bu aslına dönme süreci içinde ele alındığında gayet tutarlıdır.
ADD yöneticileri, Şener Eruygur’un “gözaltına alınıp tutuklanma süreci ile karşıdevrim süreci tırmandırılmıştır” iddiasını dile getiriyorlar. Bilindiği gibi, ADD Genel Başkan Yardımcısı Sina Akşin, 1950’den itibaren Türkiye’de karşı devrim döneminin başladığı tezini yıllardan beri savunuyordu. Türkiye solunun önemli bir bölümü de aslında bu inancı açıkça ifade etmekten utanarak, için için paylaştı. Yaşanan siyasal bunalım ve panik hali bu utanç engelinin aşılmasını sağladı. Böylece solun Kemalist kökenine dönen kesimi, ADD’nin “antiemperyalist, halkçı-devletçi, devrimci ve ulusalcı” platformunda artık gönül rahatlığıyla yer alıyor. Böylece ADD’nin ülküsü olan, “tüm ulusalcı güçlerin birliği” gerçekleşiyor. “Sözde Ergenekon çetesi” ve “sözde darbe” suçlamalarına karşı, Atatürkçü düşünce sistemi çoktandır reddettiği çocuğuyla can havliyle kucaklaşıyor.
Taşların gerçek yerlerine oturması, piyasacı muhafazakâr güçlere karşı demokrasi alanında özgün bir siyasal mücadele yürütmek için özgürlükçü solun yakalaması gereken tarihi bir fırsattır.