“Yaşlarına rağmen, bunlar çok tehlikeli kişiler. Çocuk olabilirler ama gençler liginde oynamıyorlar. Onlar süper lig takımı ve bu terörist bir takım.” Çocuk tutuklular hakkında böyle bir değerlendirmeyi, Türkiye’de polislere taş atan çocuklara ağır hapis cezaları takdir eden yargıçlardan biri, bu çocukları karakollarda döven polislerin komiseri veya bir jandarma astsubayı söylemedi. Belki söyleme fırsatı olmadı. Ama akıllarından geçirdikleri tahmin edilir.
Yukarıdaki sözleri, Nisan 2003’de ABD genelkurmay başkanı general Richard B. Myers dile getirmişti. Aynı ay, ABD yetkilileri Guantanamo üssünde tutuklular arasında 13 yaşında çocuklar bile olduğunu açıklamışlardı. Uluslararası Af Örgütü’nün mektubunu yanıtlayan Pentagon, Guantanamo’da “16 yaşından küçük olduğunu düşündüğümüz çok az sayıda tutuklu bulunmaktadır” diyerek, eksiksiz cezai ehliyet için kabul ettikleri yaş sınırının 16 olduğunu zımnen kabul etmişti. Somali ile birlikte, Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalamayan iki ülkeden biri olan ABD’de, bazı eyaletlerde, suçun işlendiği tarihte 18 yaşından küçük olan kişilerin de idamla yargılanmasına yasalar izin veriyor. ABD, dünyadaki bu tip infazların dörtte üçünden sorumlu. Guantanamo üssündeki durum, ABD’nin çocuk suçlu algılamasında bir istisnaya değil, sürekliliğe işaret ediyor.
Bugün Türkiye’de 12-17 yaş arasında 500 civarında çocuk sokak gösterilerine katıldıkları veya güvenlik güçlerine taş attıkları gerekçesiyle tutuklu. Bir kısmına ağır hapis cezaları veriliyor. Örneğin, Aralık 2008’de Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesi (evet, doğru okudunuz Çocuk Mahkemesi değil, Ağır Ceza Mahkemesi), bir süre tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılmış üç çocuğu, M.N. (14), A.B. (16) ve S.T. (16)’yi ağır hapis cezalarına çarptırdı. “Eylemlerin bütün halde örgüt adına suç işlemek suçunu oluşturduğu” gerekçesiyle, TCK’nın 314/2 maddesi gereğince sanıklara dava açılmıştı. Çocuklar, 9 Şubat 2008’de Adana’da Gülbahçe Demokrasi ve Kültür Evi’nin açılışı sırasında yapılan polis müdahalesinin ardından, esas olarak polise taş atma suçu nedeniyle gözaltına alınmışlardı. Mahkeme üç çocuğa verilen cezayı, 3713 sayılı yasanın 5. maddesi gereğince yarı oranında arttırdı. Böylece, her birine 7 yıl 6 ay ağır hapis cezası takdir etti. Ardından, yaşları 15-18 arasında olduğu için, A.B. ve S.T`ye verilen cezayı 4 yıl 2 aya, 14 yaşında olduğu için M.N.nin cezasını yarı oranda indirdi. Demek ki yargıçlar, “yaşlarına rağmen bunlar çok tehlikeli kişiler” diye düşünmüşler.
AKP’nin 2005 yılında ceza kanununda yaptığı değişiklikle, yasadışı örgüte yardım ve yataklık edenlere de örgüt üyelerine verilen cezalar verilmeye başlandı. Ardından 2006’da, Terörle Mücadele Kanunu’nunda 15-18 yaş grubunun yetişkin gibi yargılanmasını mümkün kılan yeni bir düzenleme yapıldı. Yargıtay’ın, “örgütün çağrısıyla yapılan eylemlere katılan herkesin örgüt üyesi olarak suçlanabileceği” yönündeki içtihadı bu “reformlara” tüy dikti.
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, bir soru önergesine verdiği yanıtta, Terörle Mücadele ve Ceza Kanunlarında belirtilen “terör suçları”ndan 2006 ve 2007’de 1572 çocuk hakkında dava açıldığını, 92’si Diyarbakır’da olmak üzere 147 çocuğun mahkum olduğunu belirtmişti. 2008’de, çoğu salt polis ifadesine dayanan bu tür suçlamalar nedeniyle, eskisinden daha fazla çocuk gözaltına alındı. Bu çocuklara yönelik suçlar, güvenlik güçlerine taş atmak, “terör örgütünün eylemlerine katılmak”, “yasadışı slogan atmak”. Eylem denilen şeyler, sokak gösterileri.
Bu “ağır suçlar” nedeniyle, 23 yıl hapis cezasına kadar varan cezalar talep ediyor savcılar. Demek ki bu savcılar da, 15 yaşında bir çocuğun “Biji Apo” diye bağırmasını, polise taş atmasını, son derece ağır bir suç olarak görüp, bu çocukları “yaşlarına rağmen çok tehlikeli kişiler” olarak görüyor. Bu çocuklardan korkuyor polisler, savcılar, hakimler, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, Başbakan, AKP milletvekilleri, bir kısım muhalefet partisi milletvekilleri. Sonra aynı kişiler Guantanamo’da işlenen ağır insan hakları ihlallerini eleştirip, Gazze’de İsrail ordusunun öldürdüğü çocuklar için isyan ederek, başkalarına insan hakkı dersi verme konusunda mangalda kül bırakmıyor. Buna riyakarlık mı, aymazlık mı, şizoidlik mi, ne deneceğine siz karar verin. Ama şu kesin ki, biz de çocuklarımıza işkence etmeyi, onları aylarca hapishanelerde tutmayı, bazılarına ağır hapis cezaları vermeyi çok iyi biliyoruz.
Çocuk Koruma Kanunu ve BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, “ne olursa olsun ve ne fiili gerçekleştirirse gerçekleştirsin” 18 yaş altındaki tüm bireyleri çocuk olarak kabul etmektedir. Bu çocukların Çocuk Mahkemelerinde yargılanmaları, tutuklu veya hükümlü iseler eğitimden uzak kalmamaları, tutukevlerinde ayrı bölümde tutulmaları, soruşturmada avukatlarının desteğine kesintisiz sahip olmaları ve mümkün olduğu kadar tutuksuz yargılanmaları gibi kurallar, zanlılar çocuk olduğu zaman riayet edilmesi gereken günümüz evrensel adil yargı ilkeleridir. Türkiye’nin taraf olduğu bir dizi sözleşme bunu emretmektedir. Ama bugün devletin pençesi, kendisine aykırı eylemde bulunan, aykırı söz söyleyen, kendine taş atan çocukların boynuna geçmeye hazırdır. O çocukların boynunda, ömür boyu unutmayacakları pençe izini bırakmanın sonuçlarını düşünmekten bile aciz, bir devlet ve devletli öfkesidir bu.
Murat Paker, “bu çocukların çocuk veya ergen olduklarının inkar edildiğini, yetişkinlerin zihinsel ve duygusal kapasitelerine sahip olduklarının varsayıldıklarını hatırlatıyor. Bunun da yetmediğini, “güvenlik güçlerine taş atmak davranışından terörizm suçlamasına kolayca zıplandığını” belirtiyor. Bu ise, “Türkiye’de sistemin çok vahim bir akıl ve vicdan tutulmasından muzdarip olduğunun işaretidir”.
Bianet’te yayımlanan değerlendirmesinde, adli tıp uzmanı profesör Ümit Biçer, çocuk ifadelerinden ve mahkemelerdeki dosyalardaki bilgilerden hareketle, “çocukların şiddet ve protestoların içinde büyüdüğünü, çevrelerindeki yetişkinleri örnek aldıklarını, akranlarıyla grup halinde davranmaya çalıştıklarını ve yaşları gereği otoriteye karşı isyan duygularının öne çıktığını” vurguluyor. “Bir çocuğun başkasına taş atmanın suç olduğunu anlayabileceğini ama bunun devletin ortadan kaldırılmasına yönelik bir suç olabileceği şeklinde bir soyutlama yapamayacağını” ilave ediyor. Ayrıca çocukların işledikleri iddia edilen suçun anlam ve sonuçlarını kavrama yeteneklerinin varlığını değerlendirecek adli tıp raporlarına, çocukların gelişimini, yaşadıkları çevreyi, kültürel şartları değerlendiren sosyal inceleme raporlarına gerek var. Bir de bu çocukların tutukluluk veya hükümlülük sonrası edinecekleri sosyal konumu ve içinde olacakları psikolojik hali düşünecek emniyet ve yargı görevlerine ihtiyaç var.
Üç çocuk yapın diye topluma öğüt veren Başbakan, seçim gezisinde kendisine “Allah sizin cezanızı seçimde verecek” diye bağıran 13 yaşındaki bir çocuğu ensesinden tutarak, “sen ne istiyorsun?” diye soruyor. 13 yaşında bir ilköğretim öğrencisinin ne dediği belli. Demokraside Allah değil seçmen ceza verir. Ve iktidar partisinin böyle bir ceza almasını temenni etme hakkı, demokrasinin olmazsa olmaz bir gereğidir. Üstelik başbakanın kendisi, her fırsatta “Allah’ın izniyle” bu seçimlerde de partisinin büyük bir başarı kazanacağını ümit ettiğini dile getirdiğine göre, muhalif bir görüşün de “Allah’ın buna izin vermemesini” temenni etme ve bunu yüksek sesle, Başbakan’ın yüzüne söyleme hakkı vardır. Bu küçük çocuk, büyük ihtimalle babasının evde sık dile getirdiği bir temenniyi Başbakan’ın yüzüne yüksek sesle söylemiş. Bunu “Başbakan’a hakaret” olarak tanımlayıp, savcılıkta ifadesinin alınmasına yol açanların Başbakanı, hükümeti ve güvenlik güçlerini ne kadar zavallı bir duruma düşürdüklerini birileri AKP yönetimine söylemiyor mu? Artık dilinin freni bütünüyle boşaldığı gibi, elinin endazesinin de iyice kaçtığı anlaşılan Başbakan’a, elini 13 yaşında bir çocuğun boynuna öfkeyle geçirmenin medeni ülkelerde çocuğa fiziki şiddet uygulama ve taciz olarak değerlendirildiğini hatırlatacak bir yakını yok mu? Ya da başbakan, kendi sevgili oğlu Bilal’e 13 yaşındayken bir yabancının böyle davrandığını duysa, görse ne yapardı, hiç düşünür mü?
Taş atmayı ağır bir suç, bir terör suçu olarak gören, devlet ve devletlinin otorite simgelerine toz kondurtmamaya herşeyden çok önem veren, burnundan kıl aldırmayan bu kaba otoriter devlet zihniyetine Tayyip Erdoğan ve çevresindeki teşrifatçıları uyum sağlamakta zorlanmıyor. Kendilerine laf atan, taş atan, otoritesini saymayan çocuklara karşı duyulan bir öfke bu, çocuklarla sınırlı değil. Kendine biat etmeyene karşı duyulan genel öfkenin bir parçası.
Önümüzdeki günlerde uluslararası ortamda biri kalkıp, başbakana, bir bakana veya bir devlet temsilcisine, “siz de çocukları hapse atmayı çok iyi bilirsiniz” dese, acaba ne yanıt verirler? Soruyu soranı ensesinden mi tutarlar?
Türkiye’de çocuklar, Guantanamo’da olduğu gibi, terörizm süper liginin oyuncuları olarak algılanıyorlar.
Radikal İki, 15.3.2009