Başkan G.W. Bush'un ikinci defa da önlenemeyen yükselişinin ardında Evanjelik Protestanların olduğunu artık hepimiz duymaktan yorulduk. Ancak biraz daha derinlemesine bakarsak, bu grubun ne sayıca, ne finansman olarak, ne de Fox News gibi basın-yayın kanalları desteği ile bu zafere tek başına imza atacak kapasitede olmadığını görebiliriz. Daha doğrusu şimdilik bu kapasitede değiller. Öyleyse kim bu Bush'a oy veren 'ahlâklı' çoğunluk?
Son seçimlerde tahminlerin aksine, ekonomik kaygılar veya Irak savaşı oy vermede esas belirleyici faktörler olamadı. Kerry seçim öncesi atmosferi ne kadar sekülerleştirmeye çalıştıysa da malesef konu gidip gelip dinî-ahlâki tartışmalara dayandı. Kerry’nin Vietnam kahramanlıkları, savaş konusundaki tecrübe ve sağduyusu, Bush'un yaptığının aksine yükü zenginlere bindirecek alternatif vergi reformu gibi konular hep bir kenara itildi. Ekranlarda ve dolayısıyla akıllarda kalan, Kerry'nin kürtajı yasadışı yapmak istemediği veya eşinin gay ve lezbiyenlere karşı fazlaca hoşgörülü bulunan tavırları oldu. Ahlâki olarak fazlasıyla 'liberal' bulunan bu tabloya bir de Massachusetts'in ABD'de gay ve lezbiyelere evlilik hakkı tanıyan ilk eyalet olmasının eklenmesi adeta tuz-biber oldu. Kerry, ülkesinin en liberal ve ilerici eyaletlerinden biri olan Massachusetts'den seçilmiş bir senatör olmanın cezasını fazlasıyla çekti bu seçimlerde. Ne Katolik olması, ne de pazar günleri kiliseden çıkarken basına verdiği görüntüler, bu zararı gidermede yeterli olamadı.
Malesef ABD'de siyasî gündem bu tarz dinî ve ahlâki konulara takılıp kilitleniyor. Bush'un hemen her konuşmasında aile değerlerine, doğruluğa ve ahlâka referans vermesi, sözüne Allah ile başlayıp Allah ile son vermesi boşuna değil. Bilakis, o her 'God bless America!' dediğinde 'kuvvetli dinî inanca sahip bir Başkan' görmek isteyen seçmenlerin gönlünü okşuyor ki; bu grup tüm ABD seçmenlerinin neredeyse dörtte üçünü oluşturmakta.[1]
Aşırı dindar Bush taraftarlarının belkemiğini, 16 milyondan fazla üyesi ile Southern Baptist Convetion adlı güneyli Evanjelik forum oluşturmakta. Protestanlığı son derece muhafazakâr bir şekilde yorumlayan bu grup, yakın zamanda Uluslararası Baptist Konfederasyonundan koptu. Sebep: Konfederasyonun yeterince muhafazakâr olmaması, bayanları din adamlığına kabul etmek gibi 'aşırı-liberal' tavırla sergilemesi. Ancak, uluslararası camiada kendi örgütüne karşı böylesine katı ve uzlaşmaz bir tavır sergileyen grubun kapısı ABD içindeki diğer muhafazakâr mezheplere son derece açık.
Bir zamanlar İncil'in en doğru versiyonu, en doğru yorumu konusunda birbiriyle boğaz boğaza gelmiş farklı mezheplerin aşırı tutucu kanatları, bugün enteresan bir koalisyon oluşturmuş durumdalar. Southern Baptist Convention, örneğin, artık Katolikleri Papa'yı ikonlaştırıp tanrıya şirk koşmakla suçlamaktan vazgeçmiş. Bilakis, kürtaj, homoseksüellik, aile kurumunun tanımı (yalnızca kadın ve erkek arasında tanımlanmış birliktelik), kadınların din adamı olamaması gibi konularda koyu Katoliklerle vardıkları uzlaşma, neredeyse 500 yıllık Protestan-Katolik çatışmasını hasır altı etmiş durumda. İşin enteresanı, Demokrat Partinin yılmaz oy ve bağış deposu Yahudilerin de bu aşırı-muhafazakar koalisyona olan sempatisi. Nitekim, Kasım seçimleri öncesi çeşitli ortodoks Yahudi dernek ve havralarında yaptığı ateşli konuşmalar sonucu Başkan Bush,Yahudilerden gelen oylarını %19'dan %25'lere çıkartmayı başardı.[2] İşte bu nedenle Bush'un başarısının arkasında sadece bir Evanjelik komplo aramak, farklı mezhepler ve hatta dinler arasındaki bu enteresan koalisyonu görmezden geleceği için biraz basit ve indirgemeci bir yaklaşım olacaktır. ABD'de Lutheryen olsun, Katolik olsun, hemen her mezhebin içerisinde derin çatlaklar oluşmuş durumda. Aynı mezhep içerisinde 'gelenekçi' , 'merkez yanlısı' ve 'liberal-modernist' diye adlandırabileceğimiz kanatlar mevcut. Evanjeliklerin bugün belki de en kayda değer başarısı, farklı mezhepler, hatta dinler arasında bu muhafazakâr kanatları birleştiren kuvvetli bir ittifak oluşturabilmeleri.
İlk dört yıllık döneminde Başkan Bush fazla din eksenli siyaset yaptığı için kısmen eleştirildi. Bunun sonucu olarak da Başkan, seçim öncesi ülke için oldukça bölücü olan bazı konularda frenlere basıp muhafazakâr destekçilerini hayal kırıklığına uğrattı. Örneğin, 2004 seçim kampanyalarında evlilik tanımı hususunda herhangi bir anayasa değişikliği önermeyeceği söyledi. Gerçi bu konuda biraz da mevcut siyasi sistem elini kolunu bağlıyordu. ABD'nin federal sisteminde bu gibi konular anayasa tarafından eyaletlerin yetki alanına bırakılmıştı, merkezî hükümete değil. Liberaller tam bir soluk alıp eyalet bazında mücadeleye hazırlanırken, Bush yeniden seçilmenin de verdiği fütursuzlukla ulusal siyaseti din bombardımanına tutmaya başladı bile.
Bütün dünyanın bir Brezilya dizisi tadında takip ettiği Terri Schiavo draması buna iyi bir örnek. (Neden bütün büyük skandallar, problemler ve doğal afetler Florida'dan çıkar, o da ayrı bir konu...) Bush'un helikopterle Texas'tan uçarak gelip Senato'dan sadece ve sadece Schiavo için geçirilen bir kanunu imzalaması son derece göz yaşartıcıydı. Belge onun imzası için Texas'a gönderilebilirdi, ama bu tabii ki yeterince sansasyonel olmazdı.
Evlilik meselesinde olduğu gibi, Terri Schiavo meselesinde de top aslında federal sistem gereği eyaletlerdeydi. Zaten Florida'nın eyalet mahkemeleri, 15 senedir bilinçsiz ve makinelere bağlı bir şekilde yaşayan bu hanımın karnına giden tüp ile halihazırda uğraşmaktaydı. İmzaladığı kanunla hem federal sistemi, hem de yargının bağımsızlığı ilkesini tepetaklak ettiği söylendiğinde ise Bush, hata yapıyorsa da bunu 'yaşamdan yana' yapmış olmakla övünmek yüzsüzlüğünde bulunabiliyordu. Bu kadar 'yaşamdan yana' olan Başkan'ın ölüm cezasını kaldırmak için kılını bile kıpırdatmaması, bilakis, vali olduğu dönemde Texas'ta rekor sayıda idama onay vermesi de tabii ayri bir çelişki.
Meksika hükümeti yakın zamanda ABD'yi Uluslararası Adalet Divanına şikayet etmiş bulunmakta. Sebep: 50'ye yakın Meksika vatandaşının ABD'de adil bir yargılama sürecinden geçmeksizin idam sırasında beklemesi. Bu davalar arasında mahkemece atanan savunma avukatların uyuduğu, DNA testlerinin yapılmadığı, elçiliğe hiç haber verilmediği durumlar mevcut. Ancak hata yapacaksa da bunu 'yaşamdan yana' yapmakla övünen Bush, iç parçalayıcı bu hikayeleri duymak ve adaletin tecellisi için harekete geçmek yerine seçimini Uluslararası Adalet Divanından çekilmek yolunda kullanıyor. Ne mutlu. Tabii dinibütün ailesi ile tüm medya kanallarını adeta monopolize etmiş bitki-insan Terry Shaivonun yaşamı ile kıyaslandığında hapisteki 50 Meksikalının hayatının ne önemi var?
Peki uzun süren sessizlikten sonra dindar çevrelere verilen bu paslar neden diye soracak olursak, cevap için yine iç politikaya bakabiliriz. Şu anda Bush'un elinde satması oldukça zor bir sosyal güvenlik reformu var. 1929'daki Büyük Buhran sonrasında kurulan ve ABD'de sosyal devletin köşe taşını oluşturan sosyal güvenlik sistemi ciddi bir tehdit altında. 1930'larda piyasaların yıkıcı etkilerini yaşayıp bundan ders almış nesiller, tekrar yemek kuyruklarına düşmemek, yaşlandıklarında aç,sefil ve işsiz kalmamak için devlet güvencesinde oluşturulan sosyal güvenlik fonlarını desteklediler. Dönemin siyasi iktidarları da Avrupa'da çok daha önceden kurulmuş olan bu sistemi ABD'de yerleştirme basiretini gösterdi. Daha sonra gelen gerek Cumhuriyetçi gerekse Demokrat iktidarlar bu temel sosyal güvence sistemine sahip çıktılar. Şimdiki Sayın Başkan ise, özelleştirme yoluyla bu fonları yeniden piyasaların emrine sunmak istiyor. Böylece Sayın Bush, yılmaz destekçisi büyük finans sektörünün kasalarına müthiş büyüklükte bir kaynak aktaracak. Ayrıca kamu sektörünü küçülterek, öncüsü olduğu 'gece bekçisi devlet' ideolojisine de büyük bir zafer kazandıracak. Ancak milyonların emekliliğini ve geleceğini böylesi büyük risklere atmak kolay değil. Onun için ciddi bir koalisyona ihtiyaç var. İşte tam da koalisyon demişken akıllara yukarıda bahsettiğimiz 'dinibütün cemaatler' geliyor. Neden olmasın?
ABD'de şu sıralar evlilikle ilgili anayasa değişikliği, fetüsün yaşam hakkı, kök-hücre üzerinde araştırma yapılamaması gibi aşırı-muhafazakar tutumların Bush tarafından yeniden gündeme getirildiğini görmekteyiz. Ne yazık dindar çevreleri cezbetmeye yönelik bu hamleler sadece Amerikalıları etkilemiyor. Örneğin, Başkan Bush tarafından Birleşmiş Milletler'e atanan aşırı muhafazakâr yetkililer, kadın sağlığı veya nüfus kontrolü gibi konularda kendi dünya görüşlerini cümle aleme dayatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Dinibütün ABD heyeti, uluslararası deklarasyonlarda 'doğum kontrolü' veya 'prezervatif' kelimelerinin geçmesini veto etmeye çalışıyor. Bunlar ne yazık ki abesle iştigal deyip geçiştirilecek şeyler değil. Nüfusu yüz milyonları aşmış, kalkınma sancısı çeken ülkeler veya HIV/AIDS oranının %40'lara vurduğu Afrika ülkeleri için kilit çözümler. Ancak iç politika gereği aşırı dindarlarla paslaşan Sayın Başkanın umurunda mı dünya... Onun 'sosyal güvensizlik' paketini geçirmek için büyük koalisyonlara ihtiyacı var. Aşırı dindarlarla bu konuda yapılacak bir destek takası, her iki tarafı da memnun edebilir. Onlar erer muradına, 21. yüzyılda hâlâ dine göre oy veren ABD seçmeni çıkar kerevetine...