Dresden: No Pasaran! Zemin Nazilerin Ayaklarının Altından Kayıp Giderken

Almanya, ‘80‘lerin sonlarından itibaren gittikçe güçlenen bir faşist harekete sahne oluyor. NPD (Almanya Ulusal Demokrat Partisi) vb. faşist partiler, ‘70’li yılların sonlarına kadar ağırlıklı olarak İkinci Dünya Savaşı döneminden kalma Nazilere (“Altnazis”) ev sahipliği yapan nostalji dernekleri görüntüsü taşırken, 1980’lerde “skinhead” altkültürünün anaakım siyasette gittikçe daha önemli bir rol oynamaya başlayan yabancı düşmanlığıyla buluşmasıyla yeni bir Nazi kuşağı (“Neonazis”) doğmuştu.

Özellikle iki Almanya’nın birleşmesinin ardından kötüleşen ekonominin ve neo-liberal ekonomi politikasının yarattığı hoşnutsuzluğu kendi amaçları doğrultusunda kanalize etmekte başarılı olan Naziler, bir yandan göçmenlere ve solculara yönelik şiddetin dozunu arttırırken, diğer yandan seçim başarıları üstünden belediye meclislerine ve eyalet parlamentolarına girerek meşru bir siyasi aktör olarak kabul görme çabalarını yoğunlaştırdılar: Doğu Almanya’nın lağvedilerek Batı’ya katıldığı 1990 yılından bu yana Naziler tarafından öldürülen insanlar –resmî rakamlara göre– 150’ye ulaştı, ki bu sayının yalnızca buz dağının su üstünde kalan kısmı olduğunu unutmamak gerek. Öte yandan Naziler, gerek Doğu, gerek Batı Almanya’da birçok belediye ve eyalet meclisine seçilmeyi başardılar. Ancak faşist hareketin karşı karşıya olduğu en büyük sorunlardan biri, bugün hâlâ sürdüğünü iddia ettikleri müttefik işgalinin kuklası olarak gördükleri “diktatörlüğe” karşı ulusal devrim mücadelesi verdiğini iddia eden küçük militan gruplarla anaakım siyasetin sağ kanadıyla temas ve işbirliği olanaklarını kullanarak toplum nezdinde meşrulaşma stratejisini benimseyen partililer arasındaki gerilim. Dolayısıyla Nazilerin, fraksiyonlar arasındaki fark ve gerilimlerin ötesinde bir bütün olarak davranmayı başardığı nadir platformlardan biri olan Dresden yürüyüşü hareket açısından büyük bir öneme sahip.

Saksonya Eyaleti’nin başkenti olan Dresden, Doğu Almanya’nın Berlin ve Leipzig’in ardından en büyük üçüncü şehri. İngiliz ve Amerikan uçakları, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna yaklaştığı 13 Şubat 1945’te iki gün sürecek ve Dresden’i yerle bir edecek bir hava saldırısı başlatmış, saldırının sonucunda şehrin askeri ve sivil altyapısının büyük ölçüde yıkılmasının yanında –çoğu sivil– 25 bin insan hayatını kaybetmişti. Savaş sonrasında özellikle İngiliz Hava Kuvvetleri “Royal Airforce”un tercih ettiği geniş alan bombalama taktiğinin (“Area Bombing Directive”), gerekliliği ve savaş suçu olarak kabul edilip edilemeyeceği tartışma konusu olacaktı. “III. Reich”ın Goebbels’in yönetimindeki Propaganda Bakanlığı, Dresden Bombardımanı’nı Faşist Almanya’yı savaşın kurbanı olarak göstermekte kullanacak, Nazilerin yaydığı Dresden ve çevresindeki kurbanların sayısının yüz binlere ulaştığı yalanı uzun yıllar uluslararası kamuoyunda kabul görecekti.[1]

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Dresden’e yapılan hava saldırısının kurbanlarını anma etkinlikleri düzenlenmeye başladı. Başlangıçta, Dresden’in bombalanmasına varacak olaylar zincirini başlatan Nazi Almanyası’nın sorumluluğunu vurgulayan Demokratik Alman Cumhuriyeti, çok değil birkaç yıl sonra hava saldırısının –Joseph Goebbels’in “Anglo-Amerikan Hava Gangsterleri” ifadesini de kullanarak– şehrin altyapısının Sovyetler Birliği’nin eline geçmemesi için gerçekleştirildiğini söylemeye girişti. Özellikle iki Almanya’nın birleşmesinin ardından Federal Alman Devleti, Dresden’in bombalanmasını tarihsel bağlamından kopartarak kurbanların anıldığı resmî yas etkinlikleri düzenlemeye başladı. Her ne kadar III. Reich’ın savaşı kaybedeceği çoktan kesinleştiği bir dönemde Dresden’de on binlerce insanın ölümüne yol açan hava saldırısı savaşın insanlık dışı karakterini ortaya koyuyor olsa da, Almanya’nın on milyonlarca insanın ölümüne yol açacak İkinci Dünya Savaşı’nı başlatan faşist devlet olarak değil, müttefiklerin ölçüsüz şiddetinin kurbanı olarak anıldığı etkinlikler, Nazilerin en önemli mitlerinden birinin anaakım siyasetle örtüşmesini sağlayacaktı. Böylece ‘90’lı yıllardan itibaren Naziler resmî anma etkinliklerinin bir parçasını oluşturmaya başladılar.

Naziler 2000 yılında “bomba terörünün kurbanlarını onurlandıralım” sloganıyla ilk kez resmî 13 Şubat etkinliklerinden bağımsız, 500 kişilik bir “yas yürüyüşü” düzenlerken, bu sayı dört yıl içinde 2.000’i geçti. 2005 yılında yürüyüş, ilk kez resmen NPD tarafından düzenlenirken katılımcı sayısı 6.500’e ulaştı. Böylece Dresden yürüyüşü, Hitler’in kişisel sekreteri olan ve 47 yıl hapiste kaldıktan sonra intihar sonucu ölen Rudolf Heß’i anmak amacıyla Bavyera Eyaleti’nin kuzeyinde küçük bir şehir olan Wunsiedel’de düzenlenen ve tüm Avrupa’dan Nazilerin katıldığı yürüyüşün antifaşist direniş sonucunda olanaksız hale gelmesinin ardından, Avrupa çapında Nazilerin bir araya gelerek güç gösterisi yaptığı en önemli etkinliğe dönüştü.

Dresden’in anlamı, dışa dönük güç gösterisi işlevinin ötesinde, farklı Nazi çevrelerinin buluştuğu ve aralarındaki tüm anlaşmazlık ve gerilimlere karşın birlikte çalıştığı nadir kitlesel etkinliklerden biri olmasında yatıyor. NPD gibi faşist partilerin üyeleri, seçmenleri ve sempatizanlarının yanında militan “Kameradschaft” grupları, Nazilerle “merkez sağ” arasında köprü işlevi gören “sürgün dernekleri”[2] ve Avrupa’nın birçok ülkesinden Naziler katılımcılar arasında yer alıyor. Nazilerin Dresden’de yaşanan katliamı tanımlamakta kullandığı “Bombenholocaust” (“bomba soykırımı”) terimi, toplama ve imha kamplarında milyonlarca insanın öldürülmesini rölative ederek önemsizleştirme ve Nasyonal Sosyalist Alman Devleti’ni barbar saldırılar karşısında kendisini savunmak zorunda kalan bir kurban olarak sunma işlevini görüyor.

Anaakım siyasi partiler, yıllarca Nazilerin yürüyüşünü görmezden gelmekte direterek resmî anma etkinliklerinde Dresden’de yaşananların Naziler tarafından propaganda amaçlı kullanılmasını kınamakla yetinirken, 2010 yılında Sol Parti’den otonom gruplara kadar uzanan geniş bir “antifaşist cephe” yürüyüşü engellemek amacıyla Dresden caddelerini doldurma çağrısı yaptı. Böylece şehre ulaşan 5.000 Nazi, polisin yürüyüşü bloke etmek isteyen antifaşist eylemcileri şiddet kullanarak uzaklaştırma girişimine rağmen yürümeyi başaramadı.

Nazilerin Dresden yürüyüşünün, 2010’da engellenmesinin ardından bu yıl gerçekleşip gerçekleşmemesi büyük önem taşıyordu, zira yürüyüşün iki yıl üst üste engellenmesi, Naziler açısından büyük stratejik öneme sahip bir propaganda ve örgütlenme zemininin ortadan kalkması olasılığını beraberinde getiriyor. Bu yıl 13 Şubat’ın Pazar gününe denk gelmesi nedeniyle görece küçük bir yürüyüşle yetinen Naziler, ağırlığı 19 Şubat Cumartesi günü daha geniş bir katılımla gerçekleştirmeyi planladıkları ikinci yürüyüşe verdiler.

13 Şubat günü 1.200 Nazi’nin katıldığı yürüyüş, antifaşist eylemcilerin insan zincirleri ve blokaj noktaları oluşturarak yolları tıkama çabalarına rağmen polisin Nazilerin yürüyüş güzergâhının değiştirmesi sayesinde –planlanandan kısa sürmekle beraber– tamamen engellenemezken, birkaç yüz Nazi “Heidefriedhof Mezarlığı”nda yapılan resmî yas etkinliğine de katılarak Dresden Bombardımanı’nda ölenlerin sembolik mezarına çelenk bıraktı. Nazilerin “görme ve duyma mesafesinde” her tür protesto eylemi yasaklanır ve Almanya’nın dört bir yanından Dresden’e gelen binlerce Nazi karşıtı arasında birçok kişi polis şiddeti sonucu yaralanırken, Nazilerin planlanan güzergâhta olmasa da nihayetinde yürümelerinin önüne geçilememesi, gerek Nazilerin gerek antifaşist çevrelerin günü kendi hanelerine başarı olarak yazmalarına yol açtı. Ancak Naziler, 19 Şubat Cumartesi günü, sonrasında “aslında ne kadar büyük bir zafer kazandıklarını” anlatamayacakları kadar açık bir yenilgi alacaktı.

18 Şubat akşamı, Nazi yürüyüşünün yasaklanması için yapılan başvuru mahkeme tarafından geri çevrildi. Polis her tür yürüyüşü durdurma çabasının önüne geçerek Nazilerin “düşünce özgürlüğü”nü garantilemekle görevlendirildi. Dresden çevresinde otoyolların bir şerit kullanıma açık kalacak şekilde kapatılmasına ve solcu eylemcileri taşıyan otobüslerin şehre 10 kilometreden fazla yaklaşmasına izin verilmemesine rağmen, Nazilerin buluşma noktası olan Dresden Tren Garı, sabahın erken saatlerinden itibaren binlerce insan tarafından bloke edildi, garda buluşmayı başaran 1.000 kadar Nazi polis korumasında yerlerinden kımıldamadan beklemek zorunda kaldı. Tren garında toplanmanın bir işe yaramayacağını anlayan 1.000 kadar Nazi de, şehrin güneybatısındaki Plauen Mahallesi’nde “Nasyonal sosyalizm hemen şimdi!” ve “Hepinizi öldüreceğiz” gibi sloganlar eşliğinde, karşılarına çıkan antifaşistlere saldırmak amacıyla yürüyüşe geçti.

Birçok antifaşistin yanında alternatif yaşam projesi “Praxis” de Nazilerin saldırılarından nasibini aldı. Nazilerin binaya taşlarla saldırmasını izlemekle yetinen ve saldırganları tutuklamayan polis, antifaşistlere karşıysa şiddet kullanmaktan çekinmedi. Yaralananların arasında toplama kamplarındaki vahşetin canlı tanıkları da vardı, “Vereinigung der Verfolgten des Naziregimes” (“Nazi Rejimi Tarafından Kovuşturmaya Uğrayanlar Birliği”) Başkanı Heinrich Fink, “Polisin barışçıl blokaj eylemlerine katılan antifaşistlere karşı uyguladığı şiddetin boyutu utanç verici,” derken, Sol Parti milletvekili Katja Kipping, Dresden parti il merkezlerinin bulunduğu binanın kapıları kırılarak polis tarafından basıldığını, parti merkezinde bulunan herkesin elleri kelepçelenerek gözaltına alındığını bildirdi.

Sonuçta son yıllarda yaşadıkları hayal kırıklıklarının etkisiyle beklenenden çok daha az, yaklaşık 2.500 civarında Nazi Dresden’e giderken, Almanya’nın dört bir yanından şehre ulaşan 20.000’e yakın antifaşist, oturma eylemleriyle ve barikatlarla yürüyüş güzergâhının bulunduğu geniş bir alanda caddeleri kapayarak, geçtiğimiz yıl da olduğu gibi faşistlerin Dresden’de bir araya gelerek insanlık dışı dünya görüşlerinin propagandasını yapmalarının önüne geçti.

Nazilerin, önümüzdeki yıl bir büyük hayal kırıklığını daha göze alıp Dresden yürüyüşünü yinelemeye çalışıp çalışmayacakları hakkında kesin bir şey söylemek için henüz daha çok erken. Ancak 2010 yılında engellenmelerinin birçok Nazi’yi bu yıl evde kalmaya ikna ettiği düşünülecek olursa, en azından olası bir girişimin başarı olasılığının oldukça düşük olduğunu söylemek mümkün. Böylece bir hareket olduklarını hissedebilecekleri kitlesel etkinlikler açısından Wunsiedel’deki Rudolf Heß yürüyüşünün ardından bir kapı daha Nazilerin yüzüne kapanmış oluyor…

gueneslipazartesiler.blogspot.com


[1] Bombardımanın gerçekleştiği tarihte Dresden’in nüfusu ve bu nüfusun (asker, sivil, toplama kamplarındaki tutsaklar vs.) bileşimi hakkında kesin rakamlara ulaşmak hâlâ olanaklı değil. Dolayısıyla Dresden bombardımanı özellikle tarih revizyonistlerinin propaganda amaçlı yarattığı efsaneler için son derece verimli bir zemin sunuyor. İsveç gazetesi Svenska Morgenbladet 17 Şubat 1945’te 100.000 insanın hayatını kaybettiği duyururken, 27 Şubat tarihli sayısında bu rakamı 200.000’e çıkardı. Uluslararası Kızılhaç, 1948 yılında Nazilerin açıklamalarına dayanarak hava saldırısının kurbanlarını 275.000 kişi olarak açıkladı. İlerleyen yıllarda Die Welt ve Süddeutsche Zeitung gibi gazeteler 135.000’le 400.000 arasında değişen rakamlara yer verdiler. Nazi Almanyası’nın toplama ve imha kamplarında Yahudilere ve Çingenelere uyguladığı soykırımın gerçekliğini reddeden tarih revizyonistleri, Dresden’de ölenlerin sayısını 500.000’e kadar yükselttiler.

[2] “Vertriebenenverbände“ (Sürgün Dernekleri), İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Macaristan, Polonya ve Çekoslavakya’dan sürülerek Almanya ve Avusturya’ya yerleşen Almanlar’ın haklarını savunma iddiasıyla kuruldular. Nazi Almanyası’nın bu ülkelerde işlediği insanlık suçlarını ve yerel Alman nüfusun bu suçlara katılımını göz ardı ederek, Alman halkını (özellikle azınlıkta olduğu bölgelerde) savaşın esas kurbanı olarak gösterme siyasetini güden bu dernekler, bir yandan Nazilerle dirsek temasını sürdürürken diğer yandan Hristiyan Demokratlar’dan Liberaller’e merkez sağla iş birliği içinde faaliyetlerini yürütüyorlar.