BDP’de siyasi cismini bulan Kürt hareketi ile AKP’nin Güneydoğu oyları için yürüttükleri mücadele Türkiye’nin yakın vadedeki geleceğini şekillendirecek bir viraja girdi, 12 haziran seçimleri öncesinde. AKP’nin Kürt Açılımı başlatmasıyla hızlanan bu gerilim, hatırlanacağı üzere referandum öncesinde de sert hamlelere neden olmuş, Erdoğan’ın Güneydoğu ziyaretleri ayaklanma girişimleri eşliğinde cereyan etmişti. Tablo net. AKP Güneydoğu’dan, dindar Kürt seçmenlerinden hatırı sayılır ölçüde oy almakta ve bu oyları önümüzdeki dönemde hiç olmazsa kaybetmemeyi amaçlamakta. BDP ise kendi coğrafyasındaki tehdidin farkına varmış, Hükümet eliyle yürütülsün ya da yürütülmesin her operasyonu AKP’ye/Erdoğan’a fatura ederek tehdidi bertaraf etmeye çalışmakta. Bu arada AKP de içi boş bir açılımı hayata geçirip eline yüzüne bulaştırmak, “Kürt sorunu yoktur” gibi çıkışlar yapmak, Kastamonu’daki polis konvoyuna yönelik saldırıdan suikast girişimine maruz kalmış bir Özal primi yaratmak gibi eylemlere imza atmakta. Sevimsiz bir ifade kullanmak durumundayım ama manzara şöyle: pasta büyük olduğu için mücadele de sert geçiyor. Geçiyor ama olan hem Batı hem de Doğu coğrafyasındaki “ortak yaşama iradesine” oluyor.
Güneydoğu’nun AKP için taşıdığı önemi şöyle tarif edeyim isterseniz. 2007 seçimlerine göre (son genel seçim 2007’de olduğu için bunu dikkate alıyoruz) AKP’nin bu bölgedeki oyları ve çıkardığı milletvekili sayısı şöyle:
Diyarbakır: %40 oyla 2. Parti, oy sayısı 191 bin, çıkardığı milletvekili sayısı 6
Şanlıurfa: % 59 oyla 1. Parti, aldığı oy sayısı 267 bin, çıkardığı milletvekili sayısı (çms) 9
Bingöl: % 71 oyla 1. Parti, aldığı oy sayısı 78 bin, çms 3
Bitlis: % 58 oyla 1. Parti, oy sayısı 68 bin, çms 3
Van: % 53 oyla 1. Parti, oy sayısı 163 bin, çms 5
Batman: % 46 ile 1. Parti, oy sayısı 73 bin, çms 2
Hakkari: % 33 ile 2. Parti, oy sayısı 29 bin, çms 2 (mesela Hakkari’de Bağımsız aday daha fazla oy almasına rağmen AKP 2 mv çıkarıyor, bunda barajın da etkisi var)
Kilis: %56 ile 1. Parti, oy sayısı 29 bin, çms 2
Ağrı: % 63 ile 1. Parti, oy sayısı 103 bin, çms 5
Gaziantep: % 59 ile 1. Parti, oy sayısı 328 bin, çms 7
Şırnak: % 26 ile 2. Parti, oy sayısı 33 bin, çms 1
Siirt: %48 ile 1. Parti, oy sayısı 44 bin, çms 2
Mardin: %44 ile 1. Parti, oy sayısı 105 bin, çms 4
Muş: % 38 ile 2. Parti, oy sayısı 54 bin, çms, 2
Toplam 53 milletvekili çıkarmış AKP 2007 seçimlerinde Kürt nüfusun etkin olduğu bölgeden. Bağımsız adayların 2007 seçimlerinde Adana ve Mersin’den milletvekili çıkaramadığını da ekleyelim. Evet 2007’de AKP Cumhurbaşkanlığı darbesinin getirdiği ortamdan faydalandı ama bölgede bu tablo 2007 öncesinde buna benzer bir yapı arzetmekteydi.
Hal böyle iken hem AKP hem de BDP 12 Haziran seçimlerini kendi siyasi gelecekleri için hayati önemde görüyor. Bu normal. Fakat başta dediğimiz gibi normal olması, mücadelenin –futbol tabiriyle- illa ki kemiklere dalma yöntemiyle yapılmasını gerektirmiyor. Manzaraya şöyle kabaca bakacak olursak ve biraz da açık sözlü konuşmak gerekirse şunu söylemek lazım: BDP-DTK cephesinin mücadeleyi AKP’ye karşı veriyor oluşu, yakın zamana kadar BDP çizgisinden uzak durmuş devletçi-kemalist kesimi bu çizgiye epey yaklaştırmış görünüyor. Dolayısıyla aslına bakılırsa BDP, AKP’nin tüm hücumlarına rağmen bugüne kadar aslında hiç ulaşamadığı meşruiyete ulaşmış durumda. AKP’ye, bilhassa da Erdoğan’ın kişisel nüfuzu ve otoritesine yönelik her çıkış, her eleştiri, devletçi/kemalist sol kanattan zaman zaman övgü bile alabiliyor. PKK saldırıları milliyetçi cephede AKP’nin bu süreçteki yeteneksizliğinin sonuçları olarak görülüyor (böyle durumlarda bu cephe içinde MHP’yi bile görmek mümkün oluyor) dolayısıyla aslına bakılırsa süreç BDP açısından bu yönüyle elverişli. Ama bu yönüyle. YSK’nın veto kararı gibi bir garabeti bile bu çerçevede okuyabiliriz. Zira bu süreç de ilginçtir. AKP, CHP ve MHP ister istemez YSK’nın veto kararına destek veremedi (MHP çok da gür olmayan bir sesle destek verir gibi oldu) ve kamuoyunun etkisiyle YSK geri adım atmak zorunda kaldı. Biliyorum tabii ki YSK’nın en başta bu kararı alması bile bir garabet ve skandal ,ancak alınan karardan bu şekilde geri dönülmesi de bir ilktir, bunu da itiraf etmek lazım. Ve böylesine kolay geri dönülmesinde AKP karşıtı geniş muhalif cephede baskın olan saik –buna kaldığı kadarıyla klasik devleti de dahil edelim- BDP oylarının AKP’li vekil sayısını yontma beklentisiydi. Yani dolayısıyla ve çok büyük ihtimalle YSK’nın ilk kararı, AKP’nin olmadığı gibi muhtemelen klasik devletin de hamlesi değildi, bildiğimiz taşlaşmış bürokrasinin kararıydı. Özetle BDP bu şartlarda ve aslına bakılırsa eli tarihinde hiç olmadığı kadar güçlü. Ancak bu tablo bile BDP açısından iç ferahlatıcı değil. Hala AKP’nin bölgeden ciddi bir vekil sayısı çıkarma potansiyeli var ve bu durumda BDP hem tabanına hem de Öcalan ve örgüte karşı zor durumda kalabilir. Zaten Öcalan açık açık BDP’li vekil adaylarını iyi çalışmamakla ve süreci iyi kavrayamamakla eleştirdi .İyi çalışmamaktan kasıt halk arasında gezmek mi, yoksa gerilimi biraz diri tutmak, ve bunun sonucunda Erdoğan’ın fevri/sert çıkışlar yapmasını sağlamak mı, tam belli değil. Yani BDP’nin eli güçlü ama aynı zamanda hem klasik bürokrasi , hem AKP, hem de Öcalan’ın kıskacı altında. Bu çerçevede KCK davası ve benzer baskıları akılda tutalım. İHD’nin verilerine göre Demokratik Çözüm Çadırı girişimininin başladığı 24 Mart’tan bu yana toplam 2 bin kişi gözaltına alınmış durumda. Bu tazyiğin sorumlusu hiç şüphesiz AKP.
Gelelim AKP’ye. Her seçim her iktidar için kritiktir ama bu seçim daha kritik onlar açısından. Dolayısıyla bu rahat olamama tüm siyasi partilere ve günlük hayata yönelik AKP hamleleriyle kendini belli ediyor. BDP’yi kriminalize etme ve yok sayma çabaları sürüyor. “Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunu vardır” diyebilen bir Başbakan var artık. Açılım günleri çok uzakta kaldı yani. Ve ilave olarak bir ahlak ve din zabitliği, daha doğrusu baskısı da var. “Statükonun Allahı Ankara’da” diyen Kılıçdaroğlu Allah’a şirk koşmakla suçlanıyor. Bu çıkış “seçimde böyle şeyler olur” diyerek geçiştirilecek gibi değil. Tamam bizim millet böyle çıkışları bilir ve yemez denebilir ama Erdoğan’ınki hayli tehlikeli bir yoldur ve bu noktada ısrar edilirse tatsız sonuçları olabilir. MHP’ye de gizli görüntülü bir menü hazırlamış, muhtemelen iktidar uzantıları. Burada da AKP’lilerin “bunlar özel hayat sayılmaz, özel hayat eşle olur” gibi çıkışlarını gördük. Bunlar da AKP’nin kendini sıkıntıda hissettiğinde ya da el arttırmak istediğinde ne cins operasyonlara gireceğinin ve bu operasyonlara nasıl da katı bir kasaba muhafazakarlığıyla meşruluk kazandıracağının kanıtları. Bu haliyle AKP hem BDP, hem CHP hem de MHP’nin hareket sahasını olabildiğince kısıtlayacak bir manzara çiziyor. Ancak bir iktidarın ve iktidar yandaşlarının en başta bilmesi gereken şey, topluma nefes alacak ve hareket edecek bir saha bırakmak gerektiğidir... Tabii ki bunu “bu sahanın sınırlarını da iktidar çizer” manasına söylemiyorum. O yüzden, tersinden söylemek gerekirse iktidarlar ve devletler bu hareket sahalarını yok edecek, nefes almayı imkansız hale getirecek hamlelerden kaçmalıdır. Yoksa o rejimin ismi “ileri demokrasi” değil, bambaşka bir şey olur. Ve parlamenter sistemdeki sonuçları iktidarın canını epey sıkabilir.
Agos, 12.5.2011