Statların Kendi Filelerini Tayin Hakkı

2012 Avrupa Futbol Şampiyonası 8 Haziran’da başladı. Organizasyona, Ukrayna ve Polonya’da toplam sekiz stat ev sahipliği yapıyor. Grup maçlarının bir gün Polonya’da bir gün Ukrayna’da, iki farklı şehirde oynandığını biliyoruz. Ama ekran başında; değil ülke, şehir, maçın bir önceki maçtan farklı bir statta oynandığının ayırdına varmakta bile güçlük çekiyoruz. Gerçi bu yeni karşılaşılan bir durum değildir. Önceki Avrupa Futbol Şampiyonaları ve Dünya Kupalarında da futbolseverler maçların hep aynı statta oynandığı hissini yaşamıştır. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi, farklı ülke veya şehirlerde yeni inşa edilen ya da yıkılıp yeniden yapılan statların benzer mimariye ya da -televizyondan göründüğü kadarıyla ifade etmek gerekirse- benzer tribün şekillerine sahip olmasıdır. İkincisi –ve kanımca daha önemlisi- ise, futbol sahasındaki kalelere genelde aynı renkte ve biçimde fileler takılmasıdır.[1]

İlki, çok amaçlı sportif faaliyetler için yapılmış statların, 1990’lı yıllardan itibaren yerini yavaş yavaş sadece futbol amaçlı, tribünlerin sahaya daha da yaklaştığı kibrit kutusunu andıran statlara bırakmaya başlamasıyla ilgili bir süreci ifade etmektedir. Maçı tribünde izleyen seyirci artık “kalabalık bir grup” değil, koltuğa oturup adeta film seyretmeye gelen müşteridir. Bununla birlikte, aynılaşma sürecine giren stat mimarilerinin bütün maçların aynı yerde oynanıyormuş hissini vermesindeki payı görmezden gelinebilir. Zira, her halükarda, bir futbol maçı esnasında, televizyon ekranında tribünler, futbol sahasına kıyasla daha az ve daha sınırlı görünür. Ama ikincinin payı görmezden gelinemeyecek kadar büyüktür. Ve bunun da müsebbibi “uluslararası alanda gelişmeleri yönlendirme yeteneği ve iradesine sahip”, her taşın altından çıkan ya da çıkması sürpriz olarak karşılanmayan ABD’dir. Daha doğru (ve vicdanlı) bir ifadeyle, maçları televizyondan takip eden futbolseverlerin böyle bir hisse kapılmaları ilk kez, ABD’de düzenlenen 1994 Dünya Kupası’nda sözkonusu olmuştur. 1994 Dünya Kupası’na kadar düzenlenmiş Dünya Kupaları ve Avrupa Futbol Şampiyonalarında organizatör ülkenin farklı statlarında futbol sahasının kale fileleri –tesadüfi ya da bilinçli- tek tip olmamış az ya da çok farklılıklar taşımıştır. Muhtemelen sezon içerisinde o şehrin takımı maçlara çıktığında kalede takılı olan fileler, Dünya Kupasında/Avrupa Futbol Şampiyonası’nda da görevini yapmaya devam etmiştir. 1994 Dünya Kupası maçlarındaki tek tip fileler, daha önce Amerikan futbol maçlarına sahne olan birçok sahaya, bizim bildiğimiz futbol kalelerinin dikilmesi ve bu kalelere takılacak filelerin toptan –bu organizasyon için- üretilmesi ya da satın alınması ruhsuzluğunun bir sonucudur belki de. Ama neticede bu meşum hadise sonraki organizasyonlarda maalesef geleneğe dönüşmüştür.

Halbuki 1990’lı yıllar, Doğu Bloku ve SSCB’nin dağıldığı, sınırların, gümrük duvarlarının aşılmaya başlandığı, ülkeler arası serbest ticaretin geliştiği, ulaşımın, iletişimin kolaylaştığı, ulus-devletin zayıfladığı ya da zayıflatılmaya çalışıldığı, “kimlik” kavramının önem kazandığı, farklılıkların ön plana çıktığı bir dönemin başlangıcını ifade ediyordu. Futbolun, zengin ve güçlü kulüp başkanları, pazarlama stratejileri, reklam ve yayın gelirlerinin kıskacında kapitalizmin ağına düştüğü, yabancı sınırlamasının bir anlamda yabancı sınırsızlığına dönüştüğü, futbol takımlarının birbirinden farklı milliyete ve kültüre sahip futbolcularla adeta Birleşmiş Milletler’e döndüğü bir dönemde kale filelerinin tek tipleşmesi de neyin nesi oluyordu? Yoksa küreselleşme ya da post-modernleşme dedikleri, futbolda “var olanı bozma” anlayışı üzerine mi kuruluydu? Ya da hangi yöne olduğu önemli olmayan bir “değişim” sürecine mi odaklanmıştı?

Açıkçası bu soruların cevabının ne olduğunun pek önemi yoktur. Hiçbir cevap her statta ruhsuz tek tip filelerin futbol zevkine büyük darbe vurduğu gerçeğini değiştirmeyecektir. Kale fileleri sadece topun gol olarak değer kazandığının sağlamasını yapan bir nesne değildir. Filenin rengi ve kaleye takılış biçimi, bir stadı “o stat” yapar. Stada kimlik verir ve süreklilik arz etmesiyle de geleneksel bir niteliğe sahiptir. İyi bir futbolsever ona bakar ve ‘şıp’ diye stadın adını söyler. Hangi yılda olursa olsun, gören her futbolseverin tanıyacağı, beyaz üzerine kalın kırmızı şeritli Ajax forması, Fenerbahçe’nin, Inter’in, Atletico Madrid’in çubuklu, Manchester City’nin açık mavi formalarının, takıma kimlik kazandırmaları, sembol haline gelmeleri gibi filelerin de stada kimlik kazandıran, sembol teşkil eden bir özelliği vardır. Örneğin, tarihi Wembley Stadı’nın çeyrek yay şeklinde iç direğe sahip beyaz fileleri futbolcu ve futbolseverde zamanın o statta durduğu hissini uyandırır, daha doğrusu uyandırırdı. Zira daha tadilata bile girmeden, İngiltere’de düzenlenen 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası’yla biçimi değiştirildi. Stat, kimliğini kaybetti. Keza Old Trafford Stadı’nın kevgiri andıran küçük, sık delikli, içeriye dar, zemine dökümlü beyaz filelerinin emekliye ayrılması da aynı şampiyonayla gerçekleşti. Bu bağlamda, İngiltere ile Batı Almanya’nın karşı karşıya geldiği 1966 Dünya Kupası finalinde, Geoff Hurst’ün tartışmalı golü attığı kale hatta topun çarptığı direk, 18 Kasım 1992’de İngiltere Türkiye maçında Ünal Karaman’ın topu nişanladığı direktir. Fakat 20 Ekim 1993’te Kubilay Türkyılmaz’ın Manchester United’a attığı –ayağının kayıp filelere çift daldığı- ikinci golden sadece üç yıl sonra Elvir Boliç’in Fenerbahçe formasıyla Old Trafford’ta aynı kaleye üstelik aynı köşeye attığı gol, sanki ‘başka bir statta atılmış’ izlenimi vermektedir.

Bizde ise, Ali Sami Yen Stadı, televizyon ekranında pek belli olmayan –hatta siyah beyaz televizyonda yok gibi görünen- içeriye dar, koyu yeşil fileleriyle ün yapmıştır. Ne var ki, onu da 24 Kasım 1993’te Galatasaray’ın Barcelona ile yaptığı ilk Şampiyonlar Ligi maçında tedavülden kaldırmışlardır. Ne yazık ki, o günden sonra hiçbir futbolcu bahardan kalma bir günde Uğur Tütüneker gibi ceza sahasına girmemiş, Neuchatel Xamax’a gol atılan kalelere gol atamamıştır. Okan Gedikali, Arif Peçenek gibi milli takım kalecileriyle yakından muhatap olmuş, Gençlerbirliği kaptanı Avni’nin 1987 Federasyon Kupası (şimdiki Türkiye Kupası) finalinde Eskişehirspor’a attığı harika frikik golünü güzelleştirmiş Ankara 19 Mayıs Stadı’nın içeriye dar, zemine dökümlü siyah filelerini de en son 1994-95 sezonunda gören olmuştur.

Bir statla özdeşleşmiş filelerin, keyfi, gelişigüzel ya da anlık bir kararla değiştirilmesi, farklı bir biçimle takılmaya başlanması veya diğer statlardaki filelerle birörnek haline getirilmesi o stadın kimliğini yok etmek, tarihinden koparmak, ruhsuzlaştırmak, futbolun güzelliğine, romantizmine darbe vurmak anlamına gelir. Yapılması gereken, resmi olarak her stada kendi kale filelerini tayin hakkı vermektir. Bu hakkı da her stadın yetkilileri, o statta maçlarını oynayan takımın yöneticileri, eski/yeni futbolcuları, basın mensupları ve taraftarlarından oluşturulacak bir kurul kullanabilir. Bu kurul, filenin rengine ve kalede duruş biçimine pekala karar verebilir. Ya da muhtemel renk ve tasarım örnekleri üzerinde uzlaşabilir, kamuoyuna sunabilir ve hangisinin seçileceği yerel bir halk oylamasıyla da belirlenebilir. Belirlenen file rengi ve kalede duruş biçimi öyle kolay kolay değiştirilmeyecek şekilde ilgili tüzük/yönetmelik v.s. ile güvence altına alınmalıdır. Çünkü futbol, oynandığı mekanla ve o mekanla özdeşleşmiş kale fileleriyle güzeldir.

Yaşasın statların kendi kale filelerini tayin hakkı!..


[1] Bunun en belirgin istisnası 2000 ve 2008 Avrupa Futbol Şampiyonalarında bazı statlarda görülen farklı renk fileler ve bazen aynı statta bir maçtan bir maça değişen istikrarsız filelerdir. Ayrıca bu noktada şunu belirtmek gerekir ki, bu tür organizasyonlarda, sahanın tam orta çizgisi hizasına denk gelen elektronik reklam tabelasında, o stadın bulunduğu şehrin adının yazması, maçın oynandığı şehri/stadı ekran başındakilere bildirme açısından kolaylık sağlamaktadır. Tabii bunu, statları birbirine benzeten hatta aynılaştıran anlayışın, “kusur örtme” ya da “özür dileme” şekli olarak okumak da mümkündür.