Adil Ticaret Mümkün mü?

Alternatif küreselleşme hareketlerinden adil ticaret (fair trade), özellikle küresel kahve zincirlerinin bazı kahvelerinin üzerindeki ‘adil ticaret’ logosuyla tanınıyor. Bu sembol, satılan ürünlerin adil ticaretle raflara geldiğini gösteren bir etiketleme sisteminin ürünü. Adil ticaret sertifikasını vermeye yetkili, kâr amacı gütmeyen bağımsız kuruluşlar, koyulan uluslararası adil ticaret kriterleri yerine getirildiğinde üreticiye ve satıcı firmaya sertifika veriyorlar. Adil ticaret sertifikası alabilmek için yerine getirilmesi gereken kriterlerin başında üreticilere minimum bir taban fiyatı ve emekçilere adil ücret verilmesi, üreticilere ön ödeme ya da ön kredi verilmesi, uzun süreli sözleşmeler, üreticilerin demokratik şekilde örgütlenmiş kooperatifler olarak çalışması, emekçiler için güvenli ve güvenceli çalışma koşulları geliyor. Küresel ‘serbest’ ticarete alternatif olma ve Güney’deki küçük üreticilerin koşullarını iyileştirme gibi büyük iddiaları olan ve 1980’lerin sonunda kurumsallaşan, ne kadar adil olduğu tartışılır adil ticaret sistemi bugün sallantıda.

Eylül 2011’de ABD’de ‘adil ticaret’ için sertifikalandırma kuruluşu olan Fair Trade USA, Merkezi Almanya’da olan ve adil ticaret için uluslararası standartları belirleyen Fair Trade International (FLO) ile bağlarını kopardığını açıkladı. Gerekçesi de, ancak demokratik olarak yönetilen ve üreticilerden oluşan kooperatiflere verilen adil ticaret sertifikasını, küçük bağımsız kahve üreticilerine ve büyük plantasyonlara da vermek istemesi ve adil ticaretin küresel kurallarının bunu engellemesi. Fair Trade USA, bağımsız kahve üreticileri ve büyük plantasyonlara da adil ticaret sertifikası vererek, adil ticareti daha da demokratikleştireceğini, büyük şirketlere üretim yapan plantasyonlardaki şartları iyileştireceğini, mevcut sistemin kooperatifler şeklinde örgütlenemeyen küçük ve bağımsız üreticileri dışladığını ve adil ticaretin en yoksulları içerecek şekilde genişlemeden ancak bir orta sınıf hareketi olarak kalacağını iddia ediyor. Buna karşın, Fair Trade USA’in bu girişimi, uluslararası adil ticaret ağının bileşenleri tarafından adil ticaretin kapısını büyük şirketlere kârlı bir piyasa olarak açmak ve bütün zeminini altından çekmek olarak yorumlanıyor. Bu, adil ticaretin aldığı ilk yara değil ancak 2010’a kadar Transfair USA adıyla bilinen şimdiki Fair Trade USA’in bu hamlesi, adil ticaretin zaten ağır aksak olan işleyişini tamamen değiştireceğe benziyor. Adil ticaret sisteminin içinde zaten büyük şirketler yer alıyordu. 2004’te Büyük Britanya’da adil ticaret sertifikası vermeye yetkili kuruluş Fairtrade Foundation Britain, büyük market tekeli Tesco’da satılan ve Kenya’dan gelen çiçeklere adil ticaret sertifikası vermeye başlamıştı bile. Sonradan Nestle ve Kraft gibi büyük şirketlere de adil ticaret sertifikaları verilince, en azından satıcılar tarafında büyük bir dengesizlik ortaya çıkmıştı.

Adil ticaret, Braudelci anlamda kapitalizm öncesi piyasayı çağrıştırsa da, 16. yüzyıldan kalma bir eşit mübadele ilişkisi değil. 1960’larda Avrupa’da başlarda dini hayır kuruluşlarının etkisiyle ortaya çıkan Alternatif Ticaret Kuruluşları ile 1970’lerde sosyalist ülkelerde üretilen mallar için zengin ülkelerde pazar yaratma çabasıyla Avrupa’da oluşturulan Twin Trading gibi kuruluşların temelini attığı alternatif bir ticaret ağı yaratma düşüncesiyle oluştu (Jaffee 2007). 1988’de Hollanda’da kurulan Max Havelaar ilk defa kahve için adil ticaret sertifikası dağıtmaya başladı. 1990’larda Kuzey Amerika’da ve Avrupa’daki girişimciler tarafından yaygınlaştırılan adil ticaret girişimleri, Kuzey’deki tüketicilerle Güney’deki küçük üreticiler arasındaki mesafeyi azaltmaya başladı. Farklı ülkelerde örgütlenen adil ticaret sertifika otoriteleri, 1997’de Fair Trade International (Fair Trade Labeling Organizations-FLO) çatısı altında birleşip ortak standartlar getirdiler. Kahvenin adil ticaretinde, çoğunluğu Latin Amerika’da olan yaklaşık 360 tane üretici kooperatif çalışıyor. FLO’nun 2012 rakamlarına göre, dünya çapında 1,2 milyon çiftçi ve işçi adil ticaret için çalışıyor ve adil ticaret ürünlerine olan talep bu sene %12 artmış. Üretici ve satıcılar arasındaki aracıları azaltarak işlem maliyetlerini düşüren adil ticaret sistemi, küçük üreticilere verdiği taban fiyatı garantisiyle de üreticilerin gelirlerinin görece artmasını ve piyasadaki fiyat dalgalanmalarından korunmalarını hedefliyor. Kurulduğundan beri giderek yaygınlaşmış ve hacmi artmışsa da, adil ticaretin bütün küresel ticarete oranı çok düşük. Adil ticaretin en yaygın olduğu ürün olan kahvede bile, küresel kahve ticaretinin sadece %1’ini oluşturuyor. Hem de dünyadaki kahvenin %20’sini tüketen ABD’de adil ticaretin bu kadar popüler olmasına rağmen. Adil ticaret kahveyle özdeşleşmişse de, artık başta muz, kakao, pamuk, şeker, çay üzere bir çok ürünü kapsayacak şekilde yürütülüyor.

Adil ticaretin iki ucu var. Üreticiler ve tüketiciler. Adil ticaretle iş yapan firmalar için ‘organik ürün’ satmak gibi, neredeyse bir pazarlama stratejisi. Adil ticaret kuruluşlarının iddiasına göre, bu sayede küçük üreticilerin emeklerinin sömürülmesinin önüne geçildiği gibi, üretimin yapıldığı yerlerde hayat koşullarında da iyileşme oluyor. Konudaki sayılı etnografilerden biri olan Brewing Justice (2007)kitabında Jaffee, çalışmaya konu olan Meksikalı kahve üreticilerinden adil ticaret sistemine dahil olanların olmayanlara oranla hane gelirlerinin daha yüksek olduğunu ve ekonomik ve toplumsal hayat koşullarında iyileşme olduğunu söylüyor. Bu bile başlı başına önemli bir gelişme. Ancak adil ticaret sistemine üretim yapan her üretici için durum aynı değil. Bazı ürünlerde de, verilen sabit taban fiyatları üretim maliyetlerini karşılamaya bile yetmiyor. Zaten özellikle kahvede adil ticaretin büyük bir kısmı organik üretim olduğu için üretim maliyetleri de oldukça yüksek. Ayrıca adil ticaret sistemine dahil olabilmek, sertifika sürecinden geçebilmek de kolay değil. Sistem üreticiler için hiç de kapsayıcı çalışmıyor. Güney Amerika’da adil ticaret yapan üretici her bir kahve kooperatifi, kapasitesinin ancak ortalama %30-35’i kadar adil ticaret sistemine üretim yapıyor. Üretimlerinin kalanı ise ‘serbest’ ticaretin işleyişine tabi. Adil ticarete dahil olduğunu bir pazarlama stratejisi olarak duyuran Starbucks ve Tchibo gibi zincirlerin ise aslında sattıkları kahvenin çok düşük bir oranı adil ticaretten geliyor. Tüketici tarafında ise, adil ticareti tanıtmak için yapılan kampanyalarda, sabahları keyifle içtiğiniz kahvenin aynı zamanda Afrika’da bir sağlık kliniğinin yapılmasında katkısı olduğunu bilmenin huzuru pazarlanıyor. Adil ticaret etiketi olan ürünler, olmayanlara kıyasla daha pahalı. Üst-orta sınıf ‘bilinçli tüketici’ fiyat farkının üreticilere yansıdığını bilmenin rahatlığıyla bu ürünleri tercih etse de, fiyat farkı aslında satıcının yüksek kâr oranından kaynaklanıyor. Hoş, adil ticaretin üreticilere belirlediği taban fiyatlarını adil ticarete dahil olmayan satıcılar kendi üreticilerine verseler yine de kâr edecekler.

İyi kötü gelişmeye çalışan adil ticaretin ve iyi niyetle katkıda bulunan bir sürü destekçisi olan bu sistemin temel çelişkisi, küresel ticaretin altyapısıyla var olması. Adil ticaret sistemi, küçük üreticileri kalkındırmayı hedeflerken, eşitler arası bir bağ kuracağına, daha ilk etapta büyük şirketler aracılığıyla genişleyerek kendi varoluş nedenini baltaladı. Zaten çoğunlukla küresel tekellerin satış yaptığı zengin Kuzey piyasalarında üretici kooperatifleriyle çalıştığı gibi satış kooperatiflerini de hedefleyemedi. Mevcut piyasa sisteminin işleyişine tabi olduğu halde, küresel sisteme rağmen mi ayakta kalacağı, yoksa küresel ticareti dönüştürme ya da ona alternatif olma potansiyelinin olup olmadığı verimli bir tartışma olabilirdi. ABD’nin adil ticaret sertifika kuruluşu sistemin dibine dinamit koymamış olsaydı eğer. Adil ticaret kavramının ve küresel hareketinin sorunları bir yana, ABD’deki sertifika kuruluşu Fair Trade USA’in bu son girişimi başka sorulara da yol açıyor. Walmart gibi büyük mağaza zincirlerini sisteme dahil etmeye çalışan Fair Trade USA’in bu son hamlesini Dünya Bankası, Ford Foundation ve USAID (ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı) destekliyor. Özellikle bu üç kuruluşun küresel Güney için 1950’lerden beri öngördükleri kalkınma gündemine bakıldığında bu desteğin pek hayra alamet olmadığı anlaşılabilir. 2000’lerden itibaren çevre ülkeler için 1970’lerin ortasında unutulmuş toprak reformunu tekrardan gündeme getiren Dünya Bankası, Peru’lu iktisatçı De Soto’nun ‘Batı dışındaki ülkelerin ellerindeki kaynakları sermayeye çeviremediklerinden’ kapitalistleşemedikleri ve dolayısıyla ‘fakir ve başarısız’ kaldıkları tespitinden hareketle (De Soto 2000), Afrika’dan Güney Amerika’ya bütün Güney’de başta tapu-kadastrosu yapılmamış ortak toprakları bireysel tapularla belgeleme girişiminin öncüsü oldu. Sermayeye dönüşüp küresel kapitalist iş bölümüne dahil edilecek bu topraklar ipoteklenip kredilendirilince sermayenin henüz giremediği alanlar da metalaşma rüzgarına kapıldılar. Artık özel mülkiyete dönüşen bu topraklar ve evler, kredi temeli oluşturarak küresel piyasaya eklemlenmiş oluyorlar. ABD’de 2008’de patlak veren mortgage krizinin ipoteklenen evlerin ödenemeyen borçlarıyla tetiklendiğini hatırlarsak küresel sermaye için bu borçların ve kredilerin geri ödenememe ihtimali ciddi bir sıkıntı. Esas amaç sistemin dışında kimseyi bırakmamaksa Güney’deki küçük üreticiler ve ortak topraklarda yaşayanlar için çok geç.

Ayrıca FLO gibi uluslararası ticarette iç rahatlatan sertifikaları dağıtan kuruluşlarının da güvenilirliği azalıyor. 2003’te başlatılan Kimberley Process (Kimberley Süreci), Afrika’da elmas madenlerinden elde edilen gelirin, silahlı çatışmaların ve iç savaşların finansmanında kullanılmadığına dair sertifika veriyor. 2011’de ünlü sivil toplum kuruluşu Global Witness’ın Kimberley Process’ten çekildiğini açıklamasıyla, bu sertifika sisteminin de hedeflendiği gibi çalışmadığı ortaya çıktı. Elmas gelirinin çatışmaları finanse etmesini engellemek amacıyla oluşturulan bu sürecin, değerli taşları madenden tüketiciye kadar takip etmesinin maddi koşullarının kurulamadığını açıklayan Global Witness, özellikle Zimbabve’de değerli taşların geliriyle insan hakları ihlallerinin sistematik olarak yürütülmesine göz yumulmasını gerekçe gösterdi. Değerli taş madenlerinin en büyük işleticileri olan De Beers gibi firmaların desteğiyle sürdürülen Kimberley Process ise dünya barışına karat karat yaptığı katkılarla övünüyor. Hatta bu süreçte büyük şirketlerin eline geçmemiş, halen ortak alan olarak kullanılan ve özel mülkiyete dönüşmemiş madenlerin de tapulanmasını sağlayarak bir taşla iki kuş vuruluyor.

Dünya Ticaret Örgütü protestolarındaki yaygın sloganlardan ‘serbest ticaret değil adil ticaret’ uluslararası tekellerin eline geçmeden önce güzel bir hayaldi. Dahası, Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası, adil ticaret kavramını kendi bünyelerine alarak iyice içini boşalttı. Bu kuruluşlara göre, yoksulların De Soto’nun öngördüğü tapulanmamış toprakları ve evlerinin dışında bir diğer kıymetli malı da satabilecekleri fikri mülkiyetleri. DTÖ, adil ticareti kullanarak esasında üretim dünyanın düşük ücretli bölgelerine kaydıkça uluslararası şirketlerin kârlılık oranlarını korumayı amaçlayan bir fikri mülkiyet sistemini yerleştirmeyi amaçlıyor. TRIPS Anlaşmasına (Ticaretle İlişkili Fikri Mülkiyet Hakkında Anlaşma) taraf olarak hem tarımsal üretimlerine vaat edilen pazarı bulamamış, bir de üstüne fikri mülkiyet kıskacında genetiği değiştirilmiş kısır tohumlarla büyük ilaç tekellerinin patentli pahalı ilaçlarına mahkum kalmış ülkelere şimdi de adil ticaret yoluyla fikri mülkiyet ihraç etme tavsiyesi veriliyor.

Mevcut küresel ticaretin yapısal eşitsizliği ortadayken, adil ticaret gibi alternatif olmaya çalışan sistemleri düşünmeden kenara itmek zor. Fair Trade USA, küresel ticareti dönüştürme iddiasındaki adil ticaretin kurallarını değiştirerek belki zaten hiç kurulamayacak olan oyunu bozdu ama halen küresel ticaretin eşitsizliklerine direnen yerel alternatifler oluşturan bir çok hareket mevcut. Başta adil ticaret sisteminin içinden çıkan bazı şirketler, sertifika kuruluşlarının kriterlerini reddederek kendi ‘adil ticaret’ anlayışlarınca doğrudan üreticilerle çalışıyorlar. Adil ticaret sadece Güney’deki küçük üreticilerin ürünlerine odaklı, fakat ABD gibi ülkelerdeki özellikle göçmen emeğine dayalı tarımsal üretimin koşulları da Güney’den daha iyi değil. Küreselleşme ve ‘serbest ticaret’ karşıtı hareketler, ticaret adaleti ya da küresel adalet gibi hakça mübadele öngören hareketler, Via Campesina gibi küresel köylü hareketleri uluslararası şirketlerin işi sulandırmadıkları alternatifler olarak örgütleniyorlar.

Referanslar:

Daniel Jaffe. 2007. Brewing Justice: Fair Trade Coffee, Sustainability and Survival. University of California Press.

De Soto, Hernando. 2000. The Mystery of Capital: Why Capitalism Triumphs in the West and Fails Everywhere Else. Basic Books.

De Soto, Hernando. 2000. The Mystery of Capital: Why Capitalism Triumphs in the West and Fails Everywhere Else. Basic Books.