Arundhati Roy ile Söyleşi: Hastalık Olan Terörizm Değil; Korkunç Adaletsizlik

Kapitalizm karşıtı muhalefete teorik ve aktivist katkısıyla bildiğimiz Arundhati Roy, Hindistan Devleti'nin "terörle mücadelesi"nin amansız bir teşhircisi. 2002 yılında "mahkemeyi küçümsemekten" 1 günlüğüne hapsedilmiş, 2010 Kasım'ında Yeni Delhi’deki bir seminerde Keşmir üzerine yaptığı “Azadi- Tek Yol” başlıklı konuşma sebebiyle "isyana tahrik" ile suçlanarak sindirilmeye çalışılmıştı. Panini Anand'ın onunla yaptığı bir mülakattan parçalar aktarıyoruz.

En büyük demokrasi şeklinde çığırtkanlığı yapılan bir ülkede isyana teşvik, Yasadışı Faaliyetleri Önleme Yasası (Unlawful Activities [Prevention] Act) [1] (YFÖY) veya Silahlı Kuvvetler Özel Yetki Yasası (AFSPA- Armed Forces Special Powers Act)[2] (SKÖYY) gibi hukuki düzenlemeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çığırtkanlık kelimesini kullanmanız hoş. Hindistan’daki demokrasi ile bağlantılı olarak kullanılabilecek iyi bir kelime. Hindistan demokrasisi orta sınıf için kesinlikle bir demokrasiyken Keşmir, Manipur veya Chhattisgarh’da mevcut değil; hatta karaborsada bile yok. YFÖY gibi sadece Birleşik İlerici İttifak (UPA)[3] hükümetinin Terörizmi Önleme Yasası’nın bir versiyonu (POTA-Prevention of Terrorism Act) [4] olan yasalar ya da SKÖYY, devlete hiçbir yaptırımla karşılaşmadan alıkoyma ve hatta katletme izni veren inanılması güç derecede otoriter düzenlemeler. Yalınca, bir demokraside yerleri olmamalı. Fakat ana akım orta sınıfı etkilemediği ve Manipur’daki, Nagaland’deki, Keşmir’deki insanlara, yoksullara veya “anakaradaki” Müslüman “teröristlere” karşı kullanıldığı sürece kimse çok umursuyor gibi görünmüyor.

İnsanlar mı devlete karşı savaş açıyor yoksa devlet kendi insanlarına mı savaş açıyor? 70’lerdeki Olağanüstü Hali[5] veya daha önceden Sihler şimdi ise Müslümanlar gibi hedef tahtasında olduğunu düşünen azınlıkları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bazı insanlar devlete karşı savaşıyor. Devletse yurttaşlarının çoğuna karşı savaşıyor. 70’lerdeki Olağanüstü Hal bir sorun haline geldi; çünkü Gandhi’nin hükümeti orta sınıfları hedef tahtasına koyup onları alt sınıflarla bir tutacak ve oy hakkından mahrum edecek kadar aptaldı. Ülkenin çoğu bugün Olağanüstü Hal dönemine benzer bir durumdan daha kötü halde; fakat günümüzün Olağanüstü Hali allanıp pullanması için tezgaha gönderilerek daha şık ve düzgün hale getirildi. Şunu daha önce söylemiştim: Hindistan egemen bir ulus olduğundan beri Hint hükümetinin açtığı savaşlara bakın; ordununun “kendi” insanlarına karşı devreye sokulduğu durumlara bakın –Nagaland, Assam, Mizoram, Manipur, Keşmir, Telangana, Goa, Bengal, Pencab ve (aynısı yaşanmak üzere olan) Chhattisgarh- Mütemadiyen savaşta olan devletin kendisi ve bu savaş daima kabile insanları, Hristiyanlar, Müslümanlar ve Sihler gibi azınlıklara karşı. Hiçbir zaman ortasınıfa ve üst kast Hindulara karşı değil.

Eğer devlet aşırı sol “terörist gruplara” karşı harekete geçmezse şiddet döngüsü nasıl kontrol altına alınır? Bu iç güvenliği tehlikeye atmayacak mı?

Bence hiç kimse, teröristlerin kendisi bile, terörist gruplara karşı hiç bir şey yapılmamasını savunmuyor; anti-terör yasalarının kaldırılmasını talep etmiyor. Yasal ya da başka türlü sonuçlarının ne olacağını çok iyi bilerek yapacaklarını yapıyorlar. Öfkelerini gösteriyor; adaletsizlik ve eşitsizlik üreten bir sistemde değişiklik için savaşıyorlar. Kendilerini “terörist” olarak görmüyorlar. Eğer CPI (Maoist)’ı kastederek “terörist” diyorsanız; Marksist ideolojiye katılmamama rağmen onları kesinlikle terörist olarak kabul etmiyorum. Evet kanun kaçağı ve militanlar ama diğer taraftan Maoist ideolojiye ait olsun olmasın, hatta aynı fikirde olsun olmasın şirketlerin-devletin ezici gücüne (juggernaut)[6] direnen herkes derhal Maoist olarak etiketleniyor. Seema Azad gibi insanlar yasaklı kitap bulundurduğu için müeebbet hapisle cezalandırılıyor. “Teröristin” tanımı şu anda, 2012’de nedir? Gerçekte iç güvenliği tehdit eden kitlesel eşitsizliğe, açlığa, yerinden etmelere sebep olan ekonomik politikalar, bunları protesto eden insanlar değil. Semptomları ya da hastalığı mı ele almak istiyoruz? Hastalık olan terörizm değil; korkunç adaletsizlik. Şüphesiz eğer biz makul ölçüde adaletli bir toplum olsaydık bile Maoistler hala var olacaktı. Silahlı direnişe veya terörist saldırılara inanan diğer aşırı gruplar da öyle; fakat bugün sahip oldukları desteğe sahip olmayacaklardı. Bir ülke olarak bu sefaleti, bu ızdırabı ve hem açık hem de örtülü etnik ve dinsel bağnazlığı hoşgördüğümüz için kendimizden utanç duymalıyız. (Başbakanlık için Narendra Modi! Bunu aklı başında kim hayal edebilirdi ki?) Adalet duygusuna sahipmişiz gibi yapmayı bile bıraktık. Tüm yaptığımız büyük şirketlerin ve Amerika Birleşik Devletleri olarak bilinen batmakta olan şu transatlantiğin karşısında diz çökmek.

Devlet telefonları dinleyerek, sosyal ağlara saldırarak Orwellcı Büyük Birader gibi mi davranıyor?

Hükümet hepimizi sürekli gizlice dinlediğini kabul ederek iyice yüzsüzleşti. Zaten hiç bir tepki görmüyorsa neden yüzsüzleşmesin ki? İnsanları kontrol etmek tüm yöneten yapıların doğasında yok mu? Ülkenin tümü daha da dindarlaşıp ve bilgisizleştirilirken, milyonlarca insan türbeleri, tapınakları, mescidleri ve kiliseleri ziyaret ederken, mutsuz hayatlarından kurtulmak için bir tanrıya veya diğerine dua ederken; etik olan ve olmayan şeylerin, hangi ikincil hasarın kabul edilebilir ya da edilemez olduğunu kararlaştırarak bizi tamamen kontrol edecek bilgisayarların programladığı makinelerin her şeye karar verdiği robotlar çağına giriyoruz. Dinsel metinleri unutun. Bilgisayarlar neyin doğru ve yanlış olduğunu kararlaştıracak. Her hareketimizi kaydedebilen ufacık boyutta gözetim aletleri var. Hindistan’da şu an yok; ama eminim çok yakında olacak. Tek Kimlik (the UID)[7] konrol ve gözetimin bir başka detaylıca düşünülerek hazırlanmış şekli, fakat insanlar bir tane alabilmek için birbirlerinin üzerine çıkıyor. Başa çıkılması gereken şey bu seviyedeki gözetim ve zeka oyunlarına karşın direnişin nasıl devam edeceği ve işlevini yerine getireceği.

Hapishanelerde yargılanmadan tutuklu bulunanların durumuna karşı toplumda kitlesel bir tepkinin olmaması konusunda nasıl hissediyorsunuz? İnsanlar isyana teşvik veya cinayet suçuyla sanık olarak kaydediliyor. Bunlar birkaç hak grubu tarafından üretilmiş lafını etmeye bile değmeyecek şeyler mi?

Tabii ki öyle değiller. Bu büyük bir mesele. Binlerce insan hapishanelerde isyana teşvikle veya YFÖY ile yargılanıyor. Büyük bir kısmı ya Maoist ya da Müslüman “terörist” olmakla suçlanıyor. Şaşkınlık verici şekilde resmi rakamlar ortada yok. Tüm sahip olduğumuz şey ziyaret ettiğimiz yerlerden, bireysel hak aktivistlerinin farklı bölgelerden harmanladıkları bilgilerden algıladıklarımız. İşkence, hükümet ve polis yapılanması için tamamen makbul hale gelmiş durumda. Ulusal İnsan Hakları Komiyonu (The NHRC) yalnızca geçen sene gözaltında 3.000 kişinin öldüğünden bahseden bir rapor çıkardı. Neden bir kitle reaksiyonu olmadığını soruyorsunuz. Çünkü tepki gösteren herkes tutuklandı! Ya da tehdit edildi veya korkutuldu. Ayrıca STK’ların parçalayıcılığı ve kendine mal edici tutumu (co-opting)[8] ile devlet baskısı ve gözetimi gerçekliği arasında kalmış kitle hareketlerinin geleceğinin olup olmadığını bilmiyorum. Evet Arap Baharı’nı gözlemlemeye devam ediyoruz; ama biraz dikkatli bakılınca orada bile insanların nasıl manipüle edildiğini ve oyuna getirildiğini görüyorsunuz. Bana kalırsa içeriden yıkıcılık ileriki yıllarda kitle direnişinin karşısında öncelik kazanacak ve maalesef terörizm bu tip bir yıkıcılığın aşırı versiyonu.

Devlet yasaları kullanmazsa, işleyen polis, istihbarat ve hatta silahlı kuvvetler olmazsa kargaşa olmayacak mı?

Eğer insanların yükselmekte olan öfkeleri üzerine düşünmezsek; kargaşa değil sonunda savaş hali olacak. Zenginlere hizmet eden ve onların zenginliği ellerinde tutmaya çalışmasına yardımcı olan kanunları art arda daha fazla çıkardığınızda, muhalif ve yasadışı faaliyet onurlu olmaya başlar; başlamaz mı? En nihayetinde milyonlarca insanı yoksullaştırmaya, topraklarını ve geçimlerini çalmaya, şehirlere sürüklemeye devam edebileceğinize tam emin değilim. O zaman yaşadıkları gecekonduları yok edin ve onları gene dışarı itin. Sonra da öfkelerini ordu, polis ve hapis cezaları yardımı ile kolaylıkla söndürebileceğinizi ümit edin. Ama belki ben yanılıyorumdur. Belki de yapabilirsiniz. Onları açlığa mahkum edin, katledin. Sonra da buna İnsani Küreselleşme deyin.

http://www.outlookindia.com/article.aspx?281389 linkinden çevrilmiştir.


[1] İlk olarak 1967’de onaylanan ve günümüze kadar birçok değişiklik yapılan yasa; temel olarak Hindistan’ın egemenliği ve birliği çıkarına Parlamentoyu bir takım haklarda makul kısıtlamalar yapabilecek şekilde güçlendirmeyi amaçlıyor. Yasa başlıca şu üç hakta kısıtlamayı öngörüyor: 1-) Konuşma ve ifade özgürlüğü, 2-) Barışçıl ve silahsız toplantı hakkı, 3-) Dernek ve sendika kurma hakkı. Bkz: “The Unlawful Activities (Prevention) Act, 1967”, http://www.nia.gov.in/acts/The%20Unlawful%20Activities%20(Prevention)%20Act,%201967%20(37%20of%201967).pdf, erişim tarihi: 05. 12. 2012.

[2] 1958’de onaylanan yasa Hindistan’ın Kuzeydoğu Bölgesindeki şiddetin devlet tarafından kontrol edilemediğini ve huzursuzluk olan bölgelerde silahlı kuvvetlere özel yetkiler verileceğini söylüyor ve hükümetin yeni “huzursuzluk olan bölge”ler ilan edebileceğini de ekliyor. Arunachal Pradesh, Assam, Manipur, Meghalaya, Mizoram, Nagaland ve Tripura’yı kapsayan yasaya 1990 değişikliği ile Jammu ve Keşmir’de eklendi. Bkz: “The Armed Forces Special Powers Act (Jammu and Kashmir) 1990”,http://mha.nic.in/pdfs/Armed%20forces%20_J&K_%20Spl.%20powers%20act,%201990.pdf, erişim tarihi: 04. 12. 2012. “The Armed Forces (Special Powers) Act 1958”, http://www.mha.nic.in/pdfs/armed_forces_special_powers_act1958.pdf, erişim tarihi: 04. 12. 2012.

[3] United Progressive Alliance 2004 seçimlerinde hükümet seçilecek çoğunluk olmaması üzerine kurulan merkez-sol koalisyon hükümeti.

[4] Yasa 2002’de onaylandı ve 2004’de Birleşik İlerici İttifak tarafından yürürlükten kaldırıldı. Yasa oldukça ayrıntılı bir şekilde sayarak terörist ve terörizm tanımları yapıyor; devlete yurtiçinde ya da yurtdışında yaşayan tüm Hintliler’i suçlama yetkisi veriyordu. Bkz: “The Prevention of Terrorism Act, 2002”, http://www.satp.org/satporgtp/countries/india/document/actandordinances/POTA.htm, erişim tarihi: 04. 12. 2012.

[5] 26 Haziran 1975’de Başbakan Indira Gandhi’nin talebi ile Hindistan başkanı Fakhruddin Ali Ahmed tarafından anayasanın 352. Maddesine dayanılarak ilan edilen ve 19 ay sonra yükselen tepkiler ile 23 Ocak 1977’de sonlanan Olağanüstü Hal (The Emergency), binlerce muhalifin tutuklanmasının yanında temel hakların askıya alındığı bir dönem olarak travmatik bir belleğe yol açmış durumda. Konu üzerine hala tartışmalar sürmekte ve kimileri bunun “sosyal, ekonomik ve politik istikrarsızlığı” çözmek için şart olduğunu söylerken kimileri de Hindistan’ın kara lekesi olarak görüyor.
Bkz: Avneesh Arputham, “Emergency: The Darkest Period in Indian Democracy”, http://theviewspaper.net/emergency-the-darkest-period-in-indian-democracy/, erişim tarihi: 03. 12. 2012. “Emergency Proclaimed”, http://indiansaga.com/history/postindependence/proclaimed.html, erişim tarihi: 03. 12. 2012 ve Hindistan anayasası 352 ve diğer maddeler için bkz: http://www.indiankanoon.org/doc/1018568/, erişim tarihi: 03. 12. 2012.

[6] Metinde geçen ve şuan ezici, silici, önünde dayanılamayan güç anlamına dönüşmüş juggernaut Hint inanışındaTanrı Krişna’nın resmini üzerinde taşıyan devasa bir mabed araba anlamına geliyor ve düzenli olarak Krişna’yı (ya da Krişna’nın vücut bulduğu Vişnu’yu) temsil ettiği inancıyla özellikle Puri bölgesinde gezdiriliyor. Mite dair bir söylenti de bu gezdirme esnasında dindarların onun tekerlekleri altında kendilerini feda etmeleri için yapıldığını söylüyor. Kelimenin kökeni ise Hint mitolojisinde en büyük Tanrı Krişna’nın adlarından birisi olan Jagannath. Bkz: http://etymonline.com/?term=juggernaut, http://www.britannica.com/EBchecked/topic/299305/Jagannatha, http://dictionary.reference.com/browse/juggernaut, erişim tarihi: 05. 12. 2012. Ayrıca bkz: J. A. Coleman, The Dictionary Of Mythology, “Jagannath”, (Berkshire: Arcturus Publishing Limited, 2007), 539.

[7] Hindistan’da 2006’da kurulan UIAI (Unique Identification of India) sosyal hizmetlerin verimli dağıtımının temeli olması için Hint vatandaşlarının tümüne dağıttığı kimliklerin birincil olarak kullanılmasını talep ediyor. Ayrıca kuruma göre kimlik, hükümetin çeşitli program ve projelerini etkili bir şekilde izleyebilmesi için bir araç da olacak. Kurumun sitesi için bkz: http://uidai.gov.in/about-uidai.html, erişim tarihi: 04. 12. 2012.

[8] Buradaki vurgu STK’ların kitlesel sol hareketlerin ve entelektüel mirasının bazı kavramlarını dönüştürüp içini boşaltarak benimsemesine. Benzer kelime ve kavram seçimleri yapan bir NGO değerlendirmesi için bkz: James Petras, “NGOs: In the Service of Imperialism”, http://www.neue-einheit.com/english/ngos.htm, erişim tarihi: 04. 12. 2012.