Geçenlerde eski bir lise arkadaşım Facebook’a bir fotoğraf koymuş: Kendi içinde bulunduğu arabanın hemen sağ önünde seyreden bir arabanın başörtülü sürücüsü ve onun yanıbaşındaki başörtülü arkadaşının cep telefonu marifetiyle çekilmiş bir fotoğrafı. Facebook iletisinin başlığı da şöyle: “Bana garip geldi, size? İki türbanlı hanımefendi TT 'de”. Söz konusu “garip”likten kastın ne olduğu aşikar olsa da TT’nin ne anlama geldiğini merak edip sordum: Audi’nin pahalı, çift kapılı, spor bir modeliymiş.
Kentli, eğitimli, “laik” kesimin mütedeyyin kesimin lüks tüketimi karşısındaki bu (en hafifinden) “garipseme” haline en iyi tercüman olan yazarlardan biri Yılmaz Özdil. Özdil’in bu meseleye el attığı “Sosyete Hidayete Erdi” başlıklı makalesi uzunca bir alıntıyı hakediyor:
“Bağdat Caddesi’ne Nişantaşı’na bakıyorum…AKP öncesinde olmayan bir müşteri kitlesi var. En kazık mağazalarda türbanlı hanımlar dolaşıyor. İsteyen takar, isteyen takmaz, hiç itirazım yok…Ama bu türbanlar biraz enteresan…
Altlarında en baba jipler…
Kupon otomobiller…
Ayakkabılar Prada.
Türbanlar Hermes.
Cantalar tabii ki Louis Vuitton.
Makyajlar kalıcı, ojeler kan kırmızı…
Allah sizi inandırsın, ayak bileğinde dövmesi olan da var, kaşında piercing izi olan da.
Ama kafalar sarılı!”[1]
Meselenin kadın/lık boyutunu bir kenara bırakalım; önemsiz olduğundan değil—zira İslami sermayenin palazlanışının kadınların yaşam tarzına aksedişi, erkeklerinkinden daha çok ilgi çekiyor, yadırganıyor—başlı başına başka bir yazıyı gerektireceği için.
Özetle, Özdil ve onun temsil ettigi zümre, lüks tüketim ile İslami inanç arasında bir tutarsızlık olduğunu düşünüyor. Yani, “Hermes Türban” aslında bir nevi oxymoron. Marka düşkünlüğünün Islami inanç ile bağdaşmadığı, tabii ki, iddia edilebilir. İslam öğretisinin o kadim, kul hakkı yemeyen, dünya malına tamâh etmeyen, kanaatkâr figürü ile “4 X 4 Müslümanlar” arasındaki tezatlık yadsınamaz. Bu tezatlığı İslami kesim icerisinden, marjinal olmakla birlikte, dillendirilenler yok değil zaten (örn. İhsan Eliaçık, Antikapitalist Müslümanlar, eski HAS Partisi).
Ve fakat bir bu kadar önemli diğer bir mesele de laik kesimin neden gelir dağılımdaki uçurum, refah șovenizmi gibi mevzulardan azade tutuldugu. Diğer bir deyişle, neden türbansız, “modern” bir kadının Audi TT kullanması ya da Louis Vuitton çanta sahibi olması göze batmıyor? İslama gelince bir iç-tutarsızlık meselesi olarak öne sürülen lüks tüketim, neden Özdil-sever okurların kendi yaşam tarzları, tüketim kalıpları açısından da bir mesele teşkil etmiyor? Ekonomik adalete dair duyarlılığın seküler bir karşılığı yok mu?
Bağdat Caddesi, Nişantaşı ve onların simgelediği sınıfsal ayrışmanın miladı AKP’nin iktidara gelişi değil kuşkusuz ama bu semtlerdeki tüketimin “birilerinin” alaycı ilgisine mazhar oluşu görece yeni bir olgu. Ha, bunu açık ya da sarılı baş ayrımı yapmaksızın sorun edinegelmişseniz; bir insanın aylık maaşının ötekinin çantasının bedelini dahi karşılayamaması, o çantanın sahibinin “elit” ya da “sonradan görme” olmasından bağımsız olarak ırgalamışsa hep sizi; bazı insanlar hayatları boyunca toplu taşımacılığa talim ederken bazılarının dudak uçuklatan fiyatlara aldıkları arabalarla dolaşması bir sosyal adaletsizlik olarak kanınıza dokunagelmișse, o zaman solcunuz demektir. Aksi takdirde, sermayenin el değiștirmesine hasetlenen bir burjuvasınız demektir. Ve o durumda o türbanlı hanımefendiler demezler mi size, “Audi TT’me küfreden solcu olsa bari” diye?
[1] Yılmaz Özdil, “İsim, Șehir, Hayvan” (2011)