Benim açımdan her şey 12 Mayıs 2013 tarihine gidiyor. O gün taraftarı olduğum Göztepe evinde oynadığı Tavşanlı Linyit karşılaşmasını kaybedip küme düşmüştü. Maçın bitimiyle birlikte kulübün acil ve yapısal sorunları hakkında yıllardır kimsenin görüşünü almayan, camiayı kulüp binasının dışında bırakmaya niyetli bir yönetim anlayışına karşı duyulan keskin bir öfke ortaya çıktı. Polisin taraftarın ruh halini hiçe sayması, olayların büyümesine neden oldu. Sonuçta işler kulüp binasına saldırmaya kadar gitti. Yapılanların bir kısmını onaylamayabiliriz, ama genel çerçevede gözüken şuydu: Gezi Parkı’nın yıkımına karşı verilen mücadelenin bir benzeri aslında çok yakın sebeplerden dolayı Göztepe taraftarınca kulüp yönetimine yönelik başlatılmıştı. Gezi Parkı’nda ağaçlar kesilmeye çalışılıyorsa, burada da 88 yıllık bir çınar köklerinden uzaklaşma eğilimine girmişti, kötü yönetiliyordu.
Bu çıkışın ardından taraftarın kulüp yönetiminde görmek istemediği isimler birer birer istifalarını verdi, yeni bir başkan camianın bütününü kucaklayan bir anlayışla göreve başladı. Sadece camiayla değil, İzmir kentiyle de kopmuş bağlar onarılmaya çalışıldı. Küme düşmemize karşın bu sebepten dolayı geleceğe umutla bakıyoruz. Son yıllarda içine kapanık bir anlayışla yönetilen kulüpte dinamik bir yapı oluştu. Yeni başkan Hüseyin Altınbaş, kulübü ileriye götürmek için camianın her kesiminin desteğini açık açık istedi ve kulüpte katılımcı bir yönetim anlayışını hakim kılacağını belirtti. Göztepe’nin geleceğine katkı sunabileceğimiz kanalların açılacağını duyunca taraftar olarak heyecanlandık. Yönetimin bunca yılda biriken sorunları bir çırpıda aşıp hemen başarılı olmasını beklemek iyimserlik olur. Bizim için öncelikli olan taraftara bakış açısının değiştiğini hissetmekti, bu oldu. Bununla bağlantılı biçimde, Türkiye’de yaşayan her kesimden insanın memleket meselelerinde vereceği katkıları, özellikle yerel dinamikleri tıkayan en önemli eksiğin yukarıda anlatmaya çalıştığım katılımcı taraftarlık benzeri, katılımcı yurttaşlık, doğrudan demokrasi olduğu her makul insanın siyasi görüşü ne olursa olsun kesiştiği bir nokta olmalı. Bu kanallar açılmadığı sürece ileride benzer durumlarla karşılaşmak çok olası.
SPOR MEDYASI DERS ÇIKARMALI
Bu anlamda benim için Gezi Parkı direnişinin en büyük sürükleyicilerinden birinin taraftar grupları olması hiç şaşırtıcı olmadı. Çünkü onlar Kürt hareketiyle birlikte ülkede en büyük pratiğe sahiplerdi. Bu taban hareketinde gösterdikleri onurlu mücadele bir zamanlar halkın afyonu olduğu söylenen futbola yeni bir bakış açısını zorunlu kılıyor. Halkın meydanlara, sokaklara taşınmış sesini ekranlara yansıtmaya çekinen medyanın bundan sonra futbol tartışma programlarının içini doldurmakta zorlanacağını söylemek zor değil. Artık orada “Birkaç çapulcu koltukları sahaya attı,” demek, epey havada kalacak bir laf olacak mesela. Her hafta o çim zeminin yeşilinde sürdürülen bu büyüleyici oyunu izlemeye doyamayan milyonların ruh halini bilenler, onların Gezi Parkı’nın ağacına kayıtsız kalmayacağını anladılar, ama söylediğimiz gibi, bu ‘vandallar’ın duyarlılığı karşısında yıllardır toplumun dışında plazalarda habercilik oynamaya çalışan ana akım medya olup bitene çok şaşırdı.
Taraftarın kentine sahip çıkmasının en güzel örneklerinden biri geçtiğimiz yaz, İzmir’de tarihin tanıklığını yapmış Alsancak Stadı’nın yıkılıp yerine AVM yapılması projesinde bütün İzmir takımı taraftarlarının verdiği ortak tepkiydi. Bugüne gelirsek, Taksim Kışlası avlusunun bir zamanlar Taksim Stadı olarak kullanılması, taraftarın direnişteki varlığını daha bir anlamlı hale getiriyor. Evet, üzerine park yapılmadan önce, bu tarihi stad korunabilseydi, belki şimdi oraya yapılabilecek güzel bir “Türkiye futbol tarihi müzesi”ne kimse bir şey demezdi. Sadece bir akıl yürütme bu, akıl yürütmeleri, mizahın ince kullanımını bu süreçte çokça yaşadık zaten, yıllardır bastırılan hayal gücünün sahaya inmesidir Gezi direnişi bir anlamda.
AVM TARAFTARLIĞINA KARŞI…
Liverpool’un efsane teknik direktörü Bill Shankly’nin yıllar öncesinde söylediği “Futbol bir hayat meselesi değildir, ondan çok daha önemlidir,” sözü futbolun hayatın estetiğindeki en önemli unsurlardan birini oluşturduğunu sertçe ifade eder. Gezi direnişi tribünlerin sokakla birleşmesini getirdi. Aslında her zaman söylediğimiz, “Tribünler sokakta olup bitenin yansımasıdır,” cümlesini bu kez tersten okuyoruz. Sokaktan tribünlere çıkan insanlar sadece sokağa geri döndü. Bu, “steril tribün” anlayışına bir tepkiydi. Her ne kadar direnişin forvet hattında Beşiktaş’ın Çarşı grubu olsa da İzmir’de birleşmeleri akla hiç gelmeyecek Göztepeli ve Karşıyakalı taraftarların birlikte yürümeleri en az bunun kadar önem taşıyordu. Peki ama sonrasında bu süreçten futbolseverler ne kazanacak? Bu noktada kulüp taraftarlarının yerelde ve ülke genelinde ortak sorunlarına karşı omuz omuza mücadele etmesi gerekiyor. Örneğin, bundan sonraki ilk Göztepe-Karşıyaka maçında gene şiddetin dili hakim olursa, yaşadıklarımız hoş bir romantizmden öteye geçemeyebilir. AVM’den çıkıp, az ilerideki “Arena”da kiraladığı koltuğunda maçı ve hayatı izlemesi istenen insanların tepkisidir futbolseverlerin Gezi’deki varlığı.