Müstesna Devrimlerin Uzağında: Rojava

20.yüzyılın sonlarından itibaren sol-sosyalist muhitten çıkan seslere baktığımızda, işittiğimiz "devrim" kelimesinin retoriğin ötesinde bir anlam taşı(ya)madığı kolaylıkla sezebiliriz. Devrim, ilk bakışta siyasal bir ufka işaret ediyor gibi gözükse de, ortalık reel politikaya yaslanarak devrim teorisyenliğine soyunmuş ve "devrim"e kaftan biçmeye niyet etmiş kimselerden geçilmiyor. Rusya, Çin ve Küba Devrimleri tüm ihtişamıyla rehberliğini korurken, 70’ler itibariyle devrim, kesif bir seçicililik ve kategorizasyona tabi tutularak ikameciliğe kurban ediliyor (İran Devrimi'nin ayrıksılığının önemli ölçüde sol içerisinde devrimin ne-liğine dair yürütülen tartışmalarda kritik bir uğrağa işaret ettiğini de belirtmek gerekli). Reel sosyalizmin çözülüşü ve monolitik bir yapı haline gelen dünya sistemiyle beraber sözünü ettiğimiz kuramsal seçicilik, önsel olarak muktedirliği kabul edilmiş müphem bir emperyalizm tanımına dayanıyor. Bunun kabulüyle beraber seyretmek vardır artık, olmakta olana dair devrim ya da değil diyebilmek için sabitlenmek gerekir ve kolay olan da budur. Özellikle, bulunduğumuz coğrafyada vuku bulan ayaklanmalar silsilesine dair bazı çevrelerce takınılan tavır, steril bir devrim tahayyülüne dair bir inanca işaret ediyor ve bu inanca kimi zaman seyir halindeyken ayaklanmış olana yönelik mahkum edici bir yaklaşım eşlik ediyor. Bahsi geçen tutumun en billurlaşmış örneğini geçen haftalarda Yavuz Alogan bizlere gösterdi[1]. Alogan'ın tespitlerinin, Rojava Devrimi şahsında, Kürdistan coğrafyasında süregiden mücadeleleri bir çırpıda emperyalizmin hanesine yazabilecek ender çabalardan birisi olduğunu düşünüyorum. Bir sosyalist olarak tahayyül ettiği "devrim"in, olmakta olanla sınandığında ne denli köşeli bir hal aldığı bu yazıda kendisi tarafından ortaya konmuştur. Alogan'ın şahsında, sosyalist sol içerisinde kabul gören genel geçer bir yaklaşımdan söz ediyorum. Bu yaklaşıma göre müstesna bir devrim, köşelerini kendi meşrebince çizmekten ziyade emperyalizmin çizmiş olduğu sınırların ötesinde olmak şeklinde tanımlanıyor. Mevzilenmeler, küresel ölçekte muktedir olanın tasarruflarını aşmak üzerinden gerçekleşmez ise çizilmiş olan sınırları yeniden üretmeye yarar, hele ki, dışsal bir aktör olarak değerlendirilen emperyalizmin toplumsalın tam ortasına çizeceği sınırlara yaslanarak devrimci hareketleri okumaya kalkışmak, öznelerin yürüyeceği yolun, emperyalizmden ziyade bizzat "sosyalistler" tarafından çekilip alınmasıyla sonuçlanır.

Bu okumaya göre kavramsal olarak bir maymuncuk olarak işlev gören emperyalizm kerteleri belirlediği ölçüde anlamlıdır fakat, gözden kaçırılan temel nokta, devrimci süreçlerin "belirlenim"lerden radikal bir kopuşa işaret ettiğidir ki bu durum görmezden gelindiği andan itibaren siyasal bir uğraş olarak kavramsal seçicilik ve olguların ayıklanması devreye girer. Zira, bu tarz bir okumaya örnek olarak yine Alogan, Mısır'a dair değerlendirmesinde “Sosyalist solun Mısır’da olanları açıklamak için emperyalizmden başka kullanacağı kavram yok mu?” sorusunu peşinen "Yok" diyerek cevaplandırıyor[2]. Analitik bir değerlendirmeye girişildiği anda, seçilen parçaları yekpare bir hale getirme çabası basbaya antagonizmayı söylem düzeyinde yeniden kuruyor ve hakikat olgulardan bağımsızlaşarak, söyleme kurban ediliyor. Toplumsalın kendisi de, emperyalizmin mesajlarının alındığı boş bir dağılım yüzeyinden öteye gidemiyor doğal olarak. Hakikatin bu denli verili ve önceden belirlendiği bir konjonktürde, devrimci pratikler emperyalizmin karşıt kutbunda yer bulmaktan ziyade, mevcut iktidarlara "can simidi" atmaktan öteye gidemiyorlar.

Arap Baharı başladığında bu yaklaşımdan coğrafyada ayaklananlar nasiplerini almışlardı ve sıra nihayet Kürtlere geldi. Rojava Devrimi olarak tanımlanan süreç, Esad diktatörlüğü ve köktendinci çetelere karşı bir özyönetim ve öz-savunma modeli olarak tanımlanabilir. Lozan ile beraber bahsi geçen "emperyalizm" tarafından dört parçada kimliği elinden alınmış ve devletlerce sömürge hukukuna tabi tutulmuş bir halkın, yüzyıl boyunca uğradıkları zulme karşı sürdürdükleri mücadelenin en güncel sayfası olarak okunabilir Rojava. Fakat beyaz sessizliğin korosu geçmişte olduğu gibi bugün de, harekette olanın göremediği fakat kendi sabit konumundan kolayca farkedilebileceğini varsaydığı "tuzaklar"a işaret ediyor. "Öte tarafta" olanı biteni sabitlenmek kaydıyla ve kuramsal bir seçicilik marifetiyle anlamdırmaya çalışan okuma biçimleri, Kürt hareketinin gidişatına yönelik çizilen karamsar tabloyu Gezi Direnişine yönelik takınılan sınırsız bir iyimserlik eşliğinde tamamlıyor ki böylesine bir seçicilik kuramsal olarak karşılığını emperyalizmde buluyor. Hatta bir adım daha öteye giderek, Kürt halkının Türkiye sınırları dahilinde vermiş olduğu mücadelenin güncel siyasetteki öznesi konumunda olan BDP'nin, Türkiyeli sosyalistlerle ortak bir pozisyon yaratma çabalarını bir anda AKP'nin siyasetine maledebiliyor*. Yazısını son öfke vuruşuyla bitirirken de mümkünse artık kendi yollarına çıkmamalarını vazediyor.

/
Böylesine bir öfke, ancak ve ancak hamillik iddiası elinden alınmış beyazlığın ifadesi olarak okunabilir. Fanon'un Yeryüzünün Lanetlileri'nde dile getirdiği siyah öfkeyi kendi coğrafyasına iletme gayesiyle kitaba yazdığı önsözde Sartre'ın söylediklerini kolaylıkla bu coğrafyada Kürtlerin verdiği mücadeleye dönük yaklaşımlara uyarlayabiliriz: "Kayıtsızlıkları sizi can evinizden vurur: Onların babaları, gölgelerde yaşayan o yaratıklar, sizin yarattıklarınız ölü canlardı; onlara ışık veren sizdiniz, onlar yalnızca size hitap ederlerdi ama siz bu zombilere cevap vermeye tenezzül etmezdiniz. Onların oğulları sizi görmezden geliyor. Onları ısıtan ve aydınlatan ateş size ait değil. Siz, saygılı bir mesafeyle duran siz, kendinizi kaçak, geceye özgü, işi bitmiş hissedeceksiniz. Şimdi sıra sizde. Bir başka şafağın doğacağı bu karanlıklarda artık zombi sizsiniz."[3]

Özneye, yani "onlar"a "sen karışma" diyebilme hali, devrim denilen mefhumun basitçe bir program meselesine indirgenmesiyle açıklanabilir. Sosyalizm eğer ki tarihin içerisinde vücut bulacaksa ve madun sınıfların tarihe sözlerini düşürme kavgasıysa devrim, ayaklanana sosyalistlik mertebesinden omurga temin etmeye kalkışmak, en hafif tabiriyle tarihin dışından konuşmaktır. Bu yaklaşımına cevap niteliği taşıdığını düşündüğüm Foucault'nun İran Devrimi bağlamında ayaklananları hakir gören genel geçer yaklaşımı eleştirirken söylediklerine başvuracak olursak: "Ayaklanılıyor, bu bir olgudur; ve öznellik (büyük adamların değil, sıradan insanların öznelliği) tarihe bu şekilde dahil olur ve güç verir(...) Zaten hiç kimse onlarla dayanışmak zorunda değildir. Kimse, bu karman çorman seslerin başkalarından daha iyi şarkı söylediğini ve en gizli hakikati anlattığını kabullenmek zorunda değildir. Onların dinlemenin ve ne demek istediklerini anlamaya çalışmanın bir anlamı olması için var olmaları ve karşılarında da onları susturmak için can atanların olması yeterlidir. Bu bir ahlak sorunu mu? Belki. Gerçeklik sorunu olduğu ise kesin. Tarihin tüm düş kırıklıkları bile bunu etkileyemecektir: Böyle sesler olduğu için insanlık zamanının biçimi, evrim değil, tam olarak 'tarih'dir."[4]Yanı başımızda olmakta olan bir devrimci süreci emperyalizme maledip görmezden gelmek ve bir adım ötesinde onu mahkum etmek, öznenin çıkardığı sesi duymama çabasının başarıya ulaşmasıdır. Evet, "onlar" çok konuşuyorlar ve anlaşılamıyorlar çünkü devrimci süreçlerin yarattığı yıkıntıların altında kalan dil artık onların değil.


[1] Kürt Açılımı ve Rojava Devrimi http://haber.sol.org.tr/yazarlar/yavuz-alogan/kurt-acilimi-ve-rojava-devrimi-77588

[2] Başka Kavram Yok http://haber.sol.org.tr/yazarlar/yavuz-alogan/baska-kavram-yok-78288

* "Anlaşılan AKP, sınırda donatıp Suriye’ye saldığı katillere Rojava devrimini boğdurmaya çalışırken, içerde de Kürtleri solcularla birleştirerek Haziran isyancılarını bölüp etkisizleştirmeye karar verdi"

[3] Fanon, Frantz. Yeryüzünün Lanetlileri, Çev: Şen Süer. Versus Kitap. İstanbul 2013

[4] Foucault, Michel. "Ayaklanmak Faydasız mı?", Entelektüelin Siyasi İşlevi içinde, çev: Işık Ergüden Ayrıntı. İstanbul 2011