Suriye'de Dört Mevsim 'Arap Baharı'

18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta bir insan kendini ateşe verdi. Kimi çevreler için bu yıllardır özlemle beklenen, İslam coğrafyasındaki Fransız Devrimi’nin ilk kıvılcımlarıydı. Kimileri için ise Batılı emperyalist tekellerin yeni bir pazar arayışının somutlaşmış haliydi ve son tahlilde Ota Doğu ve Arap Coğrafyası bir rekonstrüksiyona tabi tutulacaktı.

Libya ve Tunus’ta “Bahar” olarak adlandırılan sürecin etkisiyle ağırlıklı olarak İslami, hatta radikal İslami eğilimlerin iktidar şansı buldukları tüm dünya tarafından izlendi. Tunus ve Libya’daki iktidar değişikliklerinin halkın iradesi ve fiili mücadelesi sonucunda gerçekleşmediğini, tam aksine “Batılı güçlerin” fiili müdahalesi sonucunda adı anılan ülkelerdeki rejimlerin yıkıldığı bilinen bir gerçek. “Bahar Devrimleri” halkasının bir diğer önemli ayağı olan Mısır’da ise işler sanıldığı kadar kolay sonuçlanmadı. Mübarek’in devrilmesi, Müslüman Kardeşler olarak bilinen İhvan hareketinin yüzde elliye yakın bir oyla iktidara gelmesiyle sonuçlandı. Beklenilenin aksine yıllarca İngiliz hegemonyası altında kalmış, akabinde otoriter bir başkanlık sistemine dayalı cumhuriyet sultası altında yönetilmiş Mısır, refaha kavuşmadı. Şüphesiz bir geçiş süreci bekleniyordu ve olması da gerekiyordu. Fakat halkın oylarının yarısından fazlasını alan İhvan hareketi[1] çok uzun süre iktidarda kalamadı. 3 Temmuz 2013 tarihinde Genelkurmay Başkanı Ebdülfettah El Sisi liderliğindeki ordu, İhvan hareketine karşı askeri darbe gerçekleştirdi ve seçilen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi gözaltına alındı. Laik, gayrimüslim ve ülkedeki diğer azınlık grupların desteğini alan General Sisi ile İhvan hareketi yanlıları arasında 3 Temmuz’dan bu yana şiddetli çatışmalar devam etmekte.

Askeri yönetimin aldığı katı önlemlerle İhvan yanlılarının etkinliği kırılmaya çalışılmakta fakat Müsüman Kardeşlerin de çok erken pes etmeyeceği gelişmelerden rahatlıkla anlaşılıyor. Sonuç olarak ne Mübarek’in devrilmesi ne de İhvan hareketinin seçimleri kazanması, beklenen “Bahar” etkisini yaratmaya yetmedi Mısır’da. Kısa süre zarfında Mısır’ı güneşli günlerin beklediğini söylemek de iyimser bir politik analizin ötesine geçmeyecektir.

Arap Baharı’nın bir türlü bitmediği ve kısa zamanda da biteceğe pek benzemeyen son pratik sahası Suriye oldu. Suriye’de B.Esad rejimine karşı başlatılan ve 2,5 yılı geride bırakan silahlı muhalefet henüz bir sonuç elde etmiş değil. İsyanların başladığı diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi Suriye’nin de bir demokrasi timsali olmadığı malumunuz. Bunu daha iyi anlayabilmek için Baba-oğul Esad’ların Baas Rejimi’ne kısaca göz atalım.

1947 yılında Fransız boyunduruğundan kurtularak bağımsız bir devlet olan Suriye, 1963 yılından beri Baas Rejimi’[2]yle yönetilmekte. 8 Mart 1963’te, Askeri Komite’nin öncülüğünde gerçekleştirilen darbe sonucu Ulusal Devrimci Komuta Konseyi iş başına geçmiş ve Salah Bitar Ulusal Komite’nin başına getirilmişti. Komite; Baas, Arap Ulusalcı Hareketi, Birleşik Arap Cephesi ve Sosyalist Birlik Hareketi’nden oluşuyordu. İktidarın Baas partisinin tekeline geçişi, Albay Cesim Avlan’ın önderliğinde Nasırcı ve Sünni bir grup subayın 18 Temmuz 63’te ki darbe girişiminin başarısızlığı sonucu olmuştur. Darbeyi bastıran subaylar çoğunlukla azınlık ve Alevi kökenlilerdi[3]. 37 yıllık Hafız Esad liderliğindeki otoriter iktidar, Hafız Esad’ın 2000 senesinde ölmesiyle birlikte yerini oğlu Beşar Esad’a bıraktı. Daha demokratik bir lider olacağı beklentisiyle farklı toplumsal formasyonlar tarafından da desteklenen Beşar Esad, yapılan halk oylamasından yüksek bir oran elde ederek (%97 oranında bir oy) Cumhurbaşkanı seçildi. Fakat kısa sürede, haklar tarafından beklenen temel demokratikleşme hamlelerinin hayata geçmeyeceği aksine baba Esad’ın otoritesinin devamlılığının oğul Esad tarafından sürdürüleceği anlaşıldı. Zira oğul Esad öncelikli olarak ekonomik reformlar yapıp ülkenin içinde bulunduğu iktisadi dar boğazı biraz olsun genişletmeye çalışacaktı, demokratikleşme ise belirli olmayan bir tarihe ertelenecekti, zira önemli olan başat hedef olarak ülkenin istikrarının ve refahının sağlanmasıydı. Fakat özellikle “devlet burjuvazisi” olarak adlandırılan ve iktidarın her yerine kök salmış kadroların rahatsızlıkları oğul Esad’ın işinin çok da kolay olmadığını gösteriyordu. Artık Esad’ın seçeceği tek yol vardı, devletin her türlü baskı ve zor aygıtını kullanarak Baas İktidarı’nın devamlılığını sağlamak, öyle de yaptı zaten.Baba-oğul Esad’ların iktidarları boyunca farklı tarihlerde, Hama’da, Halep’te muhalif toplumsal çevrelere karşı pek de demokratik olmayan pratiklere girişildi, binlerce insan öldürüldü. Yine 1980 yılında, oğul Esad’a muhalif olanların uğrak yerlerinden biri olan Tadmor Hapishanesi’nde yüzlerce tutuklu öldürüldü. Suriye’deki önemli toplumsal dinamiklerden biri olan Kürtler de on yıllardır Suriye’de kimliksiz ve herhangi bir yurttaşlık hakkı tanınmadan insanlık dışı koşullarda yaşamak zorunda bırakıldılar. Özetle Esad’ların Baas Rejimi’nin demokrasiyle aynı cümle içinde anılmaları pek şık durmuyor açıkçası.

2011 senesine geldiğimizde ise popüler kullanımıyla tüm Arap coğrafyasında domino etkisiyle yayılan halk hareketleri Suriye’ye çoktan sıçramıştı. Farklı toplumsal tabanlardan beslenen muhalefet dinamiklerinin Esad rejimine karşı giriştikleri silahlı hak arama serüveni bu gün itibariyle neredeyse üç yılı geride bırakmış durumda. Fakat esas soru, “demokrasi” adına otoriter bir rejime silah kullanmak suretiyle muhalefet etmeye çalışan güçlerin, Esad yönetiminden daha demokratik bir alternatif olabilecekleri konusundaki soru işaretleri. Bu soru işaretlerinin en azından bir kısmını açıklığa kavuşturabilmek için mevcut muhalefet dinamiklerini biraz tartışmakta fayda var.

/

Başlangıçta ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) bünyesinde farklı kesimlerden temsilcilerin olduğu bir yapılanmadan bahsedildi ve sanırım kısa bir süreliğine de olsa bu yapı korunmaya çalışıldı. Fakat başından beri kendi içinde de parçalı bir yapı arz eden muhalefet dinamiği (ÖSO) zamanla en radikal dinci unsurları bile içinde barındırmakla yetinmedi, kontrolü onlara devretmek zorunda kaldı. ÖSO dışında da bazı yapılar yapılar mevcut. Bunlardan bazıları: Suriye Ulusal Konseyi, Liderlik Konseyi, Ulusal Eşgüdüm Komitesi ve şüphesiz bir kısmı muhalefet kanadında yer alan bir kısmı da muhalefetle çatışan Kürt dinamiği. Kürt dinamiğini yazının ilerleyen kısımlarında ayrıca ele alacağım.

Saydığımız muhalefet unsurlarının bugün Suriye’deki iç savaşta ne kadar alan işgal ettiklerini tartışmak gerekir. ÖSO her ne kadar kendisinin bir bileşeni olduğunu kabul etmese de bugün itibariyle savaşın esas taraflarından biri haline gelen grupları, ağırlıklı olarak El Kaide bağlantılı, El Nursa ve adını sayamayacağımız birbirinden kopuk ve belirli bir koordinasyondan yoksun radikal İslamcı gruplar oluşturmakta. Üstelik bu radikal İslamcı unsurların sadece Suriye içinde var olan muhalefet dinamiklerinden çıktıklarını da söylemek çok zor. Zira “Uluslararası Mücahitler”[4] olarak bilinen ve herhangi bir otoriteye bağlı olmayan 20 bine yakın militanın ülkede olduğu tahmin edilmekte.

Sorulması gereken esas sorulardan biri de şu olacaktır: Paramparça bir yapı arz eden Suriye muhalefet dinamikleri ve daha da ötesinde kendinden en çok pratikleriyle bahsettiren radikal İslamcı muhalefet unsurlarının 2,5 yılı aşan bu savaştan beklentileri nedir, neden Suriye rejimine karşı savaşmaktadırlar?

Bu soruya “demokrasi” cevabını verenlere sanırım “Batı” bile artık inanmıyor. Bahsedildiği gibi Suriye’de topyekûn bir halk hareketinin olmadığını, başlangıçta geniş kesimleri içine alan rejimden zarar görmüş toplumsal çevrelerin de radikal unsurlar tarafından gölgede bırakıldığını veya sindirildiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Şu durumda Suriye muhalefetinin omurgasını radikal İslami kanadın oluşturduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bunun en açık göstergelerinden biri de savaşın artık bir mezhep ve din savaşına dönmüş olmasıdır. Çok farklı etnik ve inançsal aidiyetleri bünyesinde barındıran Suriye’de, yönetimde ülkede azınlık konumunda olan Nusayrilerin[5] (Arap Alevileri) bulunması ve iktidarın Laisist bir çizgide olması radikal İslami muhalefetin hedef tahtasına oturttuğu temel argümanlardan biridir. Bununla birlikte ülkede var olan Dürzîlerin, Hristiyanların, Ermenilerin, bir kısım Kürtlerin ve laisist eğilimde olan tüm çevrelerin şu konjonktürde Esad rejimini sığınacak kale olarak görmelerinden kaynaklı desteklemeleri ise bahsedilen çevreleri de radikal İslamcı muhalefetin hedef tahtasına yerleştirmeye yetiyor.

Zaten radikal İslamcı militanların yoğun faaliyet yürüttükleri bölgelerin başında da Lazkiye, Şam ve son dönemlerde Kuzey Suriye olarak bilinen Rojava gelmektedir.

ABD, Suudi Arabistan, Avrupa, Türkiye, Katar gibi taraflarca içeriden ve dışarıdan ikame yöntemlerle ülkeye yerleştirilen “muhalif” gruplar, desteklenerek yeniden başlatılan inşa süreci devam etmektedir. Muhalif gruplara Katar ve Suudi Arabistan’ın ciddi ölçüde para desteği sağladığı bilinirken Türkiye’nin ise bir adım daha ileri giderek direkt barınma, militanlara eğitim-kamp gibi imkânlar tanıdığı, ulusal muhalif basında ve uluslararası basında sıkça gündeme gelmektedir. Fakat özellikle Suriye’nin bölgedeki politik dengeler açısından konumu dikkate alındığında bu yeniden yapılandırma süreci karşısında dünyanın diğer güçlü bloğu haline gelmiş Rusya, Çin, Hindistan, İran gibi güçler Suriye’nin yanında saf tutmaya fazlasıyla gönüllüler.

Öncelikle “Batı”, ardından Türkiye için dominonun en stratejik taşlarından biri olan Suriye’nin kolay düşmeyeceği artık kesinleşmiş durumda. İki ayda devrilir gözüyle bakılan Esad ve rejimi 2,5 yılı gerisinde bırakmakla kalmayıp ülke içinde kontrolü kaybettiği noktalarda da yeniden hâkimiyet sağlama yolunda hızla ilerliyor. Batı’nın, özellikle ABD’nin Suriye öngörülerinin tutmaması askeri müdahale seçeneğinin masaya gelmesi için yeterli bir gerekçe idi; fakat ona da gerek kalmadan 21 Ağustos tarihinde Şam’ın Doğu Guta Bölgesi’ne Esad tarafından kimyasal saldırı düzenlendiği bilgisi geldi.

Muhalifler ve tabii onların destekçileri, başta Türk Hükümeti olmak üzere Batılı güçler, Suriye’de rejime karşı bir askeri operasyonu gündeme getirdiler. BM raporu hazırlanmadan alınan bu karar, başta Rusya olmak üzere İran ve Çin tarafından pek sempatiyle karşılanmamasının yanı sıra kısa süreli de olsa ABD ile Rusya arasında bir gerginliğe mahal vermek üzereyken (Rusya 5 adet savaş gemisini Akdeniz’e gönderdi bu süreçte) silahsız bir çözüm üzerinde, Esad’ın kimyasalları teslim etmesi şartıyla anlaşıldı gibi. Obama’nın savaş bile diyemediği olası müdahale bir bombardıman olarak nitelendirildi. Bombardıman savaş değilse gerçek savaş neydi peki?

Esad yönetiminin ülke genelinde muhalif unsurlara karşı kontrolü sağlama yolunda ilerlemesi ve eş zamanlı olarak Kürtlerin Rojava’da (Kuzey Suriye Bölgesi) muhaliflerle yoğun çatışmalara girerek bölgeyi kontrol altına alması üzerine ABD ve müttefikleri, başta Türk Hükümeti olmak üzere, dengeleri muhalifler lehine yeniden eşitleyebilmek için bu ‘savaş olmayan’ operasyonu gündeme getirdiler. Fakat Rusya’nın başat rol oynadığı baskı sonuç verdi ve operasyon ertelendi. Şüphesiz oluşan bu yeni konjonktür, Esad yönetimi için olumlu bir gelişme sayılabilir. Zira halkın bir kısmının desteğine sahip olan Esad yönetimi, muhaliflere yönelik de şiddeti arttırarak varlığını koruma yolunda, Kürtlerle de anlaşması halinde ülkedeki genel asayiş sorununu kısa sürede halledebilecek gibi görünüyor.

Suriye’ye yönelik askeri operasyonun ertelenmesi veya tamamen ortadan kaldırılması ABD açısından sürekli olarak masada duran Orta Doğu resminde bir iki fırça darbesinden çok da fazla anlam ifade etmeyecektir. Fakat bu durumda esas hezeyan yaşayan ülke Türkiye oldu-olacak. Neden mi? Sağ- muhafazakâr olduğu gibi yer yer mezhepçi (sunni) politikalar da üreten AKP iktidarı uzun vadedeki politik geleceğini Suriye üzerinden dönen bir kumar masasına yatırdı.

Esad yönetimindeki Nusayri iktidarının kısa sürede yıkılacağını ve yerine daha İslami (sunni) tandanslı ya da radikal İslami bir iktidarın geleceğini bekleyen Türk hükümeti, beklentilerine karşılık bulamadığı için hazımsızlık yaşıyor. Suriye’deki radikal İslamcı militanlara ciddi yardımlar yaparak Esad yönetimiyle ipleri koparan Türk hükümeti, Güney sınırında (Rojava’da) PYD’nin[6] (Partiya Yekîttiya Demokrat-Demokratik Birlik Partisi) bölgede hakimiyet kurmasından da rahatsız oluyor. Kendi toprakları içinde yaşayan milyonlarca Kürt’le tarihsel sorunları olan Türk hükümeti çeyrek asırdır Türkiye içindeki PKK (Partiya Karkeriya Kurdistan-Kürdistan İşçi Partisi) savaşçılarıyla süregelen savaşı bitirmek için müzakereler başlatmışken, kendi sınırları dışında Kürtlerin statü kazanmasına karşı çıkmakta ve hamaset dolu tehditler savurmakta.

PYD’nin Suriye’deki PKK olduğu temel kabulü (Her ne kadar hareketin lideri Salih Müslim başta olmak üzere örgüt tarafından yapılan açıklamalarda PKK ile organik bir ilişkilerinin olmadığını belirtseler de PYD’nin Suriye Kürdistan’ındaki diğer Kürt oluşumlarından ideolojik ve pratik olarak çok farklı bir noktada durduğu kesin ve bu noktanın da PKK hareketine yakın bir yer olduğunu saptamak zor değil.) Türk hükümetinin Rojava’ya yönelikpolitikalarındaki temel faktör. Bundandır ki Türk hükümeti, sınırında PKK kontrolünde bir Kürt oluşumunu istemiyor. Fakat eğer PYD, Barzani çizgisine yakın bir örgütlenme olsaydı Türk Devleti’nin bakış açısı şüphesiz farklı olacaktı.

Kısa vadede Türkiye’nin Suriye ve Kürtlere yönelik politikalarının hezimete uğradığı ayan beyan ortada artık. Bu da yetmezmiş gibi Türk hükümetinin kendi Kürtleriyle başlattığı müzakere süreci de sıkıntılarla dolu. Hükümetin söz verdiği temel demokratikleşme adımlarından hiçbirini atmadığı gerekçesiyle, PKK savaşçılarının Türkiye sınırlarının dışına çıkma işlemi Örgüt tarafından durduruldu ve yeterli adım atılmazsa çatışmaların yeniden başlaması olası.[7]

Suriye’de gerçekleştirilmeye çalışılan “Bahar” sadece Suriye’yi kapsamıyor artık. Başta Türkiye olmak üzere çevresindeki çok farklı merkezlerin dengesini derinden sarsıyor ve sarsmaya devam edecek.

Bu “Bahar” ne zaman biter kestirmek zor ama çok erken bitmeyeceği öngörüsünde bulunmak çok yanlış olmayacaktır. “Bahar”ın sonunda kazanan taraflar kimler olacak diye sorarsak her durumda Kürtlerin kazanım elde edecekleri ve bunun karşısında Türkiye’nin umduğunu bulamayacağı kesin gibi.

Esad’a ne mi olacak? Sanırım bir süre daha Esad’ı Suriye’nin lideri olarak göreceğiz. Sonuç olarak 2,5 yılı aşan ve bir türlü gelmek bilmeyen “Suriye Baharı” nın insani bilançosu ne oldu? Bu hesabı yapmanın artık bir kıymet-i harbiyesi de kalmadı. Çünkü yüz binlerce insanın yaşamını yitirmesi ve milyonlarcasının kendi topraklarını terk etmek zorunda kalması çoktandır gerçekleşti bile…

1.http://t24.com.tr/yazi/musluman-kardesler-nedir-ne-degildir/3249

2. Baas Rejimi’yle ilgili ayrıca bakınız; http://www.wsws.org/en/articles/2004/03/iraq-m16.html

3. GÜRSON, Poyraz, Suriye, Ankara, Atılım Üniversitesi Yayınları, 2010.

4. http://tv.cnnturk.com/video/2012/10/16/programlar/hayatin-tanigi/hayatin-tanigi-tanitim/index.html

5. Nusayriler için ayrıca bakınız; http://www.bilimvegelecek.com.tr/?goster=1492

6. PYD ile ilgili bakınız; http://pydinfo.com/about-the-pyd

7. Açıklama için; http://www.firatnews.com/news/guncel/kck-geri-cekilme-durdu-ateskes-suruyor.htm

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Master Öğrencisi

[email protected]


[1] (Hareketinin Kökleri 1928 kadar dayanmaktadır. Hasan El Benna tarafından belirtilen tarihte Mısır’ın İsmailiye kentinde kurulmuştur. Hareket başlangıçta Ahlak-Kültür ve sasvvuf ekseninde şekillenmesine karşın ilerleyen yıllar içinde giderek politikleşmiş ve radikal İslamcı, Cihatcı bir çizgiye doğru ilerlemiştir) .Bakınız; http://t24.com.tr/yazi/musluman-kardesler-nedir-ne-degildir/3249

[2] Baas Rejimi’yle ilgili ayrıca bakınız; http://www.wsws.org/en/articles/2004/03/iraq-m16.html

[3] GÜRSON, Poyraz, Suriye, Ankara, Atılım Üniversitesi Yayınları, 2010.

[4] http://tv.cnnturk.com/video/2012/10/16/programlar/hayatin-tanigi/hayatin-tanigi-tanitim/index.html

[5] Nusayriler için ayrıca bakınız; http://www.bilimvegelecek.com.tr/?goster=1492

[6] PYD ile ilgili bakınız; http://pydinfo.com/about-the-pyd

[7]Açıklama için; http://www.firatnews.com/news/guncel/kck-geri-cekilme-durdu-ateskes-suruyor.htm