Yaz aylarından bu yana geçen 6 ay içinde Gezi Direnişi’nin “mesajı”, “ruhu” ya da Gezi’den öğrenmenin önemi sıkça hatırlatıldı. Yaşadığımız deneyim, gündelik hayatın içinden yükselen yatay siyasetin, birebir ilişkilerin, doğrudan eylemin ve kendi sözüne sahip çıkmanın bir bütün halinde eski usül siyasetin karşısında yeni bir arayıştı. Eski tür siyasetin ayakta kalma çabası, eski baskı türlerini de güncelledi. Dış mihraklar, operasyonlar, karanlık odaklar arayışı içindeki muktedirlerin siyasal olanı yukarıdan görme alışkanlığının kolay kolay geçmeyeceği anlaşıldı. Gezi tabii ki sadece yukarıya mesaj değildi; asıl olarak muhalefetin kendi kendisi üzerine de düşünmesiydi. Yeni olanın en aşağıdan, doğrudan tartışmalarla başlaması gerektiğinin ve eski hiyerarşik düzenin önce “onlar”dan değil “biz”im tarafımızdan/içimizde değiştirilmesi gerektiğiydi. Bu noktanın bugünlerdeki kriz ortamında taraf tutmak ya da hangisinin kaybedeceğini beklemek yerine yeniden düşünülmesi ve bu kez daha geniş bir bakışla iktidarın kendi kontrolüne aldığı kavramları yeniden ele alarak sürdürülmesi önem kazanıyor.
Gezi’nin sarstığı özgürlükçü makyajındaki otoriter düzen artık dikiş tutmaz durumda. Bir hafta içindeki gelişmelerle Türkiye siyasetinde taşların yerinden oynadığı bir döneme girildi. Gezi’den sonra hükümetin önce demokratikleşme paketiyle dağılan liberal imajını düzeltmeye çalıştığını, sonra yeni müdahalelerle kendi alanını netleştirmeye çalıştığını gördük. Eğitim sistemini dönüştürmekten yorulmayan iktidar için, dershaneler de iktidarın pekişmesi için bir araçtı. Ancak bu sefer, o çok bağlı oldukları piyasadaki oyuncuların gazabına uğradılar. Bu iktidar pekişmesinin, yeni bir bölüşüm ilişkisi yaratacağı ortadaydı ve daha önceki faaliyetlerinde verilen destek bu sefer görülmedi.
Bu noktada örgütlü iktidarın, yatay biçimde gündelik hayatın içine sızmış yine bir hareket tarafından zorlandığını görüyoruz. Bir kez daha tavan ile taban, bu kez farklı bir içerikte karşı karşıya geldi. Bir nevi, kendi “ortak duyu”larını yenileyemediler. Her ne şekilde olursa olsun, gündelik hayatla temas kuran hareketlerin hiyerarşik yapıların işleyişini zorladıkları, durdurdukları ve bazen geriye çevirdiklerine daha önce de şahit olduk. Hareketin önemi, kurumsal olanın siyasetini belirlerken, daha gevşek siyasal alanları tutmasından gelir. Böylece birebir ilişkilerin önemi ortaya çıkar. Siyasalın, siyaset ve siyasa tarafından çevrelenmeye çalışılmasına inat, hareketler iktidarı sarsıcı faaliyetlerine siyasalı genişleterek devam eder.
Gülen hareketinin veya başka bir yapının bürokrasi ve kolluk kuvvetleri içinde örgütlenebileceği tahmin edilen bir durum. Bu noktaları “tutmak” zaten bir hareketin temel hedeflerindendir. Tıpkı muhalif hareketlerin sokağı tutmaya çalışması gibi. Siyasal olanın siyasete dönüşmesi de bu yer belirleme faaliyetlerinin kurumsallaşmasına dayanır temel olarak. Dolayısıyla hareketle bağını koparmış siyasetlerin tabanın değiştirici-dönüştürücü baskısına maruz kalması muhtemeldir. İktidarın bugüne kadar gücünü aldığı bu hareketle bağını koparma çabası da işte böyle bir dirençle karşılaştı.
Gezi Direnişi biraz da bu dönüştürücü gücü, hareketlerin halen siyaset için önemli olduğunu hatırlattı. Böylece siyasetin yukarıda alınan kararların aşağıya dayatılmasından farklı bir şey olduğunu; temsilcilerin bizim adımıza konuşma yetkisinin gittikçe azaldığının altını çizdi. Onun adına konuşanlara inat vatandaşın konuşma imkanlarını artırmak, tepki gösterme kanallarını açmak, sistemi de daha demokratik hale getirecektir. Daha fazla demokrasinin, ne liberalizmin ne de muhafazakarlığın işine geldiği de ortada. Bu durumda, muhalif siyasal düşüncenin toplumsal hareketliliği güçlendirici ve demokrasinin işleyişini hızlandırıcı müdahaleler yapması gerekir. Muktedirlerin daha fazla demokrasi bahşetmeyeceği, bu hakkın ancak mücadeleyle alınabileceği tarihsel bir bilgi olarak önümüzde duruyor. Şimdi muktedirler kendi aralarında çatışmaya girdiğinde, Türkiyeli muhaliflerin daha fazla özgürlük ve daha eşitlik için mücadele kanallarını sorgulaması gerekli. Bu yolun da yine yukarıdan belirlenmiş hiyerarşik yapılardan çıkmayacağı ortada. Öyleyse özgürlük ve eşitlik mücadelesini –özgüreşitliği/egaliberter bir çizgiyi nasıl güçlendirebiliriz sorusu etrafında düşünmeliyiz.
Bu bağlamda siyasal liberalizmin kazanımlarını da zorlamak ve sahiplenmek bu mücadelenin bir parçası olacaktır. Liberalizmi piyasa fetişizminin ötesinde yorumlayamayan Türkiyeli liberallere bu alanı teslim etmemek gerekiyor. Gezi Direnişi özel hayata müdahale edilmemesi, yaşam tarzına karışılmaması gibi görece liberal değerlerin siyasal bir atmosferde nasıl muhalif hale gelebileceğini ortaya koydu. Bu açıdan siyasal özgürlüğün alanlarını genişletmek, bunu muhafazakar kıskaçlı bir demokrat bakışa bırakmamak önemli.
AKP’nin gücünü aldığı pragmatizm, anayasa referandumunda olduğu gibi müesses nizama karşı solcuların desteğini almak ya da şimdi Kürt siyasal hareketinin karşısında geliştirdiği ataklarda görülebiliyor. Bu pragmatizmin birlikte tuttuğu geniş koalisyonun üstüne gitmek, detayları sorgulamak açısından verimli bir döneme giriliyor. Türkiye’de her zaman tartışılan sol ve sosyalizm kadar liberalizmin de tartışılması için bir fırsat olabilir bu durum.
Hukuka müdahaleler ve temel bir hak olan masumiyet karinesinin dahi yok edilişiyle başlayan, basına uygulanan dolaylı sansür ve Başbakan’ın sınır tanımayan otoriterliği ile yükselen liberal-muhafazakar işbirliğinin sarsılması, Gezi sonrasında dağılmaya yüz tuttu. Çok umut bağlanan demokratikleşme paketi de liberal bağları kurtaramadı. Ardından iktidarın asıl olarak güçbirliğine gittiği ve aslında son dönemler damga vuran “korku imparatorluğu”nu el birliğiyle kurdukları cemaatle bağlarının da kopma noktasına gelmesiyle, iktidarın tek başına üstlendiği, kimseye bırakmadığı demokrasi ve özgürlük söylemini gerçek sahiplerinin ele alması için uygun zamanlardayız. Türkiye muhalefetinin muhafazakarlığın daralttığı bu kavramları ayakları üstüne oturtmak için taban hareketlerinin önemini göz önünde tutarak yeni tartışma alanları açmasının zamanıdır. Diğer bir deyişle, bu kriz zamanlarının daha fazla demokrasi üretecek şekilde işlemesi muhalefetin atacağı adımlara bağlı.