Nadezha Tolokonnikova ve Maria Alyokhina’nın özgür kadınlar olarak yürüdükleri Rusya, bir buçuk yıl önce hapse yollandıkları Rusya’dan çok farklı değil. Esasa dair bir farklılık yok, olsa olsa derece farkı var; bunu da hemen fark etmek mümkün. Mevcut Rusya’nın, Nadya ve Masha’yı hapse yollayan Putin’in Rusya’sı olup olmadığı konusunda şüphe yok.
Pussy Riot’ın gerilla, yeni isyancı genç kız performanslarının görüntüleri yayılmaya başladığında, estetik anlayışları ufukta beliren özgürleşme rüzgârıyla doluydu. Üyelerine bakılırsa, Pussy Riot kolektifi, Medvedev’in iktidarı yeniden Putin’e teslim ettiği gün kurulmuştu. Bu kolektif ve binlerce insanı Rus şehirlerine akın ettiren demokrasi hareketi de aynı gün doğmuştu. Yankılanan agresif, primitif ses bir isyan çağrısıydı şüphesiz; parlak ve cüretkâr kıyafetleriyle sokakları dolduran binlerin oluşturduğu dinamik şekiller sınır tanımaz iktidarın sabit sembollerinin üstüne izdiham halinde akın etmişti.
Radikal sanat yazarları ve kültür aktivistleri, kimi zaman, denetimden çıkmış iktidarın özgür sanatsal faaliyeti yıldırma ihtimalini abartmakla suçlanırlar. Rus devletinin, Kurtarıcı İsa Katedrali’ndeki olaylardan sonra Pussy Riot karşısında sert önlemler almasını abartmaya gerek yoktur buna göre. Ayrıca Putin ile Ortodoks Kilisesi arasındaki samimi ilişkiyi allayıp pullamanın da alemi yoktur. Buradan bakıldığında, grubun şarkıları ve performanslarının “kabalığından” dolayı mızmızlananlar, burun kıvıranlar olmasına rağmen Pussy Riot neticede iyi sanattan bekleneni yaptı: Kurulu düzenin gizli kalmasını yeğlediği suiistimallere ve yozlaşmaya ışık tutmak.
Putin destekçilerinin umduğunun aksine, Nadya, Masha ve Katya hapse girdiğinde bu teşhir sona ermedi. Dünya, Rus hapishanelerinin Stalin dönemindeki Gulaglardan çok farklı olmadığını teyit etti. Rus toplumuna sirayet etmiş olan kötücül anti-feminizm daha fazla kişinin malumu oldu. Pussy Riot’ın iyi gün dostları, grup üyeleri hapse atıldığında yükselen tepki dalgasının hemen ardından ortalıktan kaybolurken grubun radikaller nezdindeki itibarı cilalandı. Nadya’nın Slavoj Zizek’le yazışmaları garip, düzensiz ama bir o kadar etkileyiciydi; hatta Nadya’nın Zizek’ten çok daha akıllı ve ferasetli olduğu anlaşıldı. Mike Lerner ve Maxim Pozdorovkin’in belgeseli, bu kadınların siyasi ve sanatsal yolculuklarının arka planını sergilemekle kalmayıp dolaysız eylemden yana olan Voina tarzı grupların yer aldığı büyük Rus sanat sahnesi hakkında da fikir verdi. Batı’daki modern sanat sahneleri, burjuva sanatından duyulan tiksintinin sağladığı imkân ve hazlara çoktandır sırt çevirmiş durumda; Voina ve Pussy Riot ise bundan besleniyor.
Bu, tabii, birileri onu utandırdığı için iktidarın iktidardan vazgeçeceği anlamına gelmez. Hepimiz Masha ve Nadya’nın özgürlüğünün kamusal alandaki cüretkâr performanslarının geri dönüşü anlamına geleceğine inanmak istiyoruz. Bilinçli olarak böyle adlandırılan ‘Pussy Riot yasaları’, grubu desteklemeyi fiilen suç haline getiren yönetmelikler, bu geri dönüş ihtimalini zayıflatıyor. Ve tabii, bir punk performansının Putin’i iktidardan indirebileceğine dair görüş de pek inandırıcı değil. İktidarda olan yalnızca Putin’in kendisi değil. Demokrasi hareketinin handikapları ve başarısızlığı, (sokakları dolduran on binler kayboldu), gittikçe marjinalize olması ve iktidarın ipleri günden güne sıkması göz önüne alındığında, Pussy Riot’ın kritik bir rol oynamaya devam ettiği bir dünya sahnesi hayal etmek güç.
Nadya, Masha ve Katya’nın küresel imparatorluğun manevralarında siyasi piyonlar olarak kullanılmasından endişelenmemek de elde değil. Şimdiye dek ko-optasyon hamlelerini bertaraf etmeyi başardılar ama şüphesiz Batı, cinsel özgürleşme meselesini Rusya ve Putin’le arasındaki rekabette (Pussy Riot'ın birçok üyesinin de iştirak ettiği) devreye sokacağı bir siyasi koz olarak görmekte. Aynı güçler gerek Putin’in eşcinsellik karşıtı acımasız yasalarını gerek Pussy Riot’ı bir ilke sorunundan ziyade birer fırsat olarak görmekteler. Dave Zirin’in The Nation.com’daki son makalesi, Obama’nın yaklaşan Soçi Olimpiyatları’ndaki temsilci heyetinin başına hokey oyuncusu Caitlin Cahow ve tenis yıldızı Billie Jean King’i (ikisi de LGBT gediklileri) tayin etme kararının takdire şayan olduğunu belirtirken bunun eşcinsel haklarını ciddi anlamda koruyan yasaların çıkartılmasını uzun süredir sürüncemede bırakmış bir yönetimin emperyal rakiplerinden birine karşı oynadığı açık bir güç oyunu olduğunu da ekliyor.
Putin’i en sonunda Pussy Riot’ı serbest bırakmaya mecbur eden mantıkla bu mantık birbirinden farksız. Nadya ve Masha’yı iki ay önce hapsedilen 30 Greenpeace aktivistiyle birlikte affetme kararı alan kişilerin bu insanlara gerçek bir kaygı veya sempatiyle yaklaşmadıkları ortada. Soçi öncesinde basından gelecek eleştiriler, Putin gibi kurnaz bir siyasetçinin tahammül edebileceği bir şey değil; aslında Putin’in bu kadar ileri gitmesi bile ilginçti.
Nadya ve Masha ne Putin’in sözde hayırseverliğine, ne de Batı’nın tasarılarına ikna olmuş görünüyorlar. Tahliyenin ardından Nadya’nın dilinden dökülen sözler cüretkârlığından bir şey yitirmediğini gösteriyor:
‘İnsanları, cezalarının bitimine birkaç ay kala tahliye etmek kozmetik bir önlem...Gülünç. Putin gerçekten tahliye edilmesi gereken insanları hapiste tutmaya devam ediyor. Mide bulandırıcı ve sinik bir tavır.’
Nadya ayrıca insanları Şoçi Oyunları’nı boykot etmeye çağırıyor. Ksenia Sobchak’la yaptıkları röportaj, Nadya ve Masha’nın pop kültürün yanardönerliği karşısında hapse girdikleri gün kadar tahammülsüz olduklarını gösteriyor.
Peki, bütün bunlar bir işe yarayacak mı? Putin rejimi muhalif düşüncelere şu anda öncekinden de az bir hareket alanı tanıyor. Cinsiyet normlarını ihlal eden bir grup oyunbaz, rejime sadık kesimler veya polis tarafından hedef alınmaksızın sokakta dolaşabilse de, kamusal alandaki açık hava performanslarını sergileme ihtimalleri artık eskiye nazaran çok zayıf. Umarım yanılan ben olurum; şüphesiz durumu benden daha iyi bilen, dolayısıyla daha doğru yorumlar yapabilecek insanlar vardır; ama halihazırda özgürleşme itkisine dönük tepki oldukça güçlü ve yukarıdan organize edilmiş vaziyette.
Pussy Riot vb. radikal, muhalif sanatsal deneyler sonunda ister istemez bir sınıra toslarlar ve bu sınır az çok benzer değerleri paylaşan bir hareketin gücüyle paraleldir. Nadya ve Masha’nın eski petrol zengini Mikhail Khodorkovsky’yi başkanlık yarışında görmek istediklerini belirterek tuhaf ve basbayağı sorunlu bir beyanat vermeleri, radikallerin daralan ufuklarını sergiliyor.
Bu sınırın hissedildiği tek yer Rusya da değil. Genel olarak, 2010 sonu, 2011 başında ortaya çıkan ayaklanmalar silsilesi açısından 2013 verimsiz bir yıldı. Devrimin ilk günlerinde El General’in tutuklanmasıyla uluslararası kamuoyunun gündemine yerleşen Tunus’taki rap dünyası, sürekli polis tacizi ve bazen de kriminal ithamlarla karşılaşıyor. Ben Ali’nin düşüşünü izleyen üç yılda troyka hükümetinin baskısı karşısında sol cenahın kendi meselelerini savunması gittikçe güçleşti.
Ama bu izlenimlerden hareketle belirli yargılara varmak yanlış olur. Geçtiğimiz yıl çoğu ülkeden hayli kötü haberler gelse de, toplumsal ve ekonomik istikrarsızlık koşullarının sürdüğü de unutulmamalı –hatta her zamankinden şiddetli bir biçimde. Paul Mason’ın Guardian’ın websitesindeki son köşe yazısı bunun ne anlama geldiğini iyi izah ediyor:
‘Modern toplumun bir ağ biçimini alan karakteri tek ülkeyle sınırlı ayaklanma tahminlerini anlamsızlaştırıyor. Gerçekte, tek bir siyasi varlık var. Bu varlık, tarihte görülmedik ölçüde eşitsizlik barındırıyor; temel iktisadi modeli günden güne tahrip oluyor; yurttaşların yöneticilere gösterdikleri rıza aşınıyor. Dünya, işte bu halde. .’
Dünyadaki büyük olaylarla iyi sanat arasında pek çok benzerlik vardır. İkisi de öngörülemez, kaotik ve yüksek seslidir. İkisi de en sinik hayal gücünü dahi bir anda ele geçirebilir.