Bir süredir devam eden çocuk gelin/pedofili tartışmasını birçok feminist gibi ben de takip ediyorum. Her ne kadar tartışmaya çeşitli biçimlerde dahil olan kişiler ve örgütler arasında kolayca iki kutba ayrışmalarını engelleyecek farklılıklar olsa da, derdimi anlatabilmek adına mevcut görüşleri kabaca iki gruba ayıracağım. Bir taraf “çocuk gelin” kavramına karşı çıkıyor ve çocuk yaşta zorla evlendirmelerin pedofili olarak tanımlanması gerektiğini söylüyor. Böylece “çocuk gelin” kavramının çocuk yaşta zorla evlilikleri normalleştirici ve meşrulaştırıcı etkisinin azaltılabileceğini savunuyor. Diğer taraf ise pedofili kavramının bireyselleştirici ve patolojikleştirici etkisinin sorunun toplumsallığının göz ardı edilmesine neden olduğunu savunuyor. Ben de pedofili kavramının kullanılmasının bu tip sonuçları olacağına katılsam da bu yazıda bu sonuçlarla birlikte, çocuk yaşta zorla evlendirmelere karşı çıkanların, özellikle pedofili/sübyancılık kavramının kullanmalarının arka planındaki nedenleri tartışmaya çalışacağım.
Pedofili kavramının üstlenilmesine ilişkin tartışmanın güncel feminist politikanın eğilimlerini ve içerdiği karşıtlıkları anlamak açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Bunun için her iki tarafın da (en azından genel hatlarıyla bu görüşleri paylaşanlar arasında bazılarının) feminizm içinden konuştuğunu görmek gerekiyor. Sanırım kimse şu noktada feminizmin bu konudaki görüşünü tek başına temsil ettiğini iddia edemez. Bu nedenle tartışmayı feministler ve onlara karşı olanlar arasında bir tartışmaymış gibi yürütmenin ve bu doğrultuda savunmacı bir konum almanın anlamlı olduğunu düşünmüyorum.
O halde şu soruları sorabiliriz: Bu tartışma Türkiye’deki güncel feminist politikaya dair neyi göstermektedir? Pedofili/sübyancılık kavramlarının kullanılması talebi ve bu talebin feministlerin arasından da yükseliyor olmasını nasıl yorumlayabiliriz? Bu talebin şiddete ilişkin söylemlerle ilişkisini nasıl değerlendirebiliriz?
Öncelikle hem pedofili kavramının kullanılması gerektiğini söyleyenlerin hem de çocuk yaşta zorla evlendirmenin kültürel/toplumsal bir sorun, pedofilinin ise bireysel bir patoloji olduğunu söyleyerek kullanılmasını reddedenlerin katı bir toplumsal/bireysel, kültürel sorun/biyolojik anormallik ayrımı benimseyerek tartışmayı sürdürdüklerini tespit etmek gerekiyor. Oysa tartışmanın taraflarının da dikkat çektiği gibi pedofilinin kendisi de kültürden, toplumsal olandan bağımsız değildir.[1] Bunu teslim ettikten sonra, pedofili kavramını savunanların karşıt konumdakilerin iddia ettiği gibi meseleyi bireyselleştirme, çocuk istismarının toplumsal nedenlerinin ve ataerkil tahakküm ilişkilerinin üzerini örtme amacını taşıdıklarını veya faillerin sığınacağı bir özür bulmaya çalıştıklarını düşünmediğimi söyleyeceğim. Pedofili kavramını savunanların çocuk yaşta zorla evlendirmelerin toplumsal bir boyutu olduğunu ve toplumsal bir dönüşüm yaşanmadan sorunun çözülmeyeceğini savunduklarını kaleme aldıkları metinlerden anlıyoruz. Tam da bu nedenle pedofili kavramını savunmanın politik anlamını bir kere daha düşünmek gerekiyor.
Bana kalırsa bu tartışmada pedofili kavramının kullanılma nedeni çocuk yaşta zorla evlendirmeleri anormalleştirmek ve böylece çocuk yaşta evliliklerin toplumsal meşruiyetini sorgulanır hale getirmektir. Dolayısıyla çocuk yaşta evlendirmelerin pedofili tanımıyla politikleştirilmesiyle bağlantılı olarak, sorunun bireyselleştirilmeye çalışıldığına dair eleştiri yetersiz kalıyor ve bu hamlenin politik imaları ve etkilerini göz ardı ediyor. Bu hamle pedofilinin, normatif bircinsellikten sapmayı tanımlamasından ileri gelen gücünden faydalanmayı amaçlıyor. Pedofilinin imaları, örneğin “zorla evlendirme” kavramının imalarından farklı bir güce sahip. Pedofiliden söz ettiğimizde çocuk yaşta evlendirmelerde olduğu gibi bir şiddet ve zor eyleminden veya bir hak ihlalinden değil, bir ‘anormallikten’ söz ediyoruz. Tamamen toplum dışı olan, hatta insani olandan bir sapma çağrışımıyla yüklü bir anormallikten… Fakat şunu da görmekte fayda var; pedofili teriminin kullanılmasına yönelik talep, sapmayı bireysel bir sorun olarak ele almıyor ve çocuk yaşta evlendirmeyi ‘toplumsal bir anormallik’ olarak tanımlıyor. Böylece patolojinin toplumsallığına değil, tüm topluma yayılmış bir patolojiye dikkat çekiyor.
Pedofili kavramını benimsemeye yönelik politik hamlenin feminist politika açısından dolaylı görünen fakat önemli sonuçları olduğunu düşünüyorum. Pedofilinin politikleştirilmesinin bu tip bir savunusu, feminizmin anormalleştirici siyasal stratejilere yönelmeden siyaset yapabilme gücünü azaltıyor. Normal ve anormal ayrımını siyasal söylemde belirleyici bir konuma oturturken, eşcinselliğin, transseksüelliğin, transvestizmin de normal kabul edilen cinselliğin dışında kalan birer anormallik olarak kavramsallaştırıldığını görmek gerekiyor. Örneğin İslami muhafazakâr söylemlerde pedofilinin sıklıkla eşcinsellikle birlikte anılması her ikisinin de bu tip norm dışı cinsellikler kümesinin parçası olarak görülmesiyle ilişkili. Her ne kadar feminizm için böylemuhafazakâr söylemlerle eklemlenme riski önemsenecek bir riskmiş gibi görünmese de, şiddet, tahakküm ve zorun daha belirleyici olduğu bir kavram seti yerine normun belirleyici olduğu bir kavram setine kaymaya neden ihtiyaç duyulduğunun sorulması gerekiyor.
Daha önce de söylediğim gibi pedofili kavramının öne çıkarılması çocuk yaşta evlendirmeleri normal cinselliğin dışına çıkararak meşruiyetini sorgulanır hale getirmeyi amaçlıyor. Fakat bu politik hamleyi yalnızca politik bir kolaycılık olarak görüp bir kenara koymamalıyız. Bu hamlede ve devamındaki tartışmalarda, kadına yönelik şiddetle mücadeleye dair söylemlerin giderek daha keskin bir fail/mağdur ikiliği eksenine oturtulmasıyla ortaya çıkan gerilimleri izlemek mümkün. Bu ikiliğin tartışmanın merkezine yerleşmesini, kadına yönelik şiddete karşı yetersiz cezaların ve bunun sonucu olarak da cezalandırmaya yönelik taleplerin şiddete dair feminist söz üzerindeki belirleyici etkisiyle kısmen açıklayabiliriz. Fail/mağdur karşıtlığının hukuk sistemindeki belirleyiciliğinin Türkiye’deki tecavüz yargılamalarında cezasızlığa neden olduğu rahatça gözlemlenebilir. Birçok davada kadınların gösterdikleri herhangi bir faillik, mahkeme heyetlerince kadının rıza gösterdiğinin işareti olarak alınıyor ve kadının her eylemi sorgulama konusu yapılıyor. Hâkimler tecavüze uğrayan kadınlara sıklıkla mağdur değil de şüpheli konumundaymışlar gibi davranıyor. Kadınların ne giyip ne yedikleri, hangi saatte nerede bulundukları, ne söyleyip ne söylemedikleri sorgulama konusu yapılıyor. Kadının her eyleminde bir rıza işareti gören hukuk sistemi, tecavüzü cezalandırmak için karşısında hiçbir faillik göstermeyen saf bir mağdur, eylemsiz bir kurban arayışına girmiş gibi görünüyor.[2] Oysaki böyle pasif bir kurban, tecavüze hayır deme; örneğin maruz kaldığı tecavüze karşı hukuk yoluna başvurma kapasitesine de sahip değildir. Kısacası tecavüze hayır deyip eyleme geçtiği anda saf mağdurluğu da iptal olacaktır. Peki, hukuk sisteminin kadınlar için öngördüğü bu konumu benimsemek zorunda mıyız? Gerçekten de faillik imkanları bu denli elimizden alındıysa hangi konumdan politika yapabiliriz? Pedofili ve çocuk gelin kavramlarına ilişkin güncel tartışmayı bu sorular ekseninde yeniden düşünebiliriz.
Saf mağduriyet konumunun imkansızlığını feministler de dile getirdi. Fakat şiddetin keskin bir fail/mağdur ikiliği çerçevesinde kavramsallaştırması feminist söyleme de sirayet etmiştir.[3] Bunun çözümlenmesi bu yazının konusu olmasa da güncel tartışmalar bağlamında bu durumun sonuçlarını düşünebiliriz. Karşı karşıya getirilen kavramlara bakalım: Çocuk gelin ve pedofil. İlkinde fail gizlidir; çocuk, gelin olmuştur ve onun gelin haline gelmiş olması sorundur. Burada çocuğa bir faillik atfedildiğini söyleyemeyiz; fakat failin büyük ölçüde gizli kaldığı kesin. Sorun pedofili olarak kavramsallaştırıldığında ise işaret edilen bir failimiz vardır artık; pedofil. Sorun hiç silinmemecesine faile kodlanmıştır. Katil, tacizci veya tecavüzcü gibi yalnızca ilgili fiili işlediğinde, yani öldürdüğünde, taciz veya tecavüz ettiğinde görünür olmaz. O artık hepimizden farklı, başka tipte bir insandır.
Her ne kadar pedofili söyleminin çocuk yaşta evlendirmeleri toplumsallığından soyutlama amacını taşıdığını düşünmesem de bu söylem, şiddetin fail/mağdur karşıtlığı çerçevesinde kavramsallaştırılması sonucunda suçu, birey olarak pedofile çok daha silinmez biçimde yerleştiriyor. Mağdurun faillik ima eden her eyleminin mağdur konumundan edilmesine yol açtığı hukuksal ve toplumsal bağlamı yukarıda aktarmaya çalıştım. Oysa pedofil fail olarak işaret edildiğinde, tüm dikkatler ona yönelir. Mağdurun rıza göstermediğinin ispat edilmesine gerek kalmaz. Böylece mağdura ‘asıl’ konumu iade edilmeye çalışılır. Bu söyleme göre pedofilin eylemi –tüm topluma yayılmış da olsa– aslında kendisinde saklı patolojisinden kaynaklanır; bu nedenle mağdurun rızasına, baştan çıkarmasına, kısacası herhangi bir faillik göstermesine ihtiyaç duymadan ona yönelir. Pedofili söylemi yoluyla hukukun, toplumun ve medyanın, mağdurda bir suç ortaklığı bulmaya çalışmasına son vermeye çalışılır. Fakat bu yapılırken fail/mağdur ayrımının kendisi sorgulanmaksızın yeniden üretilir.
Kısacası, çocuk gelin kavramı yerine pedofilinin önerilmesi iki temel karşıtlığın kesişiminden beslenmekte ve politik söylemin gücünü ve etkililiğini bu kesişim kümesinden almayı amaçlamaktadır: Kesişimin bir tarafındaki karşıtlık, şiddete dair politik söylemi şekillendiren fail/mağdur karşıtlığıdır. Güncel bağlamımızda genelde şiddete, özelde ise cinsel şiddete maruz bırakılan kadın ve çocukların durumunda öne çıkan rıza arayışını etkisiz kılma amacını taşıyan bu hamleyle pedofilin fiili dışarıdan gelecek tüm etkilerden bağımsız biçimde kendisine yerleştirilir. Böylece çocuğun eylemlerinin sorgulama konusu yapılması engellenir. Bunu yaparken başka bir karşıtlığın gücünden de beslenmektedir bu söylem: Normal olan ile norm dışı olan arasındaki keskin ayrım. Eylemin tüm sorumluluğu faile yüklenirken aynı zamanda eylemin meşruiyeti norm dışılığı ilan edilerek iptal edilmeye çalışılır.
Feminist politika açısından önemli bir sorunun cevabını halen vermedim: Tecavüz, taciz ve şiddet için de pekâlâ böylesi bir hamle benimsenebilirken neden şimdiye kadar benimsenmedi? Tecavüz ve kadına yönelik şiddet çeşitli patolojilerle açıklanmaya çalışılmış olsa da bu açıklamalar Türkiye'deki feministlerce eleştirilmiş ve böylesi bir açıklama, bildiğim kadarıyla, feministlerce üstlenilmemiştir. O halde kadına yönelik şiddetin diğer biçimlerine dair tartışmalarda karşımıza çıkmayan faili anormalleştirme/patolojikleştirme eğiliminin çocuk yaşta evlendirmeler konusunda karşımıza çıkmasının nedenini nasıl açıklayabiliriz? Bu sorunun cevabı sanırım çok daha dolaysız ve açık biçimde görünüyor: Sorunun çocuklarla ilgili olması. Söz konusu olanın, savunmasızlığın, incinebilirliğin en fazla olduğu ve dolayısıyla mağduriyetin en ağır biçimde yaşandığı çocukluğa karşı bir saldırı olması. Pedofili teriminin kullanılması yalnızca pedofillerin bedenine, ruhuna ve düşünüşüne çocuğa karşı duyulan bir arzuyu yerleştirmez; aynı zamanda arzulanan bedenlere çocukluğu yerleştirir: Saflığı, incinebilirliği ve faillikten yoksunluğuyla çocukluğu. Pedofili, çocuk bedeninin ve bu bedenin arzulanabilirliğinin kültürel kurulumundan bağımsız değerlendirilemez. Çocuk yaşta evlendirmelere karşı çıkarken ve pedofili kavramının kullanılmasının etkilerini düşünürken, pedofil arzunun böylesi bir çocuk kurgusundan bağımsız olmadığını aklımızda tutmanın önemli olduğuna inanıyorum. Pedofili kavramını öne çıkarmanın, pedofilinin ve çocukluğun karşılıklı kurulumunu nasıl beslediği önemli bir soru olarak karşımızda duruyor.
Bu soru çerçevesinde yürütülecek bir tartışmanın 'tehlikeli suları'nda gezinmekten korkmamalıyız. Çünkü çocukluğun kültürel kurulumundan söz etmek çocuk cinsel istismarının, tecavüzün, zorla evlendirmelerin yol açtığı yaralanmaların, ıstırabın hakikiliğini inkâr etmez; olan bitenin, neden olunan acının gerçek dışı veya sanal olduğunu söylemez. Tam tersine ıstıraba ve yaralanmaya yol açanın yalnızca failin değil mağdurun da kurulumu olduğunu söyler. Fail/mağdur ayrımının ve bu ayrımın en katışıksız hallerinden biri olan çocuk/pedofil ayrımının, tam da şiddetin yerleştiği, beslendiği ve yeniden ürettiği ayrım olduğunu söylemek, şiddete ve yol açtığı hakiki yaralanmalara karşı mücadele ederken aynı ayrımı üretmemeye ve yaralanmanın, incinebilirliğin etkisini artırmamaya karşı uyarır.
Son olarak pedofili kavramının neden kamuoyunda “utanç davası” olarak anılan ve bir çocuğun birden fazla erkeğin tecavüzüne maruz bırakıldığı davalarda değil de, çocuk yaşta evlendirmeler tartışmasında öne çıktığı sorusunu sormak istiyorum.[4] Bir çocuğun çok sayıda yetişkin erkeğin sistematik tecavüzüne maruz bırakıldığı, sıklıkla da bu erkeklere satıldığı çok sayıda dava Türkiye gündeminde yer aldı, fakat bu davalarda pedofili kavramı öne çıkarılmadı. Bu durum kısmen, bu yazıda öne sürdüğüm, pedofili kavramının toplumsal olarak görece meşru görünen bir pratik olan çocuk yaşta evlendirmelerin meşruiyetini sorgulanır hale getirmek için kullanıldığı görüşüyle açıklanabilir. Toplumsal olarak meşruiyeti çok daha zayıf olan toplu tecavüz olaylarında pedofili gibi bir kavramın kullanılmasına gerek görülmemiş olmalı. Davaların ‘utanç davası’ olarak adlandırılması da toplumsal meşruiyetin zayıflığını gösteriyor. Bununla birlikte çocuk yaşta evlendirmeleri tanımlarken hâlihazırda kullanılan kavramın kendisi de karşısına pedofili kavramının çıkarılmasına neden olmuş olabilir. Gelinlerin çocukluğu, failin pedofilliğini çağırmış olmalı. Bu ise yukarıda da aktarmaya çalıştığım gibi fail/mağdur karşıtlığının şiddete dair tartışmalardaki belirleyiciliğinden kaynaklanıyor. Oysa çocuk gelin/pedofil karşıtlığına saplanmadan, zorla ve çocuk yaşta evlendirmelerin nedenlerini ve sonuçlarını çok daha ayrıntılı biçimde tartışmamız ve bu doğrultuda politikalar üretmemiz gerekiyor. Tartışmaya katılan diğer birçok kişi gibi ben de, çocuk yaşta evlendirmelerin ve yol açtığı yaralanmaların aile yapısındaki dönüşümlerle, kız çocuklarının kaynaklara erişimleriyle, eğitime ve istihdama katılmalarıyla, doğurganlıkla ve tabii ki istismara ve şiddete yol açan diğer tüm etkenlerle ilişkisi çözümlenmeden üretilecek söylem ve politikaların sınırlı kalacağını düşünüyorum.
[1] Bkz. Çiğdem Akgül’ün “Picasso Tablosuna Benzemek:"Çocuk Gelinler" ve Pedofili” yazısı (http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=1080&makale=Picasso%20Tablosuna%20Benzemek:%22%C7ocuk%20Gelinler%22%20ve%20Pedofili) ile Gözde Kıral’ın “ ‘Çocuk Gelinler ve Pedofili’ Üzerine” başlıklı yazısı (http://www.viraverita.org/yazilar/cocuk-gelinler-ve-pedofili-uzerine).
[2] Burada kısaca aktardığım bu konumun imkansızlığını Felsefe Yazın dergisinin Er”il Şiddet: Fail ve Mağdurun Ötesinde” dosya konulu sayısındaki “Cinsel şiddet davaları ve 'kurban'ın konumu”başlıklı yazımda daha ayrıntılı tartışmaya çalıştım.
[3] Alev Özkazanç Cinsellik, Şiddet ve Hukuk kitabında konuyu derinlemesine tartışıyor.
[4] Bu soruyu sorduran Aysel Ergün’e teşekkürler. Alev Özkazanç’a da katkıları için teşekkür ederim.