Şehir Herkese Aittir

Türkiye’de muhtelif haber siteleri 2014’e 10 gün kala büyük puntolu “son dakika!” duyurularıyla Hamburg’da eylemcilerin polisle çatıştığı bir protestoyu aktardılar okurlarına. Çoğu birbirinin kopyası ve muhtemelen ilk Türkçe kaynağın yaptığı alelacele çeviriden kaynaklanan yanlış bilgilerle de malûl bir haber akışı dakikalar ilerledikçe satır satır uzadı ve Reuters, AP gibi haber ajanslarından alınan, Gezi’den aşina olduğumuz fotoğraf kareleriyle desteklenmeye başladı. Bu özensiz ve içeriksiz habercilik sürerken, aynı saatlerde Hamburg’da binlerce insan, yerel hükümet ile gayrimenkul yatırımcılarının işbirliği ve polis marifetiyle yaşam alanlarına kasteden bir soylulaştırma (bizdeki moda tabirle bir tür “kentsel dönüşüm”) ihalesini direnerek hükümsüz kılmaya çalışıyordu.

Öncelikle olayların arka planını bir nebze görebilmek için bir yanlışı düzelterek başlayalım: İki milyona yaklaşan nüfusuyla Berlin’in ardından Almanya’nın ikinci en kalabalık ve dünyaya açılan en büyük liman şehrinde 21 Aralık günü bir değil, üç ayrı protesto eylemi vardı. Her üçü de birbiriyle bir şekilde alâkalı bu eylemlerin odağında ise şehrin mimari, sosyal ve siyasal dokusuna doğrudan dokunan sorunlar vardı. Bunları üç başlık altında kısaca toplamak gerekirse; söz konusu olan (1) 2000’lerin başından itibaren şehrin çehresini ve sosyal dokusunu (önceleri sessizce ve derinden, artık alenen ve geri dönülmez bir şekilde) değiştiren bir soylulaştırma politikası, (2) 1989’da otonom sol gruplarca ele geçirildiğinden beri kültür merkezi olarak kullanılan eski bir konser binası ve (3) Lampedusa kıyılarına vuran derme çatma mülteci teknelerinden sağ çıkıp Hamburg’a kadar gelebilen 300’ü aşkın Afrikalı sığınmacının aylardır çözüm bekleyen sorunlarıydı.

İlk eylem, şehrin daha ziyade dar gelirliler, göçmen kökenliler ve öğrencilerce tercih edilen, kiraların nispeten karşılanabilir olduğu semtlerini hedef alan; uygulayıcılarının ifadesiyle “yeniden inşa ve değerlendirme”, mağdurlarının tercümesiyle “yerinden etme” politikalarına karşıydı. Zira Hamburg son 5 yılda ortalama % 25 artan kira ücretleriyle Berlin’in (% 30) ardından ikinci sırada bulunuyor. “Die Stadt gehört allen” (Şehir Herkese Aittir) adlı inisiyatif tarafından bir basın açıklaması eşliğinde bine yakın kişinin katılımıyla gerçekleşen bu eylemin amacı, yerel hükümetin yalnız inşaat sektörüne ve gayrimenkul yatırımcılarına hizmet eden konut politikasına dur demek ve sosyal demokrat belediye başkanı Olaf Scholz’a, seçimlerden önce verdiği, herkese karşılayabileceği sosyal konut sağlanacağına dair sözünü hatırlatmaktı. Bir hafta kadar önce St. Pauli bölgesinde Esso-Häuser olarak bilinen, 110 ailenin yaşadığı sosyal konutların yeni bir afili inşaat projesine yer açmak için -muhtemelen şüpheli bir çürük raporuyla- zorla tahliye edilmesi ve öncesinde süren yoğun protestolara rağmen kararın geri alınmaması birçok insan için bardağı taşıran damla olmuştu. Zira şehrin orta ve üst sınıflarınca önceden pek de rağbet edilmeyen, merkez medyanın ise yıllarca paralel toplum iddiası, yoksulluk ve yüksek suç oranlarıyla olumsuzlayarak andığı St. Pauli, Sternschanze, Altona-Nord (haberlere konu olan çatışmaların geçtiği yerler) ve Wilhelmsburg gibi semtleri özellikle 2001’den beri çok sayıda yerli ve yabancı şirketin iştahını kabartıyor. Yatırımcılar buldukları her fırsatta bu semtlerin bir parçasını sakinlerinden koparıp “soylulaştırıyor” ve zengin müşterilerine çok yüksek fiyatlara satıyorlar.

2001 bu sürecin bir anlamda başlangıç noktasıydı, zira o yıl Ole von Beust liderliğindeki Hristiyan Demokratlar (CDU) yerel seçimlerden ikinci parti olarak çıkmalarına rağmen, bir diğer sağcı parti PRO ve Liberallerle koalisyona giderek Sosyal Demokratların (SPD) şehirdeki 44 yıllık iktidarına son verdiler. Beust işbaşına gelince, SPD’li selefi Ortwin Runde’nin niyetlenip de vakit bulamadığı, Hamburg’u yerli ve yabancı yatırımcılar ve hizmet sektörü için bir cazibe merkezine dönüştürme ve yeniden inşaya dair planlarını birbiri ardına gerçekleştirmeye başladı. Yerel sermayenin ve CDU’nun doğal müttefiki Axel Springer medyasının da desteğini arkasına alan Beust bu politikayı görevden ayrıldığı 2011’e kadar aralıksız sürdürdü. Tabii Beust ve yatırımcılar(ı) imara müsait ve merkeze yakın boş, daha doğrusu boşaltılacak alanları mutena bölgelerde arayamayacakları için dikkatlerini yukarıda andığımız, işçi sınıfıyla özdeşleşmiş “alternatif” bölgelere yoğunlaştırdılar. Bu gidişatı ancak 2005’ten sonra, giderek yükselen kiralarla günlük yaşamlarında hisseden Hamburglular ise süreci durdurabilmek için Almanya’daki diğer şehirlere de ilham veren birçok dayanışma ağı ve forum kurdular. Fakat yukarıda adı geçen semtleri de içine alan birçok bölgede zorunlu tadilatlar yoluyla kiralar yükseltilerek veya tadilatın yeterli görünmediği durumlarda mevcut sözleşmeler feshedilip kimi zaman 100-150 yıllık tarihi binalar yıkılıp yerine ev, büro, alışveriş merkezi ve eğlence mekânlarının bir arada bulunduğu (etrafından tamamen soyutlanmış) binalar inşa edilerek çok sayıda insan yaşadığı yerden uzaklaştırıldı. 2011’de seçim kampanyasını özellikle bu sorun üzerine kurarak SPD’yi eski kalesinde yeniden ve de tek başına iktidara taşıyan Olaf Scholz ise çok ciddi boyutlara ulaşan sosyal konut sıkıntısını çözmek yerine aynı politikayı sürdürünce protestolara açıkça davetiye çıkarmış oldu.

Fakat olayların polisle sokak çatışmalarına dönüşen ayağını, 10 bine yakın insanın katıldığı ikinci eylem oluşturuyordu. Bu eyleme giden “yol” ise büyük ölçüde ilkine de giden taşlarla döşeliydi. Bu duruma, günler önce yapılan başvuruya rağmen polisin, otonom grupların bir gün önce St. Pauli’nin ünlü Reeperbahn caddesini tam ortasından kesen bir noktadaki Davidwache karakoluna saldırdığını ve ciddi bir provokasyon beklendiğini iddia ederek yürüyüşe izin vermemesi de eklenince, şehirdeki tansiyon iyice arttı. Yasaklı bu eylemin odak noktasında ise 1888’de Sternschanze’de Concerthaus Flora adıyla inşa edilip tarihi boyunca işlevi değiştirilerek kullanılan bir tiyatro binası vardı. Hikâye her ne kadar 19. yüzyılın sonlarına uzansa da, biz o kadar geriye gitmeyip 20. yüzyılın sonunda vuku bulan bir dönüm noktasını başlangıç olarak alıp devam edelim.

Olayların merkezindeki bina (yeni adıyla Rote Flora) 25 yıldan beri varlığını koruyan, farklı sol grupların semt halkıyla birlikte kullandıkları otonom bir kültür merkezi. Ortaya çıkış hikâyesi ise oldukça ilginç. 1989’da henüz kamuya ait bir binayken özel bir müzikal tiyatrosuna dönüştürülmek istenince, bu girişimin semtin dokusunu bozacağını düşünen, aralarında semt sakinlerinin de bulunduğu sol gruplarca ele geçiriliyor. Almanya’nın en uzun ömürlü “işgal” binası olmakla ünü Hamburg sınırlarını çoktan aşmış olan bu kültür merkezi, Berlin (Köpi137), Frankfurt (Au), Köln’deki (AZ) muadilleri arasında en öne çıkanı. Volxküche[1] adlı aşevi, kültürel/müzikal/sportif proje birimleri ve 2 bin tirajlı dergisi Zeck’le dikkat çeken, kâr amacı taşımayan etkinlikleri için aldığı cüzî ücretlerle sürekli yeni projeler üreten; Jan Delay, Rage Against The Machine ve Wir Sind Helden gibi ünlü isimlerin dayanışma konserleriyle destekledikleri bir kültür merkezi Rote Flora. Son bir ayrıntı olarak, merkezin adını en çok duyuran özelliklerinden birinin de mültecilerin sorunlarına karşı yıllardır devam eden duyarlılığı ve mültecilerle dayanışması olduğunu ekleyelim. Nitekim 21 Aralık’ta Sternschanze’deki eylemciler bir taraftan polisin engellemesine rağmen, Rote Flora’nın tahliye edilmesi tehditlerine, ırkçılığa ve soylulaştırma politikalarına karşı yürürken, aynı zamanda “Lampedusa in Hamburg” hareketinin bine yakın kişiyle mültecilere ikâmet hakkı ve barınma imkânı sağlanması için St. Georg’da yaptığı basın açıklamasına destek vermekten de geri kalmıyordu. Hamburg Senatosu’nun, türlü badirelerden geçip şehre gelen 300’ü aşkın Afrikalı mülteciyle ısrarla ilgilenmemesi; kış ortasında her türlü insani yardımdan mahrum bırakıp şehirdeki varlıklarını bile hukuken kabul etmeye yanaşmaması ise basının “aşırı solcular polisle çatıştı” diye özetleyip geçtiği protestoların üçüncü ayağını oluşturuyordu aslında.

Tekrar ikinci, yani esas eylemin “flora”sına dönersek; Hamburg’da soylulaştırma politikasının milâdı olarak andığımız 2001 yılı, Rote Flora açısından da bir dönüm noktası niteliğindeydi. 1989’da zevahiri kurtarmak adına kültürel faaliyetler için kullanılmak üzere “işgalciler”inin (ücretsiz) kullanımına bırakılan bina, 2001’de dönemin SPD’li Belediye Başkanı Runde tarafından hem seçim kampanyasında rakiplerine, özellikle de tartışmalı kişiliğiyle dikkat çeken popülist sağcı politikacı Ronald Schill’e koz vermemek hem de bir hülleyle bu “sorun”dan kurtulmak için senato kararıyla ve gülünç denebilecek bir fiyata (370 bin Mark karşılığında) Hamburglu işadamı Klausmartin Kretschmer’e satıldı. Runde bu arada Kretschmer’den, özel mülkiyet hukukunda herhangi bir karşılığı bulunmayan, binanın aynı işlevle kullanılacağına dair bir güvence almayı da ihmal etmedi. Önceleri bunu kabullenmiş görünen Kretschmer, sonradan Rote Flora’nın yerine içinde mağazalar, bürolar ve 2500 kişilik bir toplantı salonu bulunan “gerçek” bir kültür merkezi inşa edeceğini açıklayarak her fırsatta avukatları aracılığıyla binayı tahliye etmenin yollarını aradı. Fakat bu arayışlar ve takip eden tahliye tehditleri Rote Floralıları hep teyakkuz halinde tutup projelerine daha sıkı sarılmalarını sağlamaktan başka bir işe yaramadı. Zaten 21 Aralık’taki büyük protesto da, bir gün öncesine kadar binayı boşaltmaları, aksi halde polis zoruyla boşaltılacağına dair bir ültimatomu boşa çıkarmak için gerçekleştirilmişti. Bu arada merak edeler için not düşelim; Rote Flora hâlâ ayakta.

Türkiye’deki haberciliğe atıfta bulunarak başladık, aynı minvalde Almanya’dakine dair iki kelamla bitirelim: 500’e yakın göstericinin yaralandığı, polisin şehirde “tehlikeli bölgeler” ilân edip keyfi kimlik kontrolleri yaptığı, çok sayıda insanın belli semtlere girmesinin yasaklandığı bir ortamda Bild ve Die Welt gibi Axel Springer gazeteleri başta olmak üzere, Alman merkez medyası protestoları “aşırı sol” şiddetin Almanya’da kaygı uyandıran boyutlara ulaştığını iddia eden ve algı yönetimi kokan bir habercilikle vermekte hiçbir sakınca görmedi. Bunu, Neonaziler (NSU) 2000-2007 yılları arasında 9’u göçmen kökenli 10 kişiyi katletmiş, faillere bazı istihbarat ve güvenlik kademelerinde göz yumulduğu ortaya çıkmış ve ülkenin farklı bölgelerinden aşırı sağcılar tarafından kundaklanan mülteci kampı haberleri yeniden gelmeye başlamışken yaptı üstelik. Bu arada Hamburglu “aşırı” solcuların neler yaptığına ise kısmen değindik zaten, tekrar etmeyelim.


[1] Rote (Kızıl) Floristler, standart Almancada Volksküche (halk mutfağı) şeklinde yazılan bu birleşik kelimeyi, “Volk”un tarihsel mirasını sorunlu buldukları için özellikle bu şekilde yazmayı tercih ediyorlar.