Geçen hafta (19 Mart 2013) yitirdiğimiz Dr. Ata Soyer, bu ülkenin kahrını çeken bir çok solcu aydın gibi, herkes gibi yaşayıp gitse daha uzun ve belki de daha mutlu bir ömür sürebilecekken yaşam enerjisinin büyük bir kısmını kimsenin kendinden talep etmediği başta barış mücadelesi olmak üzere toplumsal görevler için harcadı. Yaşamındaki dönüm noktalarından birisi, bitirmesine çok kısa bir süre 1402 sayılı yasa ile Ankara Tıp Fakültesi Halk Sağlığı asistanı iken üniversiteden ayrılmak zorunda kalmasıydı. Daha sonraki yaşamında biraz zoraki yaptığı radyoloji ihtisası ve radyoterapi bölümü çalışmaları hayat çizgisindeki bu kalıcı kırılmanın telafisini sağlamadı ve o, bütün varoluşunu 12 Eylül faşizminin yıkıcı etkileri ile mücadeleye adadı. 1980’lerin ortasından itibaren idam cezasının kaldırılması, cezaevlerinde sağlık, işkencenin önlenmesi ve işkence mağdurlarının tedavisi gibi konularda Ankara’daki bir grup arkadaşı ile beraber öncü çalışmaları yaptı. Onun yoğun emeklerinin de katkısı ile İnsan Hakları Derneği güçlendi ve daha sonra İnsan Hakları Vakfı kurulabildi.
Bu adanmanın da etkisiyle ailesini, yakınlarını ve kendi bedenini ihmal etti, hoyrat davrandı; hiç hesapta yokken yakalandığı diyabet de ona göre bir hastalık değildi. Diyabet olduktan sonra yaşam tarzını değiştirmeyince bu kez kronik böbrek yetmezliğinin ölüme götüren girdabında geçti son yılları. Uğradığı ve telafi edemediği ağır haksızlıkların bıraktığı izler, kişiliğindeki zor yanlar ile birleşince onla yaşayan ya da çalışan bir çok insanın yakından tanık olduğu “huzursuz/öfkeli” bir yaşam sürdü. Belki de bu yüzden İzmir’deki törende Dr. Fatih Sürenkök’ün söylediği gibi “ölümü dahil hiç bir zaman hak ettiği yerde olamadı”. Benim gibi yaşamının bir dönemini onunla Türk Tabipleri Birliği (TTB) çatısı altında yoğun bir mücadele ve arkadaşlık ortamında geçirenler dahil bir çok kimseye kendine göre haklı nedenleri olsa da zaman zaman ona haksızlık ettiğini ve bu apansız gidişi ile ona borçlu kaldığını düşündürdü ölümünden sonra. Onu Ankara’da uğurlarken, hepimiz, herkesin mücadeleciliğini ve tutarlılığını takdir ettiği bir kitle-meslek örgütü olan TTB’nin yaratılmasındaki emeği önünde saygı ile eğildik. Yine son 25 yılda herkesi girdabına alan yabancılaşma rüzgarından korunmada ve hala insancıllık taşıyan kalplere sahip olabilmemizde onun gibi insanların katkısını hissettik.
Daha sonra bir çok kimse Dr. Ata Soyer’in yaşamı üzerinde duracaktır ama ben bugünlere bağlayarak söyleyecek olursam onun yaşamında barış mücadelesinin merkezi bir yer tuttuğunu belirtmek isterim. Şırnak olayları ile en karanlık döneminden geçilen 1990’lı yıllarda, TTB’nin “milliyetçi/ulusalcı” dile prim vermeyen ve her koşulda insan hakları ve barışın sözcülüğünden vaz geçmeyen ve 25 yıldır süren tutarlı ve insancıl yaklaşımının yaratılmasına onun payı büyüktür. Bu yaklaşım, bölgedeki insan hakları ihlallerinin titiz bir şekilde izlenmesi ve raporlaştırılmasını, her koşulda barışı savunmayı ve “siyasi çözüm” konusunda taraf olmamayı, Kürtçenin sağlık hizmetlerinde kullanımını ve bilim dili olarak geliştirilmesini, “ hatırlama politikaları” ile barış sürecinin derinleştirilmesini ve esas olarak Diyarbakır Tabip Odasının TTB’deki ağırlığını korumayı kapsıyordu. Bu sayede ilk kez Dr. Mahmut Ortkaya tarafından seslendirilen “Sağlıktan ve özgürlükten tasarruf edilemez” sloganını TTB’nin kalıcı sloganı haline getirdik ve oraların acılarını yansıtanların kendi kimlikleri ile TTB kongrelerinde konuşmalarını sağladık. Cenaze töreninde can evinden vurulmuş gibi ortalıklarda dolanan Dr. Metin Bakkalcı ile birlikte “kirli savaş” ı en yakından izleyen ( mesela o havanın kurşun gibi ağır olduğu koşullarda 18 Ağustos 1992’de Şırnak’ta yaşananları raporlaştıran) ve TTB’nin Ankara’daki merkezini insan hakları mücadelesinin mekanı yapan Dr. Ata Soyer’dir. Onlar sayesinde uzun yıllar sonra “Yeşil” tarafından Tunceli yolunda öldürüldüğü anlaşılan Dr. Hasan Kaya ve Av. Metin Can’ın yakınları TTB’de dost sıcaklığı ile karşılanabilmiştir. Şırnak olaylarının hemen arkasından her kelimesi üzerinde saatlerde tartışarak yazdığımız “TTB Bildirisi”, bu yıl Nevruz’da Diyarbakır’da dile getirilen bütün düşünceleri 20 yıl öncesinden içeriyorsa, bunda oralardaki hekimlerle her gün konuşan Dr. Ata Soyer’in payı büyüktür. Onu, bugün de güncelliğini koruyan “Çözüm: Barış, kardeşlik, demokrasi” başlıklı bildirinin son cümleleri ile sevgi ve saygı ile selamlıyorum.
Sorunun temel bileşeni yıllardır üstü örtülmeye çalışılsa da, bir "Kürt sorunu" özelliği taşımaktadır. İstemesek de, yıllardır birlikte yaşadığımızı söylesek de, bu sorun adıyla tespit edilmelidir. Adının "Kürt sorunu" olarak konması, ayrılıkçılık demek değildir. Sorun, ülkede yaşayan insanların kardeşliği ve birlikte yaşama sorunudur. Yıllardır birlikte yaşayan insanların, bu birlikteliklerini kardeşçe sürdürmelerini savunmak, temel ilkemizdir. Bu birliktelik ve kardeşliği yıkmaya yönelik her türlü girişim ve propagandaya karşı olmak, görevimizdir. Bizler, ülkemizde demokrasi, insan hakları, mesleğimizin gerekleri çerçevesinde, ülkede yaşayan tüm insanların kendi geleceklerine kendilerinin karar verebileceği, kardeşçe ve barışçı bir yaşamdan yana olduğumuzu ve bunu savunmak için elimizden gelen her şeyi yapacağımızı kamuoyuna duyururuz.