Metin Kurt öldü. Yüksek ihtimal daha önce adını hiç duymamışlar vardı; okudular, duydular, gördüler. Adını bilip, neye denk düştüğünü tam bilmeyenler vardı; okudular, duydular, gördüler. Adını bilip, neye denk düştüğünü bilenler vardı; okudular, duydular, gördüler. Adını duymamışlar; adını bilip, neye denk düştüğünü tam bilmeyenler; adını bilip, neye denk düştüğünü bilenler çoklukla üzüldüler. Peki sahiden bir iz bırakabildi mi Metin Kurt?
Metin Kurt’un kim olduğunu tekrar etmeye gerek yok. Çok kabaca şunu rahat rahat söyleyebiliriz ama: 1951’de profesyonelliğin kabulüyle bir mesleğe dönüşen, 1959’de Milli Lig’in kurulmasıyla sahici bir organizasyona kavuşan Türkiye futbolunda adıyla, sanıyla, eylemiyle -solculuğunun içeriğini tartışabiliriz belki ama- “solcu” olarak adlandırılan nadir bir isim, belki de tek örnekti. “Metin Kurt yalnızlığı”nın ötesinde bu, başlı başına hazin bir durum değil mi? Ama şüphesiz unutmayalım: “Ne sağcıyız, ne solcu, futbolcuyuz futbolcu” lafı, futbolun kitleleri uyuşturucu etkisi üzerine söylenen sözlere bu memleketin özgün katkısıdır!
Metin Kurt’un Türkiye futboluna/soluna katkısını eyleminde aramak gerek: 2010 başlarında kuruculuğunu yaptığı Spor-Sen (Kurt, 1 Mayıs’a katılım üzerinden doğan bir tartışmadan sonra ayrılıp Spor Emek-Sen’i kurmuştu) Türkiye’de sporcu örgütlenmesi anlamında çok önemli bir noktaya işaret ediyordu. Oysa Kurt’un girişimi futbolda sendikal mücadelenin ilk halkası değil: 1950’de İtalya’nın Palermo takımına transfer olan, daha sonra Lazio’da da forma giyen Beşiktaşlı Şükrü Gülesin, Türkiye’ye döndüğünde orada gördüğü futbolcu sendikasını burada da hayata geçirmeye karar verir. 1965’te Türkiye Profesyonel Futbolcular Sendikası adıyla kurulan sendika, 1969’da Türkiye Profesyonel Futbolcular, Antrenörler, Menajerler ve Monitörler Sendikası, 1975’te ise Futbol-İş adını alır. Ne var ki, 1984’te Sendikalar Yasası’na uymadığı gerekçesiyle kapatılan sendikanın üye sayısı hiçbir zaman fazla olmaz. Zamanında sendikanın yöneticiliğini yapan isimlerden Necati Karakaya, üye sayısının 40’ı geçmediğini söylüyor zaten: “Onlar da kulüplerinden kovulan, yardım bekleyen sporculardı. Oynayan, para kazanan gelmiyordu!” Sendikanın kapatılmasından sonra bir daha hiç örgütlü gücü olmayan futbolcuların o günden Metin Kurt önderliğinde kurulan spor sendikalarına kadar tek örgütlülüğü, aslında varlığı yokluğu belli olmayan Profesyonel Futbolcular Derneği’ydi...[1]
Peki sendika konusunda dünya ne âlemde? Dünyada kurulan ilk sporcu sendikasının, 1885’te (yazıyla, bin sekiz yüz seksen beş!) faaliyete başlayan Amerikan Beyzbol Oyuncuları Sendikası olduğu kabul ediliyor. 1907’de kurulan İngiltere Profesyonel Futbolcular Sendikası (daha sonra Profesyonel Futbolcular Derneği-PFA) ise Avrupa’nın ilki. Fransa, İtalya, Almanya gibi ülkelerde de yıllanmış sendikalar var. Profesyonel futbolcu sendikalarının oluşturduğu dünya çapındaki üst örgüt FIFPro’ya (1965), 40’tan fazla ülkenin sendikası üye. Tabii “yıldız oyuncu” tabir edilen yüzlerce futbolcu da. Örneğin artık futbolculukla alakası pek kalmayan PFA üyesi David Beckham, 2001 yılında İngiltere’de maç yayınlarından kendilerine ayrılan payın artırılması taleplerinin kabul edilmemesi sonucunda greve gitme kararı alan futbolcuların başını çekmiş, “arkadaşlarının haklarını alabilmesi için” greve “Evet” oyu kullandığını açıklamıştı (Ki oylamaya katılan 2315 futbolcudan 2290’ı grevden yana oy kullanmıştı!).
Hasılı hangi branşta olursa olsun spor sendikaları sporcuların ve spor çalışanlarının hakları için mücadele veriyor: Sporcuların aktif spor hayatı devam ederken ve bittikten sonra karşılaştıkları güçlüklerle, sosyal ve ekonomik sorunlarla baş etmeleri için onların yanlarında oluyor. Sendikanın bulunduğu hiçbir spor dalında sendika görüşü olmadan karar alınamıyor, sözleşmelerin genel çerçevesi belirlenirken sendikaların ortaya koyduğu ilkeler göz önünde bulunduruluyor. Heyhat, bizim topraklarımızda Rıdvan Dilmen’in Kurt’un cenazesinde söyledikleri: “Kendisi için bir şey istemedi. Bizim gibi, amatör-profesyonel futboldan ekmek yiyen herkes için uğraş verdi. O mücadelesinde yalnız bıraktık Metin abiyi. Yardımcı olmadık.”
İslam Çupi’nin eşsiz anlatımıyla, “Metin Kurt, renk aşkı denen bir sosyal körlüğün, sırt sıvazlama denen afyonun günümüzde insan mutluluğu için yetmeyen ‘donmuş haklar’ olduğu şuuruna varmış bir isyanın kişisidir. Metin Kurt, Türkiye’de ‘futbolcu aklı aut çizgisine kadar devam eder’ şeklinde tarif edilen saha inşasının haklarına birtakım boyutlar kazandırmak istediği için sivri adam olmuştur.” Çupi’nin bu satırları yazdığı 1973 yılından beri “aklını aut çizgisinin dışına taşıyabilen” o kadar az futbolcu gördük ki bu ülkede, Metin Kurt yalnızlığının efsaneleşmesi boşa değildir. Neticede Türkiye’de başka bir sürü alanda olduğu gibi futbolda da herkes kendi işine bakıyor. Kariyerlerinin zirvesinde ne kendi yaşadıkları ne de pek ilgi duyulmayan alt liglerdeki meslektaşlarının çektikleriyle, sefaletleriyle ilgilenen yıldızlar ya bir şekilde Federasyon’a, bir televizyona kapak atıyor ya da futbolu bıraktıktan sonra yaşadıkları terk edilmişlik hikâyeleriyle, hayata tutunma çabalarıyla mini belgesellere konuk oluyor.
Hasılı, Metin Kurt öldü. Adını duymamışlar, adını bilip neye denk düştüğünü tam bilmeyenler, adını bilip neye denk düştüğünü bilenler çoklukla üzüldüler. Peki sahiden bir iz bırakabildi mi Metin Kurt? Her ne kadar Kesmeşeker’in leziz şarkısındaki gibi sadece ceza sahasında değil, sahanın her tarafında, içinde, dışında yaşanan bir yalnızlık olsa da onunki, “Evet” diyebiliriz herhalde. En azından futbolda da hak mücadelesinin varlığını ittire kaktıra da olsa bu memleketin gündemine soktuğu için. “Ne güzel, ne güzel, ne güzel, ne güzel...”
[1] 70′li yıllarda yine Metin Kurt’un yoğun çabalarıyla kurulan Amatör Sporcular Derneği’ni de sporcu örgütlenmesinde önemli bir adım olarak değerlendirmek gerek elbette. Eser Özaltındere’nin İstanbul başkanlığını yaptığı, Beşiktaş sorumlusunun Mehmet Ekşi, Trabzon sorumlusunun Şenol Güneş olduğu örgütlenme 12 Eylül’le kapatılmıştı: “12 Eylül darbesi olmasaydı, 12 Eylül günü biz Ankara’da genel kurul yapacaktık. Bu genel kurulda amatörlüğü kaldırıp, bütün sporcuları kapsayacaktık… Futbolcular sendikası vardı. Ama bunların futbolcularla alakası yoktu. Sadece bazı kesimler kişisel çıkarları için böyle bir sendika kurmuşlar. Biz buna tepki olarak demokratik kitle örgütlerinin desteğiyle ASD’yi kurduk… DİSK’in desteğiyle 12 Eylül’e kadar 70 bin sporcu örgütledik. Bu sporcuların içerisinde ulusal sporcular çoğunluktaydı.”(http://www.firathaberajansi.org/haber/9940/metin-kurt-sporu-sorgulayan-bir-futbolcuydu.anf)