Olacağı buydu! Şimdiye kadar, 'vatanperverlik' ve 'devletperverlik' konusunda oldukça garantili bir yerde duran CHP ve MHP liderleri bile 'hainlik' dairesine girdiler. Genelkurmay başkanlığı'ndan yapılan açıklamada, Kuzey Irak harekatından memnun olmayan ve 'nihai sonuç' bekleyen bu liderler de paylarını almışlar. Hatta, açıklamada geçen “bu saldırılar, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin terörle mücadele azmine, hainlerden daha fazla zarar vermektedir” cümlesiyle, 'hain-ötesi' denilebilecek bir tanımlamanın muhatabı olmuşlar.
İlginç bir durum tabii... Öncelikle, Türkiye'nin 'en güvenilir kurumu' payesine sahip ve kendini devletin bekasının, çağdaşlığın, laikliğin, milliyetçiliğin, Atatürk'ün adeta sahibi ve sorumlusu olarak gören orduya kafa tutmak her babayiğidin harcı değil. Tabii ki, söz konusu partilerin tuttukları kafa orduyu 'barışa çağırmak' (çok tehlikeli söylem!) falan gibi bir konuda değildi. Sağlam bir yerden gidiyorlardı... “Neden orayı temizlemeden (yani yeteri kadar kana bulamadan) geri geliverdin? Amacın bu değil miydi? Biz senin için boşuna mı teskereler çıkardık, bu kadar cengaverlik yaptık?” türünden bir şikayet-fırça karışımıydı onlarınki...
'Arkası sağlam' olan başka bir soru da ellerinde hazır durumdaydı. Ordu savaşa giderken soramadıkları bir soruyu dönerken sordular. “Kim izin verdi? Kimin istihbaratıyla 'ulusal' çıkar korumaya gidiyorsun?” diye soramadılar... Ama “Kim engelledi seni? Dönmek için kimden emir aldın?” diye sormak ve ihanet çağrıştırmak daha kolay ve sağlamcıydı...
Yani gayet savaşkandılar ve birilerini ihanetle suçlamak onların en savaşkan olduklarını en çok ispat edebilecek bir kolaylıktı... Çünkü onlara bu savaşkan kapasiteyi ve sermayeyi veren dil, bir imparatorluğun çöküşü ile birlikte, 'ihanet'i ve 'korku'yu araçsallaştırarak inşa olmuş bir ulusun stratejik diliydi...
Bu dil çok güçlü bir dil ve her yerde karşımıza çıkıyor. En başta mesela medya organlarında... Pornografi isteyen, dikizlemek isteyen, dikizlemek için de delik isteyen medyada... “Hani cesetler? Ceset olmadan savaş olur mu? Biz nasıl okurumuza yaşatacağız oradaki vahşeti (pardon, zaferi)? Biraz göstersen ölür müsün?” diye yalvarma-yaranma-fırça üslubunun ustası medyada... Aynı medya organlarında duymadık mı daha önce Hilmi Özkök'ü yumuşak bulup, 'kodumu oturtan' Genelkurmay Başkanı isteyen sesleri? İmia-Kardak'a çıkartma yapan 'en kahraman rıdvan' gazetecileri?
Oysa 'en güvenilen kurum' Amerika'nın Körfez savaşında yaptığını yapıyor sadece... Yani hakim trende uygun olarak, 90'lı yıllarda 'ölü ele geçirilen terörist' görüntülerinden vazgeçmiş durumda ve gayet 'medeni' bir savaş veriyor... Üstelik 'kış şartlarında' adeta görsel bir şölen sunuyor bize... Uçuşan kurşunlar, dalış yapan Kobra'lar, top atışları... Buna rağmen, görünürde ceset yok; temiz yani...
Fakat bu dil o kadar güçlü ki, 'medeniyet' falan dinlemez; önünde hiçbir bent duramaz; hepsini sel gibi aşar geçer... Eğer karşısına en güçlü ve güvenilir kurum bile çıksa, onu bile aşar ve onu öyle bir sorgular ki, sırtı yere gelmeden o kurumu bile ihanet dairesinin içine sokar... Çünkü bu dil 'en güvenilir kurum'dan bile güçlü... Çünkü o dil Türk milliyetçi stratejisinin dili... Ve o dilin üretilmesinde bizzat bizim kelimelerimiz, korkularımız bazan edat, zamir, bazan bağlaç ya da bazan bizzat fiil olarak iş görüyorlar. Yüzyıldır sunulan hammaddeyi kendimiz karıyoruz, harcımızı karıştırıyoruz.
Mesela Aşkale'nin kurtuluş törenlerinde yapıldığı gibi... Orada da tabii ki gerçek kan yok... 'Hainlerin' cesetleri yok... Ama olsun, yoksa bile varmış gibi simülasyon yaparız... Yeter ki dilimiz yaşasın... Bizi biz yapacağına inandığımız, ilkokula başladığımız andan itibaren başka türlü varolamayacağımıza inan(dırıl)dığımız ihanet dilimiz yaşasın... Biz de o sayede, yani geçmişte kurulup, içine düştüğümüz ve bugün de varlığını sürdüren ihanet dili sayesinde 'var oluyormuş' gibi yapabilelim...
Bu ihanet durumu o kadar sağlam kurulmalı ki yetişmekte olan kuşakların iyice kafasına yerleşsin. Geçmişte yaşanan travma, buz gibi havada, kar altında incecik önlükleriyle küçük çocuklara yaşatılan travmayla gerçeklik kazansın. O küçük çocuklar Aşkale'nin kurtuluş günü törenlerini hergün o kadar çok iliklerinde hissetsinler, donarak hatırlasınlar ki, o gün orada 'içki içip imam boğazlama, bebek süngüleme' müsameresinin Ermeni rolündeki zoraki aktörleri vasıtasıyla ihaneti görselleştirsinler... Rize'de ellerine silah tutuşturulsun, ateş ettirilsin ki, kulakları silah sesine alışsın... Yarın öbür gün ihanet durumuna karşı elde hazır bulunsun...
İhanet dilinden en çok beslenenler, başörtüsünü bile savaş ve ihanet konusu olarak görmediler mi? Başörtüsünden bile savaş malzemesi çıkarmadılar mı? “Üniversiteye, bilime ve cüppelere ihanet” olarak sunmadılar mı?
'Radikal muhalif' görünmeye çalışan, ufak tefek marjinal partiler mesela... Bu dili son zamanlarda en çok ezberine alan ve 'TKP' adının üzerine çöreklenmiş parti gibi mesela... “Üniversitelerde türban özgürlüğü, kılık-kıyafet serbestliği diye bir özgürlük yoktur. Türban bilim ve aydınlanma yuvasına sızan gerici hareketin ve faşistlerin sembolüdür.” demiş partinin tepesindeki şahsiyet...
“Sızmak”!... Bilim ve aydınlanma yuvasına “sızan” türban... Sınırlarımızdan “sızan” PKK'ya, misyonerlere, arşivlerimize “sızan” yabancılara yani bütün “hainlere” atfedildiği gibi...
Yani bu parti de CHP ve MHP gibi sağlamcı gidiyor... 'Hain' arıyor... Nazım Hikmet'i ihanet suçlamalarıyla çileden çıkarıp, ona “Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ” dedirten sözde 'vatanperver' dili sahiplenip arkasını sağlama alıyor...
Aynı şahsiyet “TKP ulusalcı bir hareket değil, sınıf hareketidir” demiş... Doğrudur; TKP 'sınıf hareketi'dir. Irkçı ve seçkin bir sınıfın siyasette kullandığı bir partidir. 'Sınıf hareketi'dir ama bütün takıntısı ve verdiği 'mücadele' o seçkin sınıfın kültürel mücadelesiyle özdeşleşmiştir...
Aslında 'ihanet' arayan dil çok kolay araçsallaştırılabilen ve özdeşleşilebilen bir dil... Bir örneğini de ben vereyim mesela burada: CHP'nin, MHP'nin, TSK'nın vs. ya da TKP'nin bizzat kendi başvurduğu versiyonla söyleyecek olursak, “TKP, Türk siyasal hayatına ve kültürüne işçi sınıfı masumiyeti altında 'sızmaya' çalışan bir seçkinci sınıfın sembolüdür...”
Yani kısaca, Kuzey Irak'a gidenlerin, onların neden döndüklerini soranların, Aşkale'de Ermeni temsil edenlerin, başörtüsünde sembol arayanların ve daha birçoklarının yaptığı gibi, bu enflasyon ortamında siz de benzer bir mantık eşliğinde, kendi 'hainlerinizi' bulup, kendinizi 'en vatanperver' ilan edebilirsiniz...
Ya da bu memleketin bütün mağdurlarını birbirlerine düşürmek için uygulanan taktikleri açığa çıkarmak ve birbirlerini duyabilmelerini sağlamak için “yeter!” diyebilirsiniz...
Taraf, 5.3.2008