Alevi-Bektaşi Federasyonu geçen haftadan beri Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin müfredatında Alevilikle ilgili daha fazla bilgi yer alması ve bunların Aleviler tarafından hazırlanması için bir girişim başlattı. Haftada bir toplanıp, bu çağrıyı tekrarlayacaklarını ilan ettiler. Başka Alevi girişimleri ise, bu dersin zorunlu olmaktan çıkarılmasını talep ediyor
1982 Anayasası'yla, Din Kültürü ve Ahlâk öğretiminin ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alması bir anayasal şart oldu. Ondan önce din dersleri “zorunlu seçmeli” statüsünde ve toplam ders saati olarak çok daha sınırlı biçimde ilk ve ortaöğretimde yer alıyordu (bkz. Radikal İki, “Düzgün Din Dersi”, 19.8.2007).
Bunun din eğitimi olmadığını vurgulamak için, Din Eğitimi Genel Müdürlüğünün adı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi. Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri hakkındaki kanun, bu genel müdürlüğün görevlerini şöyle tanımlıyor: “İmam-Hatip Liseleri ile Anadolu İmam-Hatip Liselerinin eğitim, öğretim ve yönetimi ile ilgili bütün görev ve hizmetlerini yürütmek; ilköğretim, ortaöğretim ve Bakanlığa bağlı yaygın eğitim kurumlarında okutulan Din Kültürü ve Ahlâk öğretimine ait program ile ders kitaplarını hazırlamak ve Talim ve Terbiye Kurulu’na sunmak”.
Genel Müdürlüğün bu derslerin öğretim programlarıyla ilgili, ortaöğretim için 2005’de, ilköğretim için 2007’de yayımlanmış program ve kılavuzları, derslerin resmi içerikleri hakkında detaylı bilgiye sahip olmamızı sağlıyor. Bunun yanında, sayıları 12.000 civarında olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinin yaptıkları sınavlarda sordukları sorular da bize derslerin nasıl uygulandığını anlamamıza yardımcı oluyor.
Bu dersin zorunlu olmasını savunanlar, müfredatın din eğitimini içermediğini, bunun bir din öğretimi dersi olduğunu ısrarla iddia ediyorlar. Din eğitiminin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kuran kurslarında verildiğini belirtiyorlar. Tüm reform çabalarına rağmen, Genel Müdürlüğün kılavuz kitabına ve elbette derslerin uygulanmasına sinen çok açık bir Sünni Müslüman din eğitimi niyetinin varlığını görmemek mümkün değil. Zaten bu nedenle, zorunlu ders fikrine karşı çıkmayan bazı Aleviler, derslerin müfredatının Aleviliği de kapsamasını ve bunun Alevilik dünyası içinden tanımlanmasını talep ediyorlar.
Genel Müdürlüğün ilköğretim kılavuzunda, Bakara ve İbrahim suresinin meallerinin tahtaya yansıtılması, bunların birkaç öğrenciye yüksek sesle okutulması ve sınıfa getirilen Kur’an mealinden benzer ayet meali bulmalarının istenmesi öneriliyor (6. sınıf).Kelimeişehadet ve kelimeitevhit arasındaki fark ve benzerliklerin öğrenciler tarafından bulunmaları (4. sınıf), “Rabb’imi tanıyorum” başlığı altında, Allah inancının (5. sınıf), zekat, hac ve kurban ibadetlerinin (8. sınıf), Ramazan ayı ve oruç ibadetinin (7. sınıf) öğretilmesi, vs... yer alıyor. Kılavuzun sonunda yer alan sınav sorusu önerileri arasında, “Kur’an-ı Kerim’in dinî hayatımızdaki yeri ve önemi nedir?”, “Veda Hutbesi’nde üzerinde durulan temel konular nedir?”, “Dinimizi doğru şekilde anlayabilmek ve yaşayabilmek için Kur’an’a olan ihtiyacımızı ifade ediniz” türünden açık uçlu soru önerileri var. “Dinimizin” öğretilmesi amacı, soru önerilerinin dilinde bile açık biçimde görülüyor. Ayetlerin kullanımı ile bölümde de, ayette verilen ilke, bakış açısı ve değerleri bulma, konuyu Kur’an kıssasıyla verme yöntemleri anlatılıyor.
Buradan hareketle, 2007-2008 öğretim yılında bu derslerin sınavlarında sorulan sorulardan birkaç örneğe bakabiliriz. Okulun ve dersin öğretmeninin adını vermediğimizi ve, alışageldiği üzere, bunların hemen “münferit örnek” olarak değerlendirilmemeleri için en aşırılarını bir kenara bıraktığımızı belirtelim.
5. sınıf soruları: “İhlas suresinin okunuşunu ve anlamını yazınız”. “Mülk suresi 3. ayeti aşağıdakilerden hangisi ifade eder?”. “Aşağıdaki Sübhaneke duasında boş bırakılan yerlere yardımcı kelimelerden uygun olanlarını seçip koyunuz”...
Aklın ve eleştirel düşüncenin öğretilmesi amacının sık sık vurgulandığı müfredatta, yanına doğru veya yanlış olarak yanıtlanması istenen şöyle bir soru var: “Allah ilim sıfatıyla her şeyi bilir, semi sıfatıyla her şeyi işitir ve kudret sıfatıyla her şeye güç yetiştirir”.
4. sınıfta sorulan bu soru ise, sanırım sadece öğrencileri değil, velileri de yanıtlamakta zor bırakacaktır: “Aşağıdakilerden hangisi günahtır: 1- Okula geç gelmek; 2- Yemeğe büyüklerimizden önce başlamak; 3- Müzik ve Tv’nin sesini çok açmak; 4- Top oynamak”. Çocukluğumda günah olduğu için top oynamasını babasının yasakladığı birkaç arkadaşım olmuştu ama beni en çok rahatsız eden de toplu yerde müziğin sesinin çok açılmasıdır. Ben ne yanıt vereceğimi bilemedim. Ayrıca top oynayanları seyredenlerin de bu günaha ortak olacağı düşünülebilir. Dolayısıyla bazı maçlarda neredeyse hayatın durduğu bizim toplum, başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere topyekun günahkar mı diye düşünürse 10 yaşındaki bir çocuk, onu mantıksızlıkla eleştirebilir miyiz?
İlkokulda dördüncü sınıftan sekizinci sınıfa kadar haftada iki, lisenin tüm sınıflarında haftada bir saat okutulan zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi, esas itibariyle bir din dersidir. “Dinimizin” ilkelerini öğretmek amacı çok açık biçimde hakimdir. Zaten bu nedenle, 1987, 1990 ve 1992’de alınan kararlar gereğince, “Hıristiyanlık ve Musevilik dinlerine mensup öğrenciler”, bunu ispatlamaları koşuluyla, bu derslerden muaf tutuldular. Buna rağmen 2000 başlarında bir Süryanı aile, çocuğunun bu dersten muaf olmasını sağlamak için Danıştay’a kadar gitmek zorunda kaldı. AİHM, 2004 yılında bu konuda dava açan Alevi aileyi 2006’da haklı bulurken, bunun bir “zorunlu din eğitimi” olduğuna ilişkin en güçlü kanıtlardan birinin, azınlık okulları dışındaki okullarda da Hıristiyan ve Musevilerin bu dersten muaf tutulmaları olduğunu belirtti.
Din Öğretimi Genel Müdürü profesör İrfan Aycan, 2007 Eylülünde zorunlu din öğretiminin kaldırılması tartışılırken, ''Ülkemiz bu tecrübeyi daha önce yaşadı. Din dersi seçmeliydi ve okullarda ayrım meydana gelmiş, anarşik durumlar oluşmuştu. Bir taraftan din dersi alanlar sağcı veya dinci olarak, diğer taraftan bu dersi almayanlar solcu, ateist, komünist olarak nitelendiriliyorlar... Din dersi seçmeli olursa seçenler 'dinli', seçmeyenler 'dinsiz' şeklinde ayrışmaya neden olur. Ayrıca uygulama konusunda sıkıntılar yaşanır” diyordu. Aycan, o dönemde “dindar kesim arasında da dışarıdan gelen cereyanlara açık bir durum vardı...kendi uzmanlarımız yetişince böyle bir etkilenme kalmadı” diyerek, bunun bir Türkiye Sünni İslamı eğitimi amacı taşıdığını da ima ediyordu. Böylece bu dersin, “anarşi ve bölücülüğü” engellemek gibi bir hasleti ve milleti tek vücut olarak yaratmak işlevi olduğunu yetkin bir ağızdan, bir kez daha öğrenmiş olduk. Otoriter 12 Eylül Anayasasının kendinden beklediği işleve 25 yıl sonra aynı kelimelerle sahip çıkıyordu Din Öğretimi Genel Müdürü.
Bu dersin müfredatının değişmesini veya zorunlu olmaktan çıkmasını ısrarla ve yüksek sesle bazı Alevi dernekleri talep etmeye devam ediyorlar. Halbuki sadece Alevileri ilgilendirmeyen, laiklik ve demokrasi ilkeleri gereği, çocuğunun ne din öğretimi ne de din eğitimi almasını istemeyen herkesin sahiplenmesi gereken bir mücadele bu. Bu mücadeleyi, Alevi cemaaatine özgün bir talep olmaktan çıkarıp, Türkiye’de laikliğin de demokratikleşmesini talep eden herkesin sahiplenmesi gerekmiyor mu? Sadece sokak gösterisiyle, imza kampanyasıyla değil, somut olarak çocuğunun bu dersten muaf tutulmasını talep ederek, muhtemel red yanıtını AİHM kararını emsal alarak tek tek yargıya götürerek sürdürülmesi gereken bir mücadele bu. İnsan hakları kuruluşlarının hukuki destek vermesiyle yaygınlaşması ve bu mücadelenin kazanılması kuvvetle muhtemel.
Yunanistan’da son derece güçlü kilisenin direnmesine rağmen, okullarda zorunlu din dersi geçtiğimiz günlerde kaldırıldı. Benzer biçimde, aynı direnişe rağmen, birkaç yıl önce din hanesi de nüfus kütüklerinden kaldırılmıştı.
Zorunlu din öğretiminin kaldırılmasının demokratik ve laik bir Türkiye Cumhuriyeti talep eden tüm yurttaşların talebi olmaması için neden yok, ...diyeceğim ama aslında var. “Laikliklerin” büyük çoğunluğu gerçekten laik mi? 1982 Anayasanın değişmemesini şiddetle savunanlara bakınca, insan ister istemez bu soruyu soruyor.
Radikal İki, 7.9.2008