İsyan ve İlham

“Gezi isyanı”nın en dikkate değer, ufuk açıcı yönü; bildik politik hareket/isyan kalıbına oturtulamayacak bir oluşumun o kalıba uygun –Türkiye’deki– hiçbir hareketin sağlayamayacağı netlik ve moral üstünlükte bir politik sonuç elde etmiş olmasıdır.

Bu sonuç, o isyana katılmış politik öznelerin hiçbirine mal edilebilecek –bildik anlamda– bir zafer değildir. Ama bundan çok daha önemli ve anlamlı olarak; ülkenin “politik iklimi”ni kökten denilebilecek ölçüde değiştirmiş; son yıllarda siyaset alanında giderek güçlenen ve en azından orta vadede sarsılmaz gibi gözüken AKP hegemonyasını Erdoğan’ın “karizması”nı dağıtmış, otoriterleşme trendini bükmüştür.

Mevcut veya –“sosyal demokrat” gibi– tasarlanagelmiş hiçbir –bildik– siyasi oluşumun, en azından “dün”e kadarki koşullarda sağlayabileceğini hayal bile edemediği bir sonuçtur bu. Şüphesiz, “geleneksel siyaset alanı” ve onun aktörleri, bu sonucu ve dahası hareketin kendisini kendi kural ve mantığına, bünyesine massetmek, böylece sahiplenmek için –zaten başlamış– çabalarını yoğunlaştıracak; buna mukabil o isyanın gerilettiği AKP iktidarı da söz konusu isyanın “orijinalitesi”ni karartıp, onu –özellikle kendi seçmen tabanı nezdinde– tepki duyduğu komplo, siyasal manevra ve girişim kalıplarının biri veya birkaçı çerçevesinde algılatmak için uğraşacaktır. Elbetteki onun bu yöndeki çabası için kullanacağı en elverişli malzeme, “isyan”ı kendi amaçları için fırsatlaştırmak isteyen kimi faşizan unsurların söz ve eylemleri olacaktır.

Ama aklını ve düşünce namusunu prangalamamış herkesin gayet açıklıkla gördüğü üzre o unsurların “isyan”a kendi damgalarını vurma girişimleri tahmin edilebileceğinden çok daha fazla bir başarısızlığa uğramış; katılanların büyük çoğunluğunca “kendiliğinden” oluşan bir söylem ve davranış tarzı bütünlüğü karşısında ister istemez sınırlanmış bir varlık gösterebilmişlerdir.

İsyanın yayıldığı kimi yöre ve şehirlerde söz konusu unsurlar çok daha etkin ve görünür bir rol oynamış olsalar da; isyanın büyük gövdesini ve kalbini oluşturan İstanbul’da, olaya kişiliğini ve orijinalitesini kazandıran, asli unsur, bildik ölçütlere göre “apolitik” denilebilecek olan, büyük çoğunluğu yirmilerinde genç, ortalama eğitim düzeyi yüksek medeni/şehirli nitelikleri gayet belirgin bir kitle idi. Polisin insafsız şiddetinin doğurduğu öfkeden – bu koşullarda meşru sayılabilecek bir karşı şiddet üretmek yerine, onu kararlı bir duruşla, zekice tasarlanmış karşı hamlelerle açığa düşürmeye ağırlık veren, bu meşru pozisyonda kaldığı ölçüde polisin ve iktidarın yasal ve fizik güç dayanaklarını çökerteceği sezgisine sahip bir “ortak irade” söz konusu idi orada. Direnme güç ve azmini benzer çatışma hallerinde olduğu gibi hamasi sloganlarla, ajitasyonla değil, mizah yeteneğini keskinleştirerek ve böylece karşısında haşinliğinin dozunu yükselterek saldıran gücü gülünesi hale dönüştürerek pörsüten bir etkinlik devrede idi.

/

Dolayısıyla; bu hareket, isyan, ülkenin politik durumunu derinden etkileyen sonuçlar yaratacağı, kısa sürede belli olmasına ve isyana katılanlar bunu hemen kavramış olmalarına rağmen; yani bu hareket politik bir muhteva, işlev kazanmış olduğunun farkında olmasına mukabil; mücadele ettiği iktidar gücünün karşısında kendini politik kapışmanın bildik araçları, yöntemleri ile konumlandırmadı. Ama böyle olmasına karşılık o bildik politik araçlarla elde edilebilecek bir “başarı”nın kat kat ötesinde bir sonuç sağladı.

Bunu söylemek, onun politikadan tamamen arınmış olduğunu ifade etmek, ve hele bu niteliğini övmek asla değil. Tam aksine tam da şu yukarıda özetlediğimiz içeriğiyle, aslında gayet derinlikli bir “politik oluş”un işaretlerini taşımaktadır. Bir başka deyişle bu olgunun kendisi, politiklik kavramını “yenileyici”, onun asli anlamı üzerine düşünmemizi, yeniden inşa etmeyi teşvik edici içeriktedir. Nitekim isyanın ana gövdesini oluşturan, “ruhu”nu yansıtan Gezi isyanına katılanlar, bu toplumun şu son on-onbeş yılda edindiği demokratik kazanımları ne denli benimsemiş olduklarını, söz ve hareketleri ile gösterdikleri gibi; o kazanımların kaynağında yer alan demokratik değer ve ilkeleri özümsemiş ve benimsemiş olmanın olgunluğunu da davranışları ile kanıtlamışlardır.

/
Foto: Ayça Oğuş

Türkiye, bu gerçekten hayati ve tarihsel olgunun, böylesi bir olguya vücut ve ruh kazandırmış olmanın yarattığı umut dalgasının hakkını verebilmelidir. Bunu yapabilmenin ilk ve en kritik koşulu, bu isyanın bize, “çıkar çatışması” zeminine, bu boyuta indirgenmiş geleneksel siyasetin ve “siyasal oluş”un dışında ve ötesinde yeni bir siyasallaşma ufkunun, bir değerler siyaseti ufkunun pekala yaratılabilir olduğu ilhamını kaybetmemektir.

Umut, ancak bu ilhamla beslenebilecek ve gerçekleştirilebilir olacaktır.