Türkiye’de misyonerlik faaliyetine işaret ettiğiniz zaman akan sular durur. Ulusalcısı, milliyetçisi, Müslümanı ve Atatürkçüsü hemen başını kaldırır. İstiklal Savaşı ruhu canlanır. “Yüzde 99’u müslüman olan” bir ülkeyi bölecek bu misyonerlik faaliyetinin ortadan kaldırılması konusunda zıt görünen çevreler hemen uzlaşır. Misyonerlik, neredeyse mutlak olarak homojen olduğu ilan edilen toplumun birlik ve beraberliğini bozacak fesat girişimidir.
Bu ülkede, örneğin İslam dinini tebliğ etme misyonunu benimsemiş, bu çerçevede yoksul öğrencilere burs veren, yurt açan, okul işleten hayırsever Sünni Müslüman faaliyetleri, “misyonerlik” faaliyeti olarak tanımlanmaz. Dünyanın dört bucağında okul açmak da. Ama bu tür faaliyetler yürüten Gülen cemaatine yakın yayın organlarına bakarsanız, Türkiye’de teşhir edilmesi gereken misyonerlik faaliyetleri vardır. Başta Gülen hareketi olmak üzere, Sünni misyoner cemaatleri kendi yaptıklarının aynısını, ama herhangi bir dini tebliğ amacıyla değil, laik tebliğ amacıyla yapan girişimlere çok kızarlar. Aynı alanda kendilerine rakip gördükleri için mi? Karşılıklı siyasal husumet nedeniyle mi? Herhalde her iki nedenden dolayı, ÇYDD gibi bir kuruluşu hedef tahtalarına yıllardır yerleştirmişlerdir.
Herhangi bir dinin dogmasından ilham almayıp, dogmatik veya değil, laik bir dünya görüşünden ilham alan misyoner faaliyetlerini gayrımeşru ilan etmenin, bunların ensesinde yargı ve polisin boza pişirmesini sağlamanın yolu, laik ilkelerden hareket eden yardım girişimlerinin arkasında Hıristiyan misyonerliği parmağı aramaktır. Böylece bir taşla iki kuş vurulur. Hem rakip bertaraf edilir, hem de miliyetçi-ulusalcı duygular okşanır.
Ergenekon soruşturmasının son gözaltına alma dalgasında ÇYDD ve ÇEV’e yönelik misyonerlik teşhir kampanyasını Sünni Müslüman misyonerlik hareketi olan Fethullah Gülen Hareketinin basın dünyasındaki amiral gemisi Zaman ve bu hareketin etki alanında bulunan diğer gazete, televizyon ve internet siteleri üstlendi. Misyonerlik ithamı yeterince kesmediği için, buna milliyetçi-şoven damarı okşayacak ve güvenlik devleti ideolojisinin koruyucu kalkanı arkasına sığınmaya yarayacak PKK, MLKP’lilere burs verildiği iddiası da ilave edildi.
Hakkını yemeyelim. Gülen Hareketinin yayın organı, rakip misyonerlerin teşhir edilmesi işine girmek için Ergenekon soruşturmasını beklemedi. Erkan Acar imzalı, 3.8.2006’da bu gazetede yayımlanan haberde, “Dünya Türkleri ve Akraba Toplulukları Hizmet Derneği’nin muhasip üyesi olarak görev yapan”, önce “ADD Üsküdar Şubesi başkan yardımcılığı yapmış” ve “ADD adına ÇYDD’nin projelerinde aktif çalışmalarda bulunmuş” Asuman Özdemir’in görüşleri yer alıyordu. Özdemir’in, yıllarca samimi duygularla çalıştığı ÇYDD’nin PKK’nın siyasalaşamasına katkı sağladığını düşündüğü”nü, “Kardelenler projesi adı altında İstanbul’a getirilen kız öğrenciler(in) DTP’nin kadro açığını karşıladığı”nı, “ÇYDD’nin Kandilli Kız Lisesi gibi yerlerde okuttuğu kızlardan bazılarının akrabalarının hâlâ dağlarda Türk askerine kurşun sıktığını” söylediği belirtiliyordu.
Bu kişinin ÇYDD’den ayrılmasına yol açan, bardağı taşıran son damlanın Azınlık Raporu’nu hazırlayan İbrahim Kaboğlu’nun Türkan Saylan tarafından derneğin ikinci başkanlığına getirilmesi olduğunu da bu vesileyle öğreniyorduk. “Bu nasıl Atatürkçülük?” diye soran Özdemir, Zaman’ın pek hoşuna girmişti. Ama ÇYDD’nin bu konuda, 4.8.2006 tarihli, “Asılsız karalamalar, bizi yolumuzdan alıkoyamaz!” başlıklı basın bildirisinin varlığından bile bahsetme ihtiyacı duymuyordu.
Sonra 23 Ağustos 2008’de Bugün ve Zaman gazetelerinde, Ergenekon iddianamesi dosyasında yer alan, Kuvva-i Milliye Derneği Başkanı Bekir Öztürk’ün ortaya attığı iddia haber oldu. “Kardelen Projesi’nin PKK ile ilişkisi olduğunun ileriye sürülmesinin dikkatlerden kaçmadığı” hatırlatıldıktan sonra, bu kez “Türkan Saylan’ın ‘Protestan Misyonerliği” yaptığını ortaya atan ve bunun MİT raporuyla tespit edildiğini kaydeden Öztürk’ün” iddialarına haberde yer veriliyordu:
“Dünya Kiliseler Birliği ile başlangıçta Amerikan Board üzerinden daha sonra da direkt ilişki içinde bulunduğu ve Protestan misyonerliği yaptığı bilinen Sağlık Eğitim Vakfı, 20 Nisan 2001 tarihli MİT raporunda Protestan misyonerliği yaptığı belirtilen Saylan’ın başkanlığını yaptığı, Asuman Özdemir’in Kardelenler Projesi kapsamında DTP ve onun üzerinden PKK’ya kadro yetiştirdiği, daha sonra Azınlık Raporu’nun hazırlayıcılarından Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun 2. başkanlığına getirildiği için istifa ettiği ÇYDD, ÇEV gibi şaibeli ve AB’den beslenen dernek, vakıf ve diğer her türlü birlik vitrinden kaldırılmalıdır”. Vitrin, Cumhuriyet mitingleriydi. Bu mitinglerin kontrolünü kaybetmek istemeyen Öztürk’ün 22 Temmuz seçimleri öncesi yayınladığı bildiride, yukarıdaki değerlendirme yer alıyordu.
Dolayısıyla ÇYDD, ÇEV gibi kuruluşlar, Ergenekon örgütünün bazı üyeleri tarafından “Protestan misyoneri” ve “PKK destekçisi” olarak teşhir ediliyordu. Zaman, Bugün ve aynı kaptan yemek yiyen başka yayın organları için burada önemli olan bu yaman çelişki değil, ÇYDD’nin teşhir edilmesiydi.
Hadi bu haberdir, kaliteli olmasa da gazetecilik yapılıyor, brüt bilgi aktarılıyor diyelim. 20 Ocak 2009’da bu kez Zaman gazetesi yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı, “Bu tuzakların hesabını kim verecek?” başlıklı bir yazıda, Fethullah Gülen hakkında yalancı şahitlik girişimlerini teşhir ederken, “Serhat ve Eyüp dedikleri gençleri ÇYDD adında PKK bağlantılı bir örgüt yalancı şahitliğe zorlamış” bilgisini veriyordu. Ekrem Dumanlı’nın kaleminde ÇYDD artık PKK bağlantılı bir örgüt olmuştu. Fethullah Gülen’e karşı yapıldığı anlaşılan bir komployu haklı olarak teşhir etmek isterken, rakibine (ya da düşmanına?) kendisinin şikayetçi olduğu yöntemle vurmanın mükemmel bir örneğiydi bu. Aynı, kendisine yönelik misyonerlik suçlamasından sıyrılmak için, “biz değili, esas misyoner onlar” diye haykırmak gibi...
Ardından 13 Nisan günü Bugün gazetesinde, 14 Nisan günü Zaman gazetesinin internet sayfasında yer alan, aynı gün Star’ın ve Yeni Şafak’ın da kısaltarak internet sayfalarına koyduğu, Aktifhaber kaynaklı “MİT ve TSK’dan Türkan Saylan belgesi” haberi geldi. Yukarıda mümkün olduğu kadar kronolojik sırayla verdiğimiz bütün bu gelişmelerin senteziydi bu. Fazladan olarak, MİT’in 2001 raporu yanında, 2002’de Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan bir istihbaratçı albay tarafından ÇYDD ve ÇEV için “Atatürkçülük ve irtica ile mücadele gibi maskeler altında misyonerlik faaliyeti yaptıklarından” bahsedildiğini de öğreniyorduk.
Zaman, MİT raporundan bir bölüm de yayımladı. Kopyasını yayımladıkları bölümlerde, Celal Gökay isimli şahsın gönderdiği bir dilekçeye atıfta bulunulduğu belirtiliyor ve sadece Dünya Kiliseler Birliği’nin ismi geçiyordu. 2005’de MİT’in yolladığı belgede ise, Sağlık Eğitim Vakfı’nın American Board’la ilişkisine sadece yer veriliyordu. Bu iki belge de yeterli olmayacağı için, ardından “Saylan’ın içinde bulunduğu misyonerlik faaliyetlerini belgeleyen başka belge” başlığıyla, bir elektronik posta yayımlanması gerekti. Silas Hizmetleri imzalı, “Sevgili kardeşim Ali” diye başlayan, [email protected] adresli şüpheye mazhar, koyu bir protestan türkçesiyle yazılmış bu elektronik postada, “Kürtçe incilin üniversitedeki dağıtımına önem verilmesi”, “hocamız T. Saylan’ı daha sıklıkla yanınıza göndermeye çalışıyoruz, hastalığı dolayısıyla bu durum seyrekleşecek, bunu hocamız A. Yüksel biliyor. T. Saylan’ın geldiğinde yaptığı işleri Prof. A. Yüksel devredecek” türünden ifadeler yer alıyor. Bir de bu kişiye “bütçeden 35.000 dolar” gönderildiğinin söylenmesi de unutulmamış. Bu belgelerdeki kişilerin kim olduğunu savcılık umarız bulmuştur.
Türkiye’de laikçi çevrelerde Fethullah Gülen ve hareketi hakkında onlarca dosya oluşturacak MİT ve başka istihbarat kuruluşlarının benzer raporları, değerlendirme notları yayımlandı. Gülen hareketinin yayın organları bunları kendilerine karşı yürütülen komplonun bir parçası olarak, kah mızıldanarak kah efelenerek ifade ettiler. Şimdi kendilerine rakip veya düşman gördükleri kuruluşlara yönelik olarak aynı yöntemleri kullanıyorlar.
Ergenekon davası vesilesiyle kendi hesaplarını görme fırsatını kaçırmıyorlar. Bunu yaparken, bu son derece önemli davanın üzerine şüphe gölgesinin düşmesinden hiç rahatsız olmuyorlar. Nasıl olur, saygın isimler gözaltına alınır mı gibi bir soru sormuyoruz. Suç işlediğine dair güçlü ve ciddi kanıtlar varsa, istisnasız herkes gözaltına alınır, tutuklanır, mahkeme önüne çıkar. Çıkmalıdır. Ama ya riyakar demokratlar, sahte özgürlükçüler, siyasal alanda açıkça yer almadan hakim güç olma saplantılı cemaatçiler? Onların mahkeme önüne çıkmalarını, tutuklanmalarını hiçbir zaman talep etmeyeceğiz. Onlar sadece demokrat ve özgürlükçü vicdanların mahkemesinde yargılanacaklar. Siyasal alanda, ideolojik alanda karşılarında demokratları bulacaklar. Tehlikeli oldukları için değil, demokrasiye zararlı oldukları için.
Radikal İki, 19.4.2009