Taraf gazetesi, kendini genel olarak sol sıfatıyla tanımlayan çevrelerde yer alanların bir bölümü için bugünlerde neredeyse baş düşman mertebesine yükseldi. Kendine yakın bulduğu kişilerin Taraf okumasını kabul edemeyen, hele bu gazetede yazmasını bir tür ihanet gibi gören epey insan var çevremizde. Bu kişilerin Taraf okumamalarını, gazeteyi terk etmelerini sağlamayı başarılması gereken önemli işlerden biri olarak görenlerin çokluğu insanı hayretten hayrette sürüklüyor. Taraf gazetesi “iyi” bir gazete mi? Tartışılır. Kendini liberal çizgiye yerleştirmiş, bu çizgi içinde zaman zaman çok önemli çıkışlar yapan bir gazete var karşımızda. Dikkat çekici hatalar da yapabilen bir gazete bu. Demokrat, sol bir bakış açısından olumlanması mümkün olmayan bazı çıkış ve davranışları da içinde barındırıyor. Bunlar zaman zaman su yüzüne çıkıyor. Diğer yandan çoğu gazetede olduğu gibi, bunun burada ne işi var dediğimiz sesler de az olmakla birlikte o sayfaları paylaşıyor. Bunun yanında liberal tavırla sınırlı olmayan, güçlü sol seslerden bazılarına da sayfalarında yer veriyor. Ama bütün bunların toplamı, Taraf gazetesine karşı için için duyulan, bazen şiddetle dışavurmaktan çekinilmeyen öfkenin, hatta nefretin nedenini izah etmek için yetersiz kalıyor.Birçok eksiğine, bir gazete olarak sergilediği hissedilir özensizliğe rağmen, Taraf’ın Türkiye’nin bugünkü siyasal ortamında zararlı bir yayın organı olduğunu düşünmek için, hatta ondan nefret etmek için insanın sol aklıseliminin biraz zedelenmiş olması lazım. Bu gazetenin eleştiri oklarını kararlılıkla, biraz örselenmiş olmasına rağmen tarihe karıştı gitti demenin henüz safdillik olduğu silahlı kuvvetler merkezli vesayet rejimine yönlendirmesinden rahatsızlık duymayı başka türlü tarif etmek mümkün değil. Kürt sorununda hızla çözüme yönelinmesi konusunda ısrarlı olmasını da. Bunları önemsemeyip, zaman zaman bu gazetede sergilenen hoyrat bir liberal tavrı öne çıkarıp bu gazeteden nefret eder hale gelmek de bir sorun değil mi? Ergenekon davası konusunda “acaba?” sorusuyla bazılarının üzerini örtmeye çalıştıkları ölüm kuyuları, menfur suikastlar, kısmen eyleme dönüşmüş darbe planları ve dudak uçuklatacak boyutta cephanelikler olması gerekmiyor mu bugün esas sorunumuzun? KEMALİST REFLEKSTaraf gazetesinin bu konuda doldurduğu son derece önemli boşluğu dikkate almayarak, bu gazeteye karşı açık biçimde garez tutmanın, “korkunç bir gazete” diye nitelendirmenin arkasındaki asli neden gözleri kör edercesine duyulan bir AKP nefreti belki de. “AKP olmasın da, MHP mi olur, ordu mu, önemli değil” diye düşünenlerin tepkisini çekiyor Taraf gazetesi. Bu tepkiyi darbeseverlik diye alelacele tanımlamak kolaycılık olur. Sorun, bu sol çevrede Kemalist reflekslerin hâlâ etkili olmasından kaynaklanıyor. Bugün nefret bıçaklarını Taraf taşında bileyen solcuların çoğu elbette özünde darbesever değiller ama laikliğin bekçisi TSK vesayetinin ortadan kalkması olasılığından da için için bir o kadar huzursuz oluyorlar. Bunu belki kendilerine bile söyleyemiyorlar. Vesayet rejimi gerçekten tarihe karışırsa bundan sadece AKP yararlanır korkusunun sol gözlükleri dumanlandırması esas düşündürücü olan. Liberal çizgideki bir gazetede zaman zaman yazıişleri seviyesinde öne çıkan sol alerjisinin tezahürlerini bahane ederek, esas nefret nedeninin üzerini örtüp kendilerini aldatıyorlar. Taraf’ın gizli destekçisinin Gülen hareketi olduğunu iddia ederek, bu nefrete ideolojik bir tepki görünümü vermek işin cabası. Özü değiştirmiyor. Ayrıca böyle bir dolaylı desteğin var olduğunu, olabileceğini kabul etsek dahi, Taraf’ın bir nefret nesnesine dönmesini anlamak gene de mümkün değil. Çünkü sonuçta böyle bir gazeteyle ilgilenmemek, önemsememek de mümkün. Yokmuş gibi davranmak da. Ama ilginç biçimde, serinkanlı bir eleştirel mesafeden değerlendirmek mümkün olmuyor Taraf gazetesini. Yeniçağ ile, veya zaman zaman bu gazeteyi aratmayacak yazıların yayımlandığı Cumhuriyet’le değil, -kaldı ki bu iki gazete de Taraf’tan daha fazla satıyor-, gazete olmaktan ziyade bir proje görünümü sunan Taraf’a karşı aşırı duygu yüklü bir tepkiyle saldırmak normal bir durum değil. Kendi mutlak doğrularından en ufak bir sapma görse büyük gürültüler koparmaya hazır, her şeye karşı son derece tepkili, aşırı şüpheci bir hal günümüzde solun bir bölümüne egemen. Hemen her konuda sergilenen canhıraş feryad hali, kanamaya devam eden derin bir yaranın varlığını ele veriyor. Bu sadece yılların devlet şiddetinin yarattığı bir yara değil. Narsist bir yanı da var. Aşırı hassasiyet, özgüven eksikliğine dayalı saplantılı bir şüphecilik ve narsist yara karışımı bu hal, aslında Türkiye’de kendini solda görenlerin önemli bir kesiminde egemen. Bunun elle tutulur en somut ve en yakıcı sonucu, solda yer aldıklarına şüphe etmeye gerek olmayan kişilerin en fazla hassasiyeti, en büyük tepkiyi kendilerine en yakın kişilere karşı gösteriyor olmalarıdır. Taraf’a karşı duyulan tepkinin aşırı dozu da belki ayrıca bundan kaynaklanıyor. Bu gazeteyi kendi içinden çıktığını düşündükleri insanların çıkarıyor oluşuna duyuluyor aşırı tepki. Eğer böyleyse bu da çözümlenmeye muhtaç bir ruh halidir. Çünkü böyle bir ruh hali genellikle kendisinin yapmak isteyip de yapamadığını, yapmaya cesaret edemediğini yapana duyulan bir tür hasetin dışavurumudur. Bu aşırı tepkinin biraz da hasetten kaynaklanabileceği varsayımının öne sürülmesine çok öfkelenen olacaktır muhakkak. Yanılıyor olmayı samimiyetle isterim. Eleştirmek için neden genellikle nefret etmek ihtiyacı duyuyoruz sorusundan işe başlayabiliriz belki. Neden nesnel olarak en yakın duranlar, belli bir dönem ortak bir mücadele vermesi gerekenler en önemli düşman konumuna düşüyor solda? Sorun bu solun kendisi mi yoksa Taraf mı? Nedenler ne olursa olsun, Türkiye’de solun bir bölümünün bu ruh hali AKP’nin siyasal planda kurduğu tahakkümün de dolaylı sorumlusudur. Türkiye siyasal alanı yeniden biçimlenmeye başlarken bu sorunlu hal üzerine hiçbir tabuya teslim olmadan, serinkanlı ve bir o kadar kararlı biçimde eğilmeliyiz. Solun Türkiye toplumunun demokratikleşmesi mücadelesine korkuları, saplantıları, tarihinden taşıdığı ağır kamburlar nedeniyle yabancı kalmasına kayıtsız kalamayız. Kalmamalıyız. İyi kötü bir yerlerde yapılanla uğraşmak, onunla didişerek vakit geçirmek yerine, kendi yapmamız gereken üzerine özgüven ve gönül genişliğiyle yoğunlaşsak daha doğru olmaz mı?
Radikal İki, 17.05.2009