Suriyeliler son birkaç yıldır işte tam da bu zorlu serüveni yaşamaktalar. Komşu ülkelere kıyasla hayatın son derece ucuz olduğu, güvenliğin son derece yüksek olduğu bir ülkede yaşıyorlar iken, günün birinde Dera’da küçük bir gösterinin kıvılcımı olduğu yangın yaşadıkları toprakları vahşetin sıradanlaştığı bir alev topuna döndürdü. Harabeye dönmüş kadim Halep şehri ve perişan olmuş insanları ve en son kuşatmalar sebebiyle açlıktan ölen insanların olduğu Madaya kasabası, Suriye içinde yaşanan bu düşüşü resmetmek için yeterli kareleri oluşturuyor. Bir de buna ülkelerinden kaçıp komşu ülkelere sığınan, bazılarının ise zorlu ve tehlikeli yolculukları sonrasında Avrupa ülkelerine ulaşan ülke dışındaki toplam 5 milyona yakın mülteciyi de dahil etmek gerekiyor.
Birleşmiş Milletlerin son rakamlarına göre Türkiye’de 2.503.549, Lübnan’da 1.070.189, Ürdün’de 633.466, Irak’ta 244.642, Mısır’da 123.585 ve Libya’da 26.772 Suriyeli sığınmacı bulunuyor.[1] Avrupa’ya ulaşan sığınmacı sayısı ise 2015 yılı sonu itibarıyla 1 milyonu geçmiş durumda. Bunların 850 bine yakınını Türkiye’nin Ege kıyılarından Yunanistan adalarına bilindik yollarla geçenler oluştururken, yarısını Suriyeliler oluşturmuştur. Sahilde küçücük bedeniyle cansız halde yatan Aylan bebeğin sembolü olduğu denizde boğulanların sayısı 2015 yılında 3.735 olarak kaydedilmiştir.[2]
Türkiye yukarıda verilen 2,5 milyonluk Suriyeli nüfusuyla Birleşmiş Milletler tarafından en fazla sığınmacıyı barındıran birinci ülke ilan edilmiştir. Ancak bu rakamın Ege Denizi üzerinden Yunan adalarına geçmiş yüz binlerce Suriyelinin 2,5 milyonluk rakamdan eksiltilmemiş halini yansıttığı ayrıca altı çizilmesi gereken bir husustur ki bu durum teknik olarak mümkün değildir.Bu noktada Türkiye’de kalmak yerine ellerindeki neredeyse tüm sermayelerini buna yatırıp denizde boğulma riskini göze alarak Almanya ve İsveç gibi Avrupa ülkelerine gitme azmini göstermiş yüz binlerce Suriyelinin neden bu yola başvurduğu sorusunun cevaplanması asıl meseleyi oluşturmaktadır. Bunun anlaşılabilmesi için de bugün Türkiye’de bulunan Suriyelilerin yasal statülerine, ekonomik durumlarına ve diğer sosyolojik olgulara genel manada bakılması gerekmektedir.
Kuramın kimi zaman argümanın havada asılı halde kalmasına sebep olan soyut tarafını bertaraf etmek amacıyla konuyu örnek bir olay üzerinden aşağıda aktarıyorum:
“Adana-Mersin saha çalışmam sırasında karşılaştığım Ammar 45 yaşında Halepli bir işadamı. Savaş öncesinde her katı 1.000 m2 olan üç katlı ve içinde milyon dolarlık tekstil makineleri bulunan bir fabrikası, Halep çarşısında ise büyük bir mağazası bulunuyordu. Ammar iş yerinde 300 aile reisini istihdam ettiğini, dolayısıyla 300 ailenin geçimine müsebbip olduğunu ifade ediyor. Savaşla birlikte tüm bu mal varlığını kaybetmiş. Fabrikası ve dükkânı yıkılmış, içindeki makineler de talan edilmiş. Çatışmaların şiddetlenmesiyle birlikte yaklaşık üç yıl önce çocukları ve torunlarıyla birlikte Mersin’e gelmiş. Tasarruflarıyla bir süre yaşadıktan sonra, giderlerin Suriye’ye göre yüksek olduğu Türkiye’de kendisi ve çocukları çalışmaya başlamış. Tabii yasal statüleri nedeniyle resmî olarak çalışma izinleri bulunmadığı için kayıtdışı işlerde iş bulmuşlar. Kendisi Facebook üzerinden ona ulaşan Suriyelilere Hatay-Mersin-Taşucu arasında ulaşım hizmeti vererek kısmen kazanç elde ediyor iken, oğulları ise 23 yaşında olanı emlakçıda aylık 300 TL’ye, 25 yaşındaki diğeri ise araba yıkama işinde günlüğü 25 TL’ye çalışmaya başlamış. Geçim sıkıntısı ve pahalı yaşam koşullarına rağmen Ammar Mersin’de yaşamaktan memnun. Fakat günün birinde bu durumu bozan yeni bir gelişme oluyor. Aracı için yıllık ödediği sigorta ücretinin 230 TL’den 1.200 TL’ye çıkarıldığını öğreniyor. Daha önce Türk plakası almak için de 1.000 TL’ye yakın harcı da düşününce arabanın geçim sağlamak yerine, bundan böyle bir yük haline geldiğini görüyor. Zaten son seferinde ticari taksiciler limana gelen Suriyeli müşterilerini almasına izin vermemişlerdi. Amacının kimseye muhtaç olmadan çalışıp namusuyla ailesinin geçimini sağlamak, Suriye’de durum düzelene kadar bu şekilde idare etmek olduğunu söylüyor. Yardım istemediğini, yeminle kendisine gelen yardım kutusunu Suriye’deki yoksul bir aileye gönderdiğini söylüyor. ‘Ama olmuyor, hem iş yok hem de bulduğumuz çözümlere maniler çıkarılıyor, ama buna da şükür,’ diye ekliyor. Arabalarını satılığa çıkardığını ifade eden Ammar evin kirasının da aralık ayında dolacağını, bu durumda ya bu parayı evin yıllık kirasına yatırıp geriye kalanı tükenene kadar ailesiyle birlikte yiyeceğini ya da bunu Avrupa’ya ulaşmak için kullanacağını ifade ediyor. Nihayet geçenlerde duydum ki Ammar ikincisini tercih etmiş ve tüm aile fertleriyle birlikte Ege kıyılarından Yunanistan’a, oradan da on gün süren yolculuktan sonra ocak başında İsveç’e ulaşmış. Yolculuk sırasında kişi başına yaklaşık 1.000 Dolar masraf olmuş. İsveç’te fert başına devlet 4.000 Kron (1.426 TL) ödüyormuş. Bu da geçimlerini sağlayabilmeleri için bir hayli yeterliymiş.”
Ammar’ın Avrupa ülkesinde son bulan hikâyesi Türkiye’de bulunan Suriyelilerin neden bu ülkede kalmadıklarını, neden daha uzak diyarlara gitmek amacıyla ölümü ve türlü meşakkatleri göze aldıklarını bir nebze anlatır nitelik taşıyor. Suriyeli sığınmacılar bir yanda ülkelerinde savaş ve şiddetin son hız devam ediyor olması, öte yandan Türkiye’de iken “geçici koruma” statülerinin kendilerine en başta çalışma hakkı vermiyor olması, pahalı yaşam koşulları, çocuklarının eğitimlerine devam edememesi, kiralık ev bulmakta zorlukla karşılaşmaları gibi yaşadıkları sosyal ve ekonomik sorunlar sebebiyle bu memlekette tutunamamaktadırlar. Nasıl tutunsunlar ki? Çalışmalarına izin verilmeyen bu insanlar ellerindeki tasarruflar suyunu çekince hangi yoldan geçimlerini sağlayacaklardır?
Buna karşın Avrupa ülkelerinin sosyal devlet kapsamında sağladığı imkânların yarattığı yüksek cazibe söz konusu. Türlü tehlikelerine rağmen Avrupa’ya kitlesel mülteci akını zorlu kış koşulları ve denizdeki fırtınalı havalara rağmen devam ediyor. BM verilerine göre ocak ayının ilk on beş günü içinde Ege üzerinden Yunanistan’a 22 bin kişi geçmiş. Bunların yarısı yine Suriyelilerden oluşuyor.[3]
Bu arada, bu gidenlerin bir yerde yol masraflarını karşılayabilecek parası olan sığınmacılardan oluştuğu ayrıca belirtilmelidir. Kalanlar arasında gitmek isteyip de buna yetecek parası olmayan büyük bir kitlenin var olduğu da yine ayrıca hatırlanmalıdır. Bu demektir ki Avrupa’ya kitlesel akınlar 2016’da da artarak devam edecek. Mesele, asıl olarak elbette Suriye'de huzur ve güvenliğin yeniden tesis edilmesiyle ilişkilidir. Ama bu süreye kadar da, kısmen, bundan böyle Avrupa’nın sınır kontrolleri gibi günü kurtaracak önlemler almak yerine Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi ülkelerde bulunan mültecilerin durumlarının yasal, ekonomik, sosyal anlamda iyileştirilmesi için Birleşmiş Milletler’in etkinliğini artırmasına dönük desteklerini yükseltmesiyle ilişkilidir.* Bu makale TÜBİTAK desteğiyle Adana ve Mersin'deki Suriyeliler üzerine yapılan saha çalışmasından elde edilen bazı verilere dayanmaktadır.
[1] http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php (Erişim Tarihi: 16 Ocak 2016).
[2] http://data.unhcr.org/mediterranean/regional.php (Erişim Tarihi: 25 Aralık 2015).
[3] http://data.unhcr.org/mediterranean/regional.php (Erişim Tarihi: 16 Ocak 2016).