2018 yılı itibarıyla 745 binlik sayılarıyla 1,1 milyon mülteci nüfusu içinde Suriyeliler Almanya’da en büyük mülteci grubunu oluşturuyor. Suriyelilerin bu ülkeye en yoğun göçleri 158 bin müracaatla 2015 ve 266 bin ile de 2016 yıllarında, daha çok Yunan adaları rotası üzerinden gerçekleşmiştir. Kitlesel halde gerçekleştirdikleri göçlerle Almanya’da en hızlı büyüyen (2010 yılında nüfusları 30.000 civarındaydı), bunun neticesinde de -Türkiye ve Polonya uyruklu bireylerden sonra- ülkedeki en büyük üçüncü yabancı nüfusu temsil ediyorlar. Avrupa genelinde ise sayıları toplam nüfusun %6,6’sına denk düşüyor.[1]
2017 rakamlarına göre Almanya’daki Suriyeli nüfusunun yaklaşık 280 bini kadınlardan, 420 bin kadarı ise erkeklerden oluşuyor. Yine Suriyeliler kültürel kimlikleri bağlamında çeşitliliğe sahiptir. Etnik kimlik açısından değerlendirildiğinde, 2017 yılı göç istatistiklerine göre %63’ü Arap, %30’u Kürt, %5’i Arami ve %1’i Filistinlidir. Dinsel kimliklerine göre ise %88’i Müslüman, %4’ü Hıristiyan ve %3’ü Yezidi ve %5’i diğer inançlara mensuptur.[2]
Almanya’da göç ve iltica konularına dair başlıca sorulardan biri, mültecilerin ülkede geçici mi yoksa kalıcı mı olduklarına ilişkindir. En büyük mülteci grubunu oluşturan Suriyelilerden Alman toplumuyla iletişim kurabilecek seviyede Almancayı öğrenmiş olanlarının en sık muhatap kaldıkları sorulardan bir tanesi bu yöndedir: “Suriye’ye dönecek misiniz?” Suriyelilerin Almanya’da mevcut yasal ve sosyoekonomik koşulları göz önünde bulundurulduğunda, bu soruya rahatlıkla genelde “hayır” cevabı verdiklerini/vereceklerini söyleyebiliriz.
İlk olarak, Suriyeliler sığınma başvuruları konusunda en avantajlı grubu oluşturuyor. Diğer uyruktan bireylere göre başvuruları reddedilen en düşük grupta yer alıyorlar. Sözgelimi, iltica taleplerinin zirve yaptığı 2016 yılında sığınma başvurusunda bulunmuş 268 bin Suriyeliden yalnızca 168 tanesi ret yanıtı almıştır. Başvuruları kabul edilenler arasında özellikle mülteci olarak tanınanlar üç yıl ikamet izni almaları bakımından en avantajlı grubu oluşturuyor. Suriyelilerin sahip olduğu bu yasal koşulun, yani ilticanın kabulü ve uzun süreli ikametin bu manada kalıcılaşma süreci açısından kilit taşı rolünü oynadığı, bu sebeple de bu gruptakilerin kalıcılaşmaya en yakın olanları meydana getirdiği ileri sürülebilir.
Yasal statünün mültecilere tanıdığı medeni ve sosyal haklar Suriyelilerin Almanya’da yeni bir yaşam inşa etmeleri için birçok imkân tanıyor. Ücretsiz dil kursları, yükseköğretim imkânları, çalışma yaşamına dahil olana dek verilen sosyal yardımlar, işgücüne katılma konusunda yerel yönetimlerin ve sivil toplum örgütlerinin destekleri gibi etkenler Suriyelilerin yeni yerlerinde bu yaşamlarını kurmalarını sağlayacak imkânlardan bazıları.
Meselenin diğer bir boyutu da Suriye’ye dönme gibi bir ihtimallerinin zaten bulunmayışına ilişkindir. İsteseler de geri dönemezler. Çünkü kendi beyanlarıyla, “yaşadıkları şehirler yok olmuştur. Dahası, birçoğunun Suriye’de bir evi artık mevcut değildir. Ya yıkılmıştır, ya başkaları mülk edinmiştir ya da satılmış ve parası yolculuğa harcanmıştır. Öte yandan, ülkedeki mevcut durum insanların güven içinde yaşayabilecekleri koşullardan bir hayli uzaktır. Halen Suriye’deki akrabalarından insanların kaçırıldığı, güvenlik güçleri tarafından sebepsiz yere tutuklandığı, salıverilmeleri için yüksek meblağlarda rüşvetlerin istendiği gibi hukukun kırıntısının bulunmadığını gösteren haberler alıyorlar. Ayrıca dönmeleri halinde devletin kendileri hakkında ne gibi kovuşturmalar açabileceklerini, ne gibi işkencelere maruz kalabileceklerini bilmiyorlar. En net bilineni askerden kaçanların apar topar silah altına alınacağı, sonrası ise meçhul. Hem ayrıca, iç savaşın çıkmasında temel faktör olan müesses nizam yerli yerinde duruyor. Ufukta gideceğine dair herhangi bir emare de okunmuyor. Zaten Esad gitse dahi, ülkenin ‘düzelmesi’ en az on yılı bulacaktır. Nihayetinde ortada apaçık bir örnek var; komşuları Irak’ın Saddam sonrası içine düştüğü kaotik durum”. Hâsılı, Almanya ve belki de tüm Avrupa’daki Suriyeliler için, ülkelerine dönüp kaldıkları yerden yeniden yeni bir yaşam kurmaları için gereken koşulların bulunmadığı, bu yüzden de bunun hayli zor bir ihtimali oluşturduğu ifade edilebilir.
Fakat buna rağmen Alman hükümeti ve toplumunun Suriyelileri geçici olarak konumlandırmaya daha meyilli olduğundan bahsedilebilir. Bunda en başta sığınma başvurularının yarısına yakının ikincil koruma (subsidiary protection) statünde kabul edilmesi gerçeği gösterilebilir. Örneğin, 2016’daki başvuruların 121 bini bu statüde değerlendirilmiştir. Bu statüdekiler bir yıl ikamet izni alırken, aile birleşimi hakları ülke bazında aylık 1.000 kişiyle sınırlandırılarak Ağustos 2018’den itibaren tanınmaya başlanmıştır. İkinci bir gösterge olarak, Uluslararası Göç Merkezi (IOM) ve diğer sivil toplum örgütlerinin itirazlarına rağmen Almanya hükümetinin mültecilere dönük uyguladığı gönüllü geri dönüş programı sayılabilir. Bu program çerçevesinde geri dönmek isteyen ailelere ilk adımda 3.500 avro tutarında bir yardım yapılıyor. Bunun devamında yolculuk harcamaları da karşılanıyor. Göç ve Mülteciler Federal Bürosu’nun (BAMF) rakamlarına göre son iki buçuk yılda Suriye’ye toplam 792 gönüllü seyahat gerçekleştirilmiş. 2017 yılında 199, 2018’de 466 ve 2019’un ilk üç ayında 77 Suriyeli bu programdan faydalanmış. Rakamlardan da anlaşılacağı üzere, toplam nüfus dikkate alındığında bu programdan faydalanma oranının neredeyse işlevsiz düzeyde kaldığı görülebilir. Fakat buna rağmen bunun sürdürülüyor olması Alman hükümetin Suriyeli mültecilere ilişkin politikasının ne yönde ilerleyebileceğinin bir göstergesi olarak okunabilir. Bu program şu anki haliyle gönüllülük esasına dayanıyor olsa da, Alman devletinin Suriyelileri uzun vadede istemediği ve onların ülkelerine dönmelerini arzuladığı, öyle ki dönüş masraflarını dahi üstlenmeye hazır olduğu mesajını içeriyor. Bunun yanı sıra, Alman basınında kimi zaman federal hükümetlerin Suriye’de sükûnetin sağlanması halinde Suriyelilerin ikametlerinin uzatılmayacağına dair beyanatların olduğu birtakım haberler yer alıyor. Bu gibi haberler Suriyelilere geçici olduklarını hatırlatan, Almanya’yla olan yasal bağlarının pamuk ipliğine bağlı olduğu mesajını veren, dolayısıyla bölgesel düzeyde devletin mültecilere ilişkin paradigmasını yansıtan veriler olarak okunabilir.
Toplum düzeyinde de Suriyeliler başta olmak üzere, mültecilerin geçici olarak görülmek istendiğine dair genel bir tutumdan bahsedilebilir. Bunda en başta gelen sebeplerden bir tanesi, mülteciler için yapılan harcamaların bütçeye getirdiği yüktür. Rakamlar kesin olmamakla birlikte ve miktarın tümü doğrudan mültecilere harcanmadığı bilgisi akıl tutularak, Almanya devletinin 2018 yılı içinde mülteciler için yaklaşık 23 milyar avro harcadığı tahmin ediliyor. Bir başka kaynağa göre tüm bu harcamalar ve diğer ilgili kalemler 2018 bütçesinin %4,4’ünü oluşturmuştur. Fakat bunun yanında 2018 yılı itibarıyla tüm mülteciler arasında çalışabilir durumda olmalarına rağmen, işgücüne dahil olmayan fakat sosyal yardım programlarından (Hartz IV) faydalanan 603 bin kişi bulunuyor. Ayrıca işgücüne dahil olamayacak durumda olan çocuk, engelli ve yaşlı 386 bin birey mevcut. Toplamda ise mülteciler sosyal yardımlardan faydalanan grubun %15’ini oluşturuyor.
İşsizlik, konut sıkıntısı, kiraların artışı gibi diğer ekonomik sebeplerin yanında, mültecilerin kamusal alanlardaki yüksek görünürlükleri, kimlik ve kültürel değerlere ilişkin kaygılar gibi etmenlerin, Alman toplumunun önemli bir kısmını Suriyeli ve diğer mültecilerin ülkelerine dönmeleri yönünde bir beklenti veya temenni içine soktuğu ileri sürülebilir. Bu tavır kimi gruplarca açık bir şekilde sergilenebiliyor. Bunun en açık gösterildiği yerlerden bir tanesini elbette aşırı sağ seçmenin kümelendiği Almanya Alternatif Partisi (AfD) oluşturuyor. Parti 2017 genel seçimlerde oyların %12,6’sını alarak parlamentoda 91 sandalye kazandı. Parti kendisini yabancı karşıtlığı üzerine inşa ediyor, bugün parlamentoda en büyük üçüncü parti olma vasfını taşıyor.
Almanya’da kalıcı olmalarına set çeken bu gibi zorluklar öte yandan Suriyeli mültecilerin Almanya’da tutunmaları için daha çok çabalamalarına sebep oluyor. Resmî verilere göre Suriyelilerin yarısından fazlası düzgün maaşlı bir işte çalışmak için yeterli görülen B1 seviyesinde Almanca dilini öğrenme başarısını gösteriyor. Bu alanda İranlılardan sonra en başarılı topluluk sayılıyor. Yine Almanya’da sağlık sektöründe çalışan 3,907 Suriyeli doktor var ve bu sayıyla yabancı doktorlar arasında ikinci büyük grubu oluşturuyorlar.
Bunlar gibi, Almanya’da işgücüne farklı yollardan girmiş ve başarılı olmuş önemli bir Suriyeli mülteci nüfusu var ve bunların Alman toplumundaki dikey hareketlikleri diğer Suriyelilere ilham verirken, onların kalıcılaşma umutlarını güçlendiriyor. Kısacası, Suriyelilerin Almanya’da kalıcılaşmasının esasında işgücüne dahil olmaları, kültürel uyarlanmaları, eğitimdeki başarıları gibi farklı alanlarda gösterecekleri ilerlemeler tarafından şekilleneceği ifade edilebilir.