“Elvis'ten önce, hiçbir şey ama hiçbir şey yoktu.”
Leonard Cohen 1992 tarihli The Future albümünde yer alan Waiting for the Miracle adlı şarkısında “ II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden beri böyle mutlu olmamıştım,”der. Michael Jackson’ın ölüm haberiyle birlikte dünya yüzeyinde pek çok müziksever şimdi tam tersi hislere sahip; yaşı biraz büyük olanlar Elvis Presley ve John Lennon, orta yaşlardakiler ve gençler Freddie Mercury ve Kurt Cobain’in ölümünden beri böyle üzülmemiştim diyorlar. Peki, kendisi olmayı -muhtemelen bir sanatçının yaratıcılık ve değişim içgüdüleriyle-ne ruhen ne de bedenen kabullenebilmiş, sürekli bir mükemmellik tutkusunun peşinde dolanıyormuş izlenimi veren bu adamı çok farklı kültürlerden, farklı yaş gruplarından insanlar neden bu kadar sevmişti? Bu yönüyle Michael Jackson biraz futbol oyununu andırıyor. Nasıl ki bir futbol maçında tribünlerde coşkuyla tezahürat edenler arasında her sosyal gruptan insan bulunur, Jackson’ın stadyum konserlerinde dans eden on binler için de aynısı geçerli olmalıydı. Simon Kuper’in çok bilinen kitabına(*) gönderme yaparak söyleyecek olursak belli ki onu tahminimizden çok daha fazla sevmişiz ve Michael Jackson asla sadece Michael Jackson olmamış bizler için. Evet, müzik dünyasının futbolu gibidir Jackson. Herhangi bir kıtada herhangi bir ülkenin herhangi bir şehrinde herhangi bir çocuğa, gence, yetişkine bir top verin, kendini dünyanın en iyi futbolcusu yerine koyup dizinde sektirmeye başlaması muhtemeldir. Aynısı Michael Jackson’ın müziği için de söylenebilir. Dünya yüzeyinde ırkı, dini, dili ne olursa olsun birine onun video kliplerini izletin, şarkıdan hazzetmese dahi vereceği tepki , “Vay be, ne de güzel dans ediyor!” benzeri bir şey olacaktır. Neil Armstrong Ay’a ayak basan ilk insandı ama Michael Jackson’ın yaptığı Moon Walk dansı kitleler için daha ilgi çekiciydi. Ya internet sitelerinde ölümü ardından yapılan yorumlara ne demeli! New Jersey’den üzüntüsünü bildiren birisinin notunun hemen altında Yozgat’tan bir başkası Michael Jackson’ın huzur içinde yatmasını diliyor. İnsan düşünüyor; Yozgat neresi, New Jersey neresi.Onunla ilgili başka bir nokta ise daha önceki“celebrity” ölümlerinde gördüğümüz “kör ölür badem gözlü olur”un ötesinde bir durumla karşı karşıya olduğumuz gerçeği. Bu kadar büyük bir sevginin sadece ölümü sonrası hayranlarınca yapılan abartılı davranışlarla açıklanabilmesi çok mümkün görünmüyor. Kendi açımdan bu çok net. Kötü bir tesadüf olacak, Jackson ölmeden sadece bir gün önce biraz nostalji yapmak amacıyla bazı şarkılarını -kaç zaman sonra- dinlemiş ve onun müzik dünyasındaki önemi ve gösteri anlayışına getirdiği yenilikler üzerine kafa yormuştum. O sebepten baştan söyleyeyim, ölen kişi ‘kör’ değildi ve bu yazı badem göz ihtiva etmez. Çevremde müzikle ilgilenen insanlar hangi türden kimi dinlerlerse dinlesinler üstüne bir de Michael Jackson’ı takip ediyor gibiydiler. Müziğe ve dansa bakışımızda onun yeri ayrıydı ama tam da bu noktada “Nasılsa onu herkes dinliyor ve seviyor, ben başka bir şeyler keşfedeyim,” anlayışı hakimdi. Bir anlamda popüler olan herhangi bir müzisyeni dinlemenin ayıplanabileceği endişesini taşıyorduk. Bunun nedenini Michael Jackson’ın aynı anda bu kadar iyi, bu kadar kolay ulaşılabilir ve anlaşılabilir olmasında aramak lazım biraz. Hani bir laf vardır;“Gerçek olmak için çok iyi,” diye, sanki Jackson tam da bunu karşılıyordu. Tüm diğer imaj yaratma çabalarının tersine hepimizin imajını çizen kişi Michael Jackson’dı ki böyle yaparak bizi başka müzisyenleri keşfetmeye zorluyordu. Zaman zaman Tanrı’yla karşılaştırılan bu adam gerçekten yaşam tarzı, müthiş yeteneği, sürekli kendini yenilemesi ve bitmek bilmeyen enerjisiyle bize ölümsüzlüğü anımsatıyordu. Ani ölümüyle ise kaçınılmaz sonumuza vurgu yaptı. Aslında şu açıdan bakarsak, Jackson verdiği stadyum konserleri sayesinde tam 20 milyon insanın gördüğü birisi. (Rakamda hata olabilir, hatırladığım kadarıyla yazdım) Bu da sokağa çıktığımızda her 300 kişiden birinin onu görmüş olduğunu söylüyor bize. Tanrı’yla karşılaştığını söyleyenlerin sayısı henüz bu kadar çok değil diye biliyorum. Jackson müzisyenliği ve dansçılığının yanı sıra felsefi bir kapı araladı giderayak. Popüler kültür üzerinden insan derin düşüncelere dalamaz mı, dalar elbet. Az önce bahsettiğimiz konuya dönersek; pek çok insan, “O bile öldüyse bir gün ben de gideceğim bu dünyadan,” diyerek Tolstoy’un meşhur roman karakteri İvan İlyiç gibi hayata ölümün sınırından baktılar bir anlığına.
Bu yazının bir kısmını 2 Temmuz günü yazıyorum. Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu ve Hasret Gültekin’in 2 Temmuz 1993 günü katledilişinin üzerinden tam16 yıl geçmiş. Bu tarihten çok değil sadece 2.5 ay kadar sonra, 23 Eylül 1993’te Michael Jackson İstanbul’da bir konser verdi. “Acaba birisi o günlerde Michael gibi bir müzik adamına geldiği ülkede müzisyenlerin yakılarak öldürüldüğünü anlattıysa nasıl hissetmiş olabilir” diye düşünmeden edemiyor insan. Michael Jackson’ın aynı dönemde, Dangerous turnesi kapsamında verdiği konserlerden birisi de Şili’nin başkenti Santiago’da Estadio Nacional de Chile Stadı’ndaydı. Jackson’ın Sivas Katliamı’nda öldürülen müzisyenleri veya Şilili devrimci şarkıcı Victor Jara’nın Santiago’daki bir başka stadyumda(**)1973 yılının 15 Eylülü’nde Pinochet rejimi tarafından öldürülüşünü duyup duymadığını bilemeyiz elbet. Zaten Jackson, Victor Jara ya da John Lennon olmanın çok uzağındaydı. Kaldı ki bu çok farklı üç isim arasında siyasi bir karşılaştırma yapmanın pek manası yok. Fakat Jackson Heal the World(** *) diye bir şarkı yazıyorsa dünyanın hasta bir yer olduğunun pek tabii farkındaydı. They don’t care about us(****) demek için gittiği Rio de Janeiro’da, Üçüncü Dünya’daki yoksulluğu, yıkımı, zulmü görüyor, kardeşi Janet ile birlikte seslendirdiği Scream adlı şarkısında, televizyonu açtığında karşısına çıkan adaletsizliklerden midesinin bulandığından bahsediyordu. Gelmiş geçmiş en büyük “entertainer”lardan birisiydi ama Michael Jackson 50 yılını sadece insanları eğlendirmek için harcamadı.
Biraz da şu çocuk tacizi olaylarına değinmekte fayda var. Zaten mahkeme tarafından suçsuz bulunmuştu ama benim de aralarında olduğum milyonlarca insan onun böyle bir şey yapacağına ihtimal vermemiş olacak ki ölümünün ardından böylesi bir sevgi gösterisi ortaya çıktı. Kaldı ki Little Susie gibi bir şarkı yapabilmiş bir insanın bu olup biteni hak etmediğini görmek çok zor değildi. Michael Jackson’ın çok konuşulan bir diğer yönü görüntüsünü sürekli değiştirmesiydi. Derisinin giderek açılan renginin nadir görülen bir cilt sorunundan kaynaklandığı söylendi. Hayranları onun teninin renginden utanma gibi bir sorunu yoktu dese de Jackson hakkında emin olamadığım konulardan biri bu siyahî adamın cilt rengini bir takım operasyonlarla açtırırken mi hastalığa yakalandığı, yoksa cildinin bu bahsedilen hastalık dolayısıyla mı giderek beyazlaştığıdır. Cevabın hangisi olduğunun pek bir önemi yok ama genel olarak (sadece cilt rengindeki değişimle sınırlandırmayalım bunu) ortada gösteri toplumunun isteklerine göre sürekli yapılandırılmış bir farklılaşma çabası olduğu aşikar. Jackson isterse derisinin rengiyle bilinçli şekilde oynamış, burnunun biçimini bilmem kaçıncı kere değiştirmiş olsun bunlar hiçbirimizi ilgilendirmez. Sarışın sıfatı alabilmek uğruna simsiyah saçlarını platin rengine boyatanlarla ya da dişlerini yaptıran, bel çevresindeki yağlarını aldıran insanlarla dolu bir dünyada ki örnekleri çeşitlendirebiliriz, başkalarının değişme çabalarına, onaylamasanız bile saygı duymanız gerekir.
İzmir Fuarı’nda karşıma çıkmıştı ilk olarak Michael Jackson. Orası bir zamanlar gerçekten İzmir Fuarı iken kapalı devre bir televizyonda görmüştüm Thriller şarkısının dillere destan klibini. Bir 12 Eylül gecesi bir çocuk için Thriller izlemek biraz ürperticiydi. Daha sonra adını duyacağım Erdal Eren’in başına gelenleri öğrendiğimde ise çok daha ürperecektim. Keşke 23 Eylül 1993’te İnönü Stadı’nda Jackson şarkılarıyla dans eden o kalabalık arasında yer alabilseydi Erdal Eren. Thriller albümü piyasaya 30 Kasım 1982 tarihinde çıkmış. Bu albüm günümüze dek tüm zamanların en çok satan albümü olma özelliğini korudu. 1982 Anayasası 18 Ekim 1982 tarihinde yürürlüğe girdi ve günümüze kadar yerini özgürlükçü bir anayasaya bırakmadı. Jackson 1987 yılında Bad albümünü çıkarır. Tam tarihi, 31 Ağustos 1987. Bundan bir hafta sonra 6 Eylül 1987 günü Türkiye’de bir referandum yapılır ve 12 Eylül döneminin siyasi yasaklı politikacılarına Meclis yolu açılır. 80’lerin en popüler insanından bahsediyoruz. Onun yaptıklarının bizim burada yaşadıklarımızla böyle ilginç kesişmeleri olmuş. Şimdi o yok ama ülke gündeminde hala darbe haberleri dolaşıyor. 26 Kasım 1991’de sanatçının Dangerous albümü çıkar. Çok değil bundan sadece iki gün önce 24 Kasım 1991’de bir başka müzik devi Freddie Mercury hayata gözlerini yummuştur oysa. Tehlikeli bir yıldır 1991 ve daha ilk ayından itibaren Körfez’de kara bulutlar dolaşmaya ve Bağdat’a hava saldırısı düzenlenmeye başlanmıştır. Bizde ise müziğin değil ama futbolun taçsız kralı Metin Oktay aramızdan ayrılmıştır 1991 Eylül’ünde.
Jackson’un Heal the World parçasından bahsetmiştik. Bu aynı zamanda onun kurduğu bir vakfın ismi. Kısaca bahsedecek olursak insan nesli için daha yaşanabilir bir dünya amaçlıyorlar. Göründüğünden çok daha sosyal birisiyle karşı karşıyaydık aslında yıllarca. Ne yazık ki bu vakıf medyada onun burun ameliyatları kadar yer almadı. Her gerçek sanatçı gibi karşı karşıya olduğu dünyayla görmek istediği dünya arasında uçurumlar vardı Jackson’ın. Bunu şarkı sözlerinden takip etmek çok zor değil. Lafı fazla uzatmayalım, dünya müthiş bir yeteneği çok erken kaybetti, diyelim. Şimdi 80’leri bitirdiğinden bahsedilen bu olayda Michael Jackson’un kaldırıldığı hastanenin adını Ronald Reagan’dan almış olmasını bir başka not olarak tarihe düştükten sonra şöyle demeliyiz: Elvis’ten önce hiçbir şey olmayabilir ama Elvis’ten sonra bir Michael Jackson vardı.
(*) Futbol asla sadece futbol değildir.
(**) Estadio Chile.
(***) Dünyayı iyileştir.
(****) Bize aldırmıyorlar.