Bir seçim sürecinin daha sonuna geldik. Seçim, sandık, bas geç, tatava yap, yapma bu tartışmaların ışığında geçen süreç, birçok insan için şaşırtıcı olduğu kadar aslında çok da şaşırtıcı olmayan bir sonuçla bitti. Kendisini muhalif konumlayan kesimlerin “bas geç” gibi siyaseti seçeneksizleştiren, sorunu sadece AKP’nin geriletilmesine ve yıpratılmasına indirgeyen, bunu yaparken kendi dışındaki tüm kampanyaları ya da siyasi söylemleri, tam anlamıyla karşısına kuran ve günah keçisi olarak üreten bir zeminde ortaklaştırma çabasıydı sözünü ettiğimiz durum. Bu durumun en büyük sorunu Gezi gibi bir direnişin yaşandığı coğrafyada, direnişin getirisi olan o çok sesli tavrın hiç de anlaşılamadığıydı. Döneme göre, koşullara göre bir siyaset anlayışı geçmişiyle yüzleşememiş, neredeyse söyleminde hiçbir değişiklik olmayan siyasi parti ve temsilcileri için yalvarırcasına oy isteyen kampanyalara dönüştü. Ve de sonuçta başarısız oldu.
Başarısız oldu çünkü bu partilerin ne Gezideki kitlenin tamamını ne de Aziz Nesin üslubuyla, bu ülkenin işte şu kadarı “aptal”, bunlar “makarnacı” gibi söylemlerle devamlı aşağıladıkları bir kitleyi ikna etme şansları yoktu. Bu tutumun en açık göstergesi ise İzmir mitingi sonrasındaki sosyal medya yorumlarıyla anlaşılır olmuştu. “İzmir’e köylüler geldi”, “İzmir’de kaybolan AKP’liler”, “Bak nasıl “pisler” miting alanını ne hale getirmişler” bu ve buna benzer pek çok yorum, üstten, beyaz, steril, elitist bir dil ve üslȗp. Bu durum işlerin hiç değişmediğini, bakış açılarının, kendi dışında kalana yönelmiş tavrın AKP seçmenine karşı bir “tanıyarak dışlama”[1] durumuna dönüştüğünün en önemli göstereniydi. Bahsettiğimiz siyasi söylemin dışında kendisini Gezi üzerinden tanımlayan, çoğulcu, ezilen kitlelere hitap eden HDP için ise zaten AKP kitlesi bir hedef kitlesi haline bile gelememişti. Ayrıca HDP söylemi AKP seçmenine yabancı bir söylemdi çünkü AKP kitlesi için Gezi direnişi zaten genel anlamda ülkeyi kaosa sürüklemek ve iktidarı yıpratmak için “dış mihraklar” tarafından kontrol edilen bir duruma karşılık geliyordu. Çünkü AKP seçmeni için belirleyici olan belki de AKP’nin de üstünde başbakanın söylemiydi. HDP Gezi ile gelenekleşen sosyal medyayı çok iyi kullandı ancak sesini duyurabileceği kitle zaten olaydan haberdar olan kesimdi. Bu anlamda HDP’nin söylem bakımından halka daha yakın olsa da, onlara ulaşmakta yetersiz kaldığı, kendisini anlatamadığı söylenebilir.
Peki Gezi bize ne söylüyordu ne oldu? Gezi aslında dünyadan yükselen seslere karışan bir direnişti. Chiapas, Arjantin, Tahrir, Rojava, İspanya, Yunanistan, Occupy Wall Street, Brezilya dünyanın çeşitli bölgelerinden yükselen bu seslerin en ortak noktalarından birisi temsiliyet sorununa işaret ediyordu. Artık temsil edilmenin sınırlarını sendikalar, sınırlı söylemli siyasi partiler dernekler belirlemiyordu. Gezi direnişinde barikatta kimse, kimse için değil, kendisi için oradaydı çünkü artık yaşamın nesnesi olmaktansa öznesi olmak gibi bir dert vardı. Seçim süreci boyu yaşananlar, yürütülen kampanyalar, yukarıdan bastırılan tapeler siyaseti Gezi’ye ya da Gezi ruhu dediğimiz o soyut, tanımsız ama gerçekliğini somut olarak hissettiğimiz duruma yabancıydı. Bu süreç Gezi’nin hiç anlaşılamadığının da bir bakıma göstergesi oldu ve böylece Gezi sürecinin oluşturduğu çok sesli ama bireysel olarak farkında olunan “ortak olanın kurulması” [2] durumunu sekteye uğrattı.
Gezi Direnişi ile ilgili geldiğimiz noktayı tahlil etmek için Deleuze ve Guattari’nin “yersiz yurtsuzlaştırma biçimleri” kavramlarına başvurmanın, geldiğimiz noktayı anlamamız bakımından işimizi kolaylaştırıcı olabileceğini düşünüyorum. Deleuze ve Guattari dört farklı yersiz yurtsuzlaştırma biçimi tanımlar. Bunlardan birincisi; egemen politik iktidarı kendini daha iyi adapte edebilmesi ve yeniden üretebilmesi için değiştiren “göreli olumsuz yersiz yurtsuzlaştırmalar”, ikincisi; egemen politik iktidarı yeniden üretemeyen ama devrimci bir olayı desteklemeyen “göreli olumlu yersiz yurtsuzlaştırmalar”, üçüncüsü; herhangi bir politik durumu desteklemeyip hepsinin altını oyan, “mutlak olumsuz yersiz yurtsuzlaştırmalar” ve son olarak dördüncüsü ise; egemen bir politik durumu yeniden üretmeyen ve bunun yerine devrimci bir olay yaratan “mutlak olumlu yersiz yurtsuzlaştırmalar”[3]. Bu kavramlaştırmalar üzerinden Gezi’nin başlangıçta “mutlak olumlu yersiz yurtsuzlaştırmalar” içerisinde bir yere sahip olduğunu düşünebiliriz. Çünkü Gezi başlangıçta sokakta ve barikatta tam radikal tavrın hȃkim olduğu bir duruş sergiliyordu. Kimse barikatta ya da herhangi bir direniş alanında yönetilmeyi, temsil edilmeyi düşünmediği gibi yıllardır süren egemen tavrın dışında yanında bulunanın kimliğini sorun olarak görmüyordu bu da durumu çoğulcu bir boyuta taşıyordu. Çünkü direnenin bedensel varlığı, orada olması egemen iktidara karşı onunla aynı safta direnmesi öncelikli tavırdı. Bu da başlangıçta egemen politik durumun yeniden üretilmesi yerine, yıkılmasına ve devrimci bir duruşa karşılık geliyordu. Bu gün baktığımızda ise ki bu durumu en çok değiştiren şeyin seçim sürecinde yaşananlar olduğu söylenebilir, geldiğimiz nokta “Göreli olumsuz yersiz yurtsuzlaşma” durumuna karşılık geliyor. Deleuze ve Guattari’nin tanımıyla bunun anlamı; egemen politik iktidar süreçlerinden (parti, devlet, sermaye vs.) ancak anlık olarak kopabilen ve sadece egemen politik iktidarların kendilerini adapte ederek genişlemesine olanak veren bir değişimdir.[4] Gezi başlangıçta devletten ve egemenden gerçekleştirdiği kopuşu seçim sürecinde koruyamamış ve egemen politik iktidarın genişlemesine olanak sağlamıştır. Seçim süreci boyunca yaşananlar direnişi egemenden ve devletten anlık bir kopuş durumuna taşımış ve egemen parti ve iktidar söyleminin ağlarını genişletmesine sebep olduğu gibi, direnişin kazanımlarını da seçimden gelecek sonuca indirgemiştir.
Son olarak seçim süreci ve sonucunun Gezi Direnişi’nin getirilerine etkisi dışında söylediği şey; hakikatin üst yapı kurumları, partiler, genel iktidar söylemi dışında daha tabanda ve yerelde gizli olduğudur. Hakikati AKP’nin her durumda eleştirilen, devlet iktidarının suçlarına ortak edilen, dıştalıyıcı bir üslupla “öteki” olarak kurulan ve anlamak yerine elitist bir mizaçla tavır takınılan kitleler belirlemiştir. Ayrıca yapılan seçimlerin (belki biraz HDP dışında), Gezi’de sokaklara inen kitlenin tercümanı olamadığını, sandık demokrasisinin ya da kampanyaların direnişe katılanların tamamını orada birleştiremediğini söylemek de uygun olacaktır.
Kaynaklar:
Negri, A. (2014), “Avrupa’da Ulusal Solun Bitişinden Yıkıcı Hareketlere”, Gezinin Yeryüzü Kardeşleri, “Direnişin Arzu Coğrafyaları”, (Der. Sinem Özer), İstanbul: Otonom.
Nail, T. (2014), “Deleuze, Occupy ve Devrimin Edimselliği”, Gezinin Yeryüzü Kardeşleri, “Direnişin Arzu Coğrafyaları”, (Der. Sinem Özer), İstanbul: Otonom.
Saraçoğlu, C. (2011), Şehir Orta Sınıf ve Kürtler, “ İnkȃrdan Tanıyarak Dışlamaya”, İstanbul, İletişim.
[1] Kavramla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Saraçoğlu: 2011.
[2] “Ortak olanın kurulması” durumundan kast edilen, yaşamın kapitalist temekkülüne karşı örgütlenen bir ortak olanın, yurttaşlığa özgü ve politik “kullanımların” veya geleneklerin, gelişmesi olarak “aşağıdan” bir demokratik ve otonom ve yönetim olarak anlaşılan bir ortak olanın kuruluşudur (Negri, 2013: 230)
[3] Deleuze ve Guattari’den akt. Nail, 2014: 276.
[4] Deleuze ve Guattari’den akt. Nail, 2014: 276.