Çelişkiler diyarı Türkiye, kuruluş döneminde temel bir ayrım üzerine inşa edilmiştir. Osmanlı’nın muazzam fakat bir o kadar da ağır mirasının vücut bulduğu İstanbul ve bambaşka, yeni bir düzenin karargâhı olan Ankara. Çağdaşlık iddiasıyla dengeleri baştan aşağı değiştirmek doğrultusunda hareket eden bu yeni düzen, 50000 nüfuslu bu bozkır şehrine büyük bir yükümlülük emanet eder. Yarım milyon insanın yaşayacağı öngörülen Ankara’da o dönem için devasa bulvarlar yapılır. Bu proje çerçevesinde “bozkır şehri” imgesi evrimleşir.
Fakat kimsenin aklına gelmemiştir ki, Ankara sanılandan daha kadimdir. İstanbul’dan bile. Aynı topraklarda uygarlıklar doğmuş, yükselmiş ve tarihin tozlu sayfalarına karışmıştır. Emanet Şehir, bu mazinin mistik öğelerinin de söz sahibi olduğu kurallarla sahnelenen bir oyundur. Her ne kadar muazzam bir mutenalaştırmaya maruz kalsa da Ankara, Ankara’dır ve insan da insandır. Bu kadim Ankara imgesinde, aslında kadim insan doğası vücut bulmuştur.
Ulus-devletin merkezî kalesi olmakla birlikte, Ankara bir “Terra Nullius"dur. Bu sebeple bu grafik roman, cumhuriyetten ziyade tek tek bireylerin hikâyesi olarak çarpıcılık kazanır. Ana karakter Şekip başta olmak üzere belli umutlar ve vazifeler ekseninde var olan hayatlar yozlaşır. Yalan dolan ve suç, her tür entelektüel ve çağdaş yaşantı arayışının önüne geçer.
Eserin başarısı, özellikle bu noktada fark edilir. 40’lı yılların Ankara’sı gerek tarihsel detaylarıyla, gerek karakterlerin kelime seçimleriyle etkileyici bir şekilde anlatılmış “Emanet Şehir’de”. Hikâyenin fonu sahici ve güzel. Dönem melankolisi de bu siyah beyaz grafik romanda mükemmel betimlenmiş. İşin can alıcı kısmı, anakronik bir perspektife kayılmamış olması özellikle. O dönem olanlar sadece 40’lar Ankara’sında memurluk yapmakta olan başarısız bir yazarın gördüğü ve algıladığı şekliyle okuyucuya sunulmakta. Gerçekten Yeni Telgraf gazetesinde tefrika edilebilecek derecede o döneme ait “Emanet Şehir”. Tek parti dönemi Türkiye’sini romantize etme modasının rahatsız edici boyutlara ulaştığı şu günlerde, 40’ları bir de bu gözle görmeyi, özellikle de o romantiklere şiddetle tavsiye etmek isterdim!
Sonuç olarak “Emanet Şehir’i”, kadim edebi temaların ve varoluşsal bir umutsuzluğun, iyi aktarılmış bir dönemsel melankoliyle mutlu bir evliliği olarak tanımlayabiliriz…