Taşra Postası / Gariplere Kırtasiye

Aklımın ermeye başladığı günden beri biliyorum ki okul için gerekli alışveriş babalar marifetiyle olurdu. Babalarla yapılan kırtasiye ve okul alışverişinde düzen şöyleydi. Babanın ahbabı olan bir esnaf vardır. Oraya baba selamıyla gidersin ve sana gerekli olan alınır. Bak dikkat isterim sana gerekli olan neyse bellidir. Senin seçim şansın yoktur. Zaten seçim yapacak kadar çeşit de yoktur. Hem baba ahbabı olan esnaf da zaten baba gibi düşünür. Fazla mal satacağım diye hırslansa da sana lazım olandan fazlasını verse babandan duyacağı laf yanında esnaflık defterinde adının kötü esnaf olarak yazılması var ki sonu iflasa kadar gider. Alacağını alır ve çıkarsın. Hesaba yazdırılır, sonra baba öder. Kırtasiye malzemesi olan yerde okul kıyafeti de vardır. Hatta aynı dükkânın bir kısmında berber ve gıda reyonu da vardır. Çünkü taşra için uzmanlık bir çeşit körlüktür. Uzman olan kişi bir konuya yoğunlaşır diğer konuların cahili olur ya, işte sadece kırtasiye malzemesi satmak, sadece konfeksiyon satmak da bir çeşit körlüktür. Diğer malzemelere tezgâhınız kapalıdır. Yani müşteriye hizmet verecek tek kalem vardır ve zaten müşterisi sayılı olan esnaf için bu durum felakettir. Vatandaş senin dükkânına gelince her işini bitirmeli ve öyle gitmelidir. Yoksa geçinemezsin. Bu alışveriş esasen pek zevkli değildi. Lazım olan belli, alacağın yer belli, alacağın şey belli. Böylesine her şeyi tanımlanmış olan alışverişlerde garipler ne yapardı? O zamanlar tasarruf etmek konusunda hemen her aile kendi metodunu geliştirmişti. Bir kibrit çöpünü keyfi için yakmış gelini ânında boşayan erkekler anlatılıyor, geline yazık olmuş amma kibrite yazık değil mi diyerek israf edeceklere duyuruluyordu. Kızım sana diyeyim gelinim sen anla diyerek herkes az ile kanaat ederek yaşanabileceğini göstermeye azmetmişti sanki. Ama ne kadar kanaat ederse etsin gerçekten yoksul olanlar için durum zordu. Onların imdadına Almancı akrabaları, köyden getirdikleri nevale, zaman zaman yapılan hayırlar ve en önemlisi yaz deftere diyerek hep ötelenen borçlar yetişiyordu.

Bütün bu usuller eskidendi. Modernizm usul usul ilerlemeyi pek güzel becerir. Yine öyle yaptı. Eski düzende kurulmuş ve içinde her şey olan dükkânları parçaladı. Artık her iş için ayrı tezgâh kuruldu. Bazıları direndi hem ütü hem önlük hem de defter kalem sattı ama bir yerden sonra o esnaf da yaşlandı. Ve modern dünya en kolay yaşlıları oyun dışına attığından esnaf çocukları yeni vitrinli, bol gösterişli dükkânlar açtılar. Artık alışveriş işi şöyle oluyordu. Baba yanınızda sırasıyla dolaşıyordunuz. Kırtasiye, konfeksiyon, berber, beslenme çantasına gıda. Babaların artık yaz deftere diyeceği ahbap-esnaf azalmıştı ama hâlâ vardı. Esnaf babalarından belledikleri kelimelerle değil de banka müdürlerinden belledikleri laflarla konuşuyordu yeni dükkân sahipleri. Ve babalar selam göndermek yerine alışverişe bizzat refakat ediyorlardı. Çünkü çeşit artmıştı ve yeni esnaf çocuğa lazım olan kadarını değil çocuk neyi ne kadar isterse o kadarını satmayı düşünüyordu. Babalar frene basmasa yeni esnaf dükkânda olan ne varsa satmak istiyordu ki bu hırsın önünde baba selamı, dost hatırı falan epey cılız kalıyordu. Çeşit arttığından okul alışverişi çocuklar için daha bir renkli olmaya başlamıştı. Kokulu silgilerin her çeşidinden alanların karşısında boynuna iple silgisini asmış garip çocukları daha bir garip kalıyorlardı. Artık Almancı hediyesinin itibarı da zayıflamaya başlamıştı. Çünkü orada ne varsa burada da o vardı. Ve işte tam bu döneme hazırlıksız yakalandı garipler. Çünkü Almancı akrabalar bu tarafa bakmıyorlardı. Köyden gelen malzemeler köyde kimse kalmadığından azalmıştı. Yaz deftere diyerek borçla yaşamaya imkân veren esnaf da azalınca fakirlik zâdeliği bozdu ve gariplerin çocuklarının ezik duruşları, yani yoksulluk daha görünür oldu. 

Sonra gel zaman git zaman okul alışverişinde “essah devrim” gerçekleşti. Artık alışverişi baba-evlat değil anne-evlat yapıyor. Devrim demem boşuna değil. Annelerin kendini rahat hissedeceği dükkân dizaynı, kadın kasiyer sayısının artması, çalışan annelerin alışveriş ile gezme tozma ihtiyacı için büyükşehre gitmesine yer bırakmayacak sayıda ve seviyede dükkân açılması, “ev hanımı” annelerin dua ezberler gibi şifresini ezberledikleri kredi kartını kullanabilmesi, kırtasiyede “lazım olan” değil “beğenilenin” alınması, annelerin esnaf ile çocuk arasında denge kurabilmesi gibi o kadar çok yönü var ki ister istemez devrim diyorum. Taşrada kadının alışveriş için evden çıkarılması, dükkâna getirilmesi ve kocasının “bin türlü cefa” ile kazandığı ya da “kadının kendi kazanmadığı parayı” harcamaya ikna edilmesi ise tamamen modern dünyanın maharetidir. Annelerin alışveriş yapmasını sağlayanlar biliyordu ki babaları ikna etmek zordu. Ama anneler dayanamazdı yavrucaklarının taleplerine. Üstelik kendi öğrencilik günlerinde görmediği kadar çok malzemeyi görmek de ayrı bir iştah açıcı oldu anneler için. Şimdi okul alışverişini anneler uzun zamana yayarak yapıyorlar. El kadar kırtasiyelerde bir silgi için yarım saat harcayarak, türlü çeşit malzemeyi yoklayarak, nelere dikkat etmeliyiz diyerek malumatfuruşluk yapan videoları izleyerek, telefonda grup kurduğu diğer annelerin alıp sattıklarını ihmal etmeden alışverişin tadını çıkarıyorlar. Anneler ile çocuklarının meşveret ederekten, yalancıktan yorgunluklar icat edip kafelerde dinlene dinlene çarşı pazarda saatler harcamalarını anlarım. Ama garipler ne durumdadır anlamak için ince görmek lazım. Çünkü daha evvel gariplikleri alenileşen yoksullar artık bu görüntüye razı değiller. Garip oldukları sezilmesin, parasızlıkları bilinmesin derdindeler. Halbuki yokluk adamın göz bebeklerine oturur bir ömür boyu. Fakat özellikle gariplerin çocuk ve gençlerine laf anlatmak zor. “Biz hiç de bile fakir değiliz” diye video çekmiş bir genç kızı gördüğümde burnumun direği sızlamıştı. Ama görüntü her şeydir. Ve garibanlık en zor katlanılan görüntüdür. Durum böyle olunca çocukların ve gençlerin yoksulluklarına çare olacak değil de görüntüyü kurtaracak çözümler de geliştirmiş piyasa. Yani somut konuşursak; kaliteli çanta ile kalitesiz çanta arasında malzeme ve işçilik farkı var ama gösteriş farkı az. Yani beş liralık çanta ile bir liralık çantanın gösterişi, janjanlı duruşu arasında uçurum yok. Bu yalancıktan eşitlik hali ile bir yere kadar gizlenebilen gariplik okul etrafına dizilmiş yeme-içme mekânlarında tüm zalimliği ile ortaya çıkıyor. Lokanta, kafe, büfe adı ne olursa olsun bu mekânlarda kalite farkı çok bariz. Parası olanla olmayan hemen fark ediliyor. Garipliğin her haline ayrı bir türkü yakarsın ama öğrenci garipliği daha bir zor oluyor. Ne yedikleriyle kendini ele veriyor garipler. Bir de teknoloji farkı var ki onu hiç açmayayım. Ceptelefonu yapanlar garipleri düşünecek değil tabii ama anne-babalar da çocuklarına müteahhit telefonu gibi pahalı şeyler alınca gariplerin ezikliği katmerli oluyor.

Hâsılı okul alışverişlerinde usuller değişti, aktörler değişti ama gariplik baki kaldı.

İllüstrasyon: Deniz Karagül