Geçen hafta, aynı okulda çalıştığım ve felsefi tartışmalar yapabildiğim ya da yapmayı denediğim az sayıda hocalardan birinin gönderdiği deneysel felsefeyle ilgili bir video izledim. İçinde anlatılanı özetle geçecek olursam, insanın bilinmezden korkusuyla ilgiliydi. Bu videoyu izlemeden bir gün önce okumaya başladığım Gerçek Yaşam (Alain Badiou, çev. Işık Ergüden, Sel Yayınları) adlı kitabın dikkatimi çekmesinin sebebi de benim bilinmezlikle yakın ilişkili gördüğüm, öngörülemez kavramını atfettiğim gençlikle ilgili oluşuydu. Yani kısacası benim için gençlik bilinemez/öngörülemezdir ve bu da devlet ve toplum mühendislerinden ana babalarımıza kadar herkese korku verir. Bunun içindir ki hem gencin kendisi hem de onu “Yoldan Çıkarmaya Yönelik” eylemde bulunan hocaları prangalarla sabitlenmektedir. Hatta bu yoldan çıkmanın sonucunun bilinemezliği öyle korku vermiştir ki, bizi, yani “Gençliği Yoldan Çıkarmaya Yönelik Bir Çağrı”da bulunan ilk hocamız baldıran zehriyle, üstelik kendi elleriyle ölüme itilmiştir.
Peki, bu yoldan çıkarma ne demektir? Yoldan çıkarma sözü genellikle kötü anlamlar çağrıştırır. Örneğin “parayla ilişkili bir anlamda”, yolsuzluk anlamında, “gazetelerde sözü edilen türden cinsellikle” ilgili bir anlamda yoldan çıkarma çeşitleri akla gelebilir. Ama Alain Badiou’nun bahsettiği elbette bunlarla ilgili değildir. Ona göre “gençliği yoldan çıkarmak diye bir şey sözkonusuysa, bu asla paranın, hazzın ya da iktidarın hatırına değildir, gençliğe bütün bunlardan daha üstün, daha iyi bir şeylerin var olduğunu göstermek içindir”. Bu gösterilenin anlaşıldığı noktada da “Gerçek Yaşam” bulunacaktır. Başta da bahsettiğim başöğretmenimiz Sokrates İ.Ö 469-399 yılları arasında dillendirmiştir: “Sorgulanmayan Bir Yaşam Yaşanmaya Değmez.” Badiou da şöyle tanımlamıştır gerçek yaşamı: “Zahmete değen bir şey, yaşama çabasına değen ve parayı, hazları, iktidarı çok çok gerilerde bırakan bir şey.” Zahmet etmekten bu kadar çok kaçtığımız, hazlara koşarak yaklaştığımız, iktidarı amaç bellediğimiz dönemde gerçek yaşama yaklaşabilecek miyiz? İşte bu noktada:
“Felsefenin bize öğrettiği, en azından öğretmeye çalıştığı şey, gerçek yaşamın her zaman mevcut olmasa da, asla tamamen namevcut da olmadığıdır. (…) Sahte bir yaşamın, talan edilmiş bir yaşamın, iktidar ve para için amansız bir mücadele olarak yaşanan bir yaşamın, elden gelen her yola başvurarak sadece dolaysız itkilerin tatminine indirgenen bir yaşamın varlığını göstermeye çalışması anlamında gençliği yoldan çıkarmaktadır, yozlaştırmaktadır.”
E hadi o zaman, hadi yoldan çıkalım, çıkaralım. Ama durun durun bir dakika, şunu bir netleştirelim: “Gençliği yoldan çıkarmak tek bir anlama gelir: Gençlerin önceden saptanmış yollara girmemesini, sitenin gelenek göreneklerine itaate mahkûm olmamasını, yeni bir şeyler yaratabilmesini, gerçek yaşama dair farklı bir yönelim önermesini sağlamaya çabalamak.” Hâlâ cesaretimiz var mı gençleri yoldan çıkarmaya?
Ülkemizden örneklere bakacak olursak kaçımız ister ebeveyn olarak, ister bir öğretmen olarak, ister bir komşu olarak sınav sistem(sizliğ)ine kafa tutan gençlere aferin deriz? Kaçımız dershaneye gitmesen de olur, n’olacak ki deriz? Geçenlerde bir öğretmen arkadaşımın önerisiyle eğitimle ilgili bir konferansa katıldık, orada çocuklarına evde eğitim veren ve dünyayı gezen Zapp ailesinden bir üyenin büyüyünce ne olmak istersin sorusuna Greenpeace gönüllüsü yanıtını verdiğini duyunca şaşkınlıkla harmanlanmış bir tebessüm ettim. Bizler hazır mıyız çocuklarımızın hayat boyu Greenpeace gönüllüsü olmalarına?
Gerçek yaşamın iki düşmanı vardır, der Badiou, bunlardan biri “başarı tutkusu, zengin, güçlü, ayakları yere sağlam basan biri haline gelme fikri. Yani anlık yaşamda kendini tüketip bitirme değil, tersine, mevcut toplumsal düzende iyi bir yer edinme fikri”. Dolayısıyla yukarıda bahsettiğim hayat boyu sadece Greenpeace gönüllüsü olma fikri, gerçek yaşamın düşmanıyla yaptığımız ittifak sonucu yine bizler tarafından yenilmektedir. İkinci düşman ise:
“Anlık yaşama, oyuna, hazza, âna, bir müzik parçasına, geçici bir aşk serüvenine, bir cigaralığa, aptalca bir oyuna duyulan tutku diye adlandırılabilecek olan şeydir. (…) Bu durumda ‘yaşam’ diye adlandırılan şey, az çok iyi, az çok kötü anlara bölünmüş bir zamandır ve sonuçta, aşağı yukarı iyi kabul edilebilir olası en fazla âna sahip olmak; işte, hayattan beklenebilecek tek şey budur.”
“Bu yaşam anlayışı aynı zamanda ölüm anlayışıdır. Yaşam bu şekilde anlık zamana tabi olduğunda parçalanır, darmadağın olur, tanınmaz hale gelir, artık sağlam bir anlama bağlı değildir.”
Bu ikinci düşman hemen yanı başımızda, her şeyi tükenebilir hale getirmemiz, değerini değil fiyatını bilir hale gelmemiz bizleri anlık hazların tutkunu yapar. Yaşam boyu süren, gerçek mutluluğu veren hazlardansa anlık gelip geçici hazlara sıkı sıkı sarılırız çünkü kapitalist, neoliberal ekonomilerde bu hazlar özgürlük olarak sunulmaktadır. Bizler de bu boş özgürlükleri sınırsızca savunuruz. Tam bu noktada biri bizi yoldan çıkarmaya kalksa, bunlar boş özgürlükler, hatta bunlara özgürlük demeniz bile ayıp, bunlar sizi gençlikten yetişkinliğe geçirmemek için elinize verdikleri türlü türlü oyuncaklar dese kulak kabartır mıyız? Badiou şöyle der: “İnşa ettiklerinizden vazgeçmeyi bilmeniz gerekir, çünkü başka bir şey sizi gerçek yaşama çağırmaktadır. Gerçek yaşam, günümüzde, piyasa yansızlığının ve eski hiyerarşik ideaların ötesinde yer alır.”
Badiou’nun da kitapta belirttiği gibi gençlik üzerine birçok metin kaleme alınmıştır, kimileri gençliği yerden yere vurur, kimileri en güzel çağlar olduğunu düşünerek ona methiyelerle sayfa doldurur. Benim içinse gençlik iyiye kullanılması gereken enerji doludur. Bu enerjinin sonucu başta da belirttiğim gibi öngörülemezdir. Yönlendirmelerle, “eğitimle” bu enerjiden ya bir canavar yaratırız ya da tam bir “insan”. Bir ara düşüncelerin birer tohumsa onu ekebilecek tek yolun konuşmak olduğuna inanmıştım. Nerede, nasıl, kime karşı olursa olsun konuşmak. İnanç bu ya, işlevini, gerçekçiliğini hiç sorgulamamıştım ama şimdi maden ki benim elimde tohum var neden çölün ortasında ziyan edeyim ki diyorum, tam tersi onu en verimli topraklara ekmeliyim. En verimli topraklar, henüz aklı da enerjisi de kıtlaşmamış gençlerdir. O halde ne ben sadece yazdığımla kalayım ne siz sadece okuduğunuzla. Hadi, gençleri yoldan çıkaracak çağrılar bulmaya.