Marx’ın düşüncesi söz konusu olduğunda eşitlik sorunu büyük bir önem teşkil ediyor gibi gözükür. Tabii ki Marx’ın düşüncesinde kilit bir yer tutan her kavram, bir başkasıyla bağlantılı. Bu nedenle, eşitlik sorununu yalıtıp, onu başka hiçbir kavram veya sorun ile bağdaştırmadan okumak da zor, hatta imkânsız, denebilir. Bu açıdan, eşitlik de bir istisna gibi durmuyor. Marx’ın kavradığı haliyle eşitlik, günlük dildeki kullanımıyla işlerlik gösteriyor ve bu temelden yapılandırılmıyor. Eşitlik sorunu, Marx’ın tespit ettiği çoğu problem gibi, işçi sınıfının varoluş koşullarının sorunsallaştırılmasının bir parçası. Böyle bir bağlamda okunduğunda ve kavrandığında eşitlik, birçok sorunu da beraberinde getirir. Marx’ın bu sorunları tespit ettiği, bir nevi yaratabileceği potansiyel açmazları analiz ettiği metinlerden biri de Gotha Programının Eleştirisi’dir. Her ne kadar diğer metinlerinde de, örneğin Ücret, Fiyat ve Kâr ya da Ücretli Emek ve Sermaye’de eşitlik sorunu benzer bağlamlarda ortaya çıksa da, Gotha Programının Eleştirisi’nde eşitliğin işletilme şekliyle ilgili sorunlara bireylerin farklılığı ve bu farklılığın oluşturduğu potansiyelin zenginliği üzerinden eğililir Marx. Ama Marx’ın tahliline geçmeden önce, eşitliğin kabaca ne ifade ettiğine ve ilk bakışta dahi görülen içsel sorunlarına bir göz atmakta da fayda var.
Eşitlik, günlük dilde bir özne veya nesnenin belirli bir nitelik bağlamında ya da mutlak anlamda aynı özelliklere sahip olduğunu belirtir, denebilir. Buna göre iki veya daha çok şeyin eşit olabilmesi için, aralarında bir fark olmaması gerekir. Yani, biraz daha ileri gidersek, onların zaten iki şey olmasından doğan asli farklarının yadsınmasını sağlayacak bir düzeneği tanımlar. Bu, farkın yapay bir yoldan ortadan kaldırılmasıdır, sentetik bir eşitliktir. Bu eşitlik, ancak farkın belirli bir niteliğe/niceliğe indirgenmesi ile işleyebilir; çünkü eğer fark bir’e indirgenirse, zaten fark ortadan kalkar. Birbirinden farklı olan özneler, kendilerini bir şey üzerinden tanımlarlarsa, ancak böylelikle eşit olabilirler; tanımın ekseninde eşittirler; son kertede ise kendileri birer tanım haline gelirler.
Marx bunun farkındaydı ve bunun çok büyük bir sorun teşkil ettiğini, belki de en gizlenmiş sorunlardan biri olduğunu biliyordu. Oysa ki şu an bir sorun gibi dahi gözükmüyor. Eşitlik, günümüzde çoğu zaman pek de üstünde durmadığımız ve zaten var olduğunu varsaydığımız bir kavram gibi görünüyor; onun varlığından şüphe etmek ya da varoluş koşullarını sorgulamak abes kaçıyor. Evet, günümüzde belirli bir manada eşitlikten söz etmek mümkün gerçekten de, ama ne anlıyoruz bu eşitlikten, ne ifade ediyor? Marx’ın metni bunu açımlamak adına oldukça iyi bir temel sağlıyor.
Marx ve dolayısıyla komünizm söz konusu olduğunda, dediğim gibi, eşitlik özel bir yer teşkil ediyor gibi duruyor. Ama bu yer, biraz sorunlu da bir yer; belirli tortular barındırıyor. Bu, muhtemelen komünist toplum tahayyülünün klişelerle donatılmasından ve yozlaştırılmasından da ileri geliyor. Eşitlik de, bir kavram olarak, araya kaynamış gibi gözüküyor. Gotha Programının Eleştirisi’nde ortaya net bir şekilde konan ise şu: Marx, aslında hiç de eşitliğin, herkesin eşit olduğu bir toplumsal sahanın hayaliyle yazmamıştır; bu, aslında tam tersine gelişmiştir. Marx’ın eşitlikle ilgili fikirlerinin birkaç boyutunun olduğunu eklemekte de yarar var: Marx’ın aslen eleştirdiği, eşitliğin ücret ile eklemlendirildiği boyuttur (ve bu boyut, Marx’ın insan faaliyetine, pratiğine, eylemine verdiği önem ve aslilik ekseninde daha da bir genişler ve ehemmiyet elde eder gözükür). Marx, eşitliğin bir ortak belirteci olarak emeğin ve ücretin eşitliğinden söz eder, ama bunun emeği sağlayanın ta kendisinin, işçinin eşitsizliği pahasına olduğunu belirtir. Gotha Programının Eleştirisi’nde şöyle der:
“Üreticilerin hakkı, sağladıkları emekle orantılıdır; eşitlik, ölçümün eşit bir standartla, emekle, yapılmasından ibarettir. Fakat bir insan fiziksel ve zihinsel olarak başka birinden üstündür ve dolayısıyla aynı zaman içinde daha fazla emek arz eder ya da daha uzun süre çalışabilir; ve emek, bir ölçü olarak hizmet görmesi için, süresi ya da yoğunluğuna göre tanımlanmalıdır, aksi takdirde bir ölçü standardı olmaktan çıkar.”
Böylelikle Marx, eşitliğin ancak emekte bir eşitlik ve dolayısıyla da ücret dahilinde bir eşitlik olduğunu belirtir. Eşitlik, herkes belirli bir faktör üzerinden tanımlandığı anda, ancak görünürde bir eşitliktir. Söz konusu olan, farkı yadsıyan, herkesi bir şeye indirgeyen bir eşitlik tahayyülüdür. Ancak ve ancak bu şekilde eşitlik sağlanabilir, ki o da, Marx’a göre, zaten eşitlik maskesini takmış bir eşitsizlikten fazlası değildir. Marx, aynı yazısında şu şekilde devam eder:
‘‘Bu eşit hak, eşit olmayan emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farklılığını kabul etmez, çünkü herkes başka herkes gibi sadece bir işçidir; fakat örtük bir şekilde, eşit olmayan bireysel yeteneği ve dolayısıyla üretken kapasiteyi doğal ayrıcalık olarak kabul eder. Bu nedenle, her hak gibi, içeriği bakımından bir eşitsizlik hakkıdır.’’
Marx, ta başından itibaren eşitliğin paradoksu konusunda ısrar etmiştir. Eşitlik, ona göre, ancak eşit bir standardın, belirli bir indirgemenin, insanları birer birer, karmaşık bir şekilde değil ama toplu olarak, basit bir şekilde tanımlamaya dair itkinin altında oluşabilir. Bu, Marx’ın da dediği gibi, kişiler arasındaki farkı yadsıyan bir eşitlik kavramsallaştırmasıdır. Kendisine uyulmasını talep eden bir kıstas olarak eşitliktir. Böylece de, buna uyabilenler eşitlikten faydalanabilirken, diğerleri bunun dışında kalır. Bu, çalışanların, işçilerin işçi olarak eşitliğidir; çalışmayanları ise hiç ilgilendirmez. Gotha Programının Eleştirisi’yle devam edelim:
“Hak, doğası gereği, ancak eşit bir standardın uygulanmasında söz konusu olabilir; fakat eşit olmayan bireyler (eşitsiz olmasalardı, farklı bireyler olmazlardı), eşit bir görüş noktasına getirildikleri, sadece bir tek belirli yanlarıyla alındıkları, örneğin bu örnekte sadece işçi sayıldıkları ve onlarda başka her şey göz ardı edilerek fazlası görülmediği sürece, eşit bir standartla ölçülebilirler.”
Ve şöyle ekler Marx:
“Dahası, bir işçi evlidir, başka biri değildir; birinin ötekinden daha fazla çocuğu vardır vb. vb. Demek ki, eşit bir emek performansıyla ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonunda eşit bir payla birlikte, aslında biri diğerinden daha fazlasını alacaktır, biri diğerinden daha zengin olacaktır vb. Bütün bu kusurlardan sakınmak için, hak eşit olmak yerine, eşitsiz olmalıydı.”
Marx’ın bahsettiği zenginlik, doğrudan alınan ücretin karşılığıdır. Bu bağlamda, tahmin edileceği üzere, zenginlik ile ücret arasında bir fark yoktur. Marx’ın altını çizdiği nokta, her türlü kişisel ayrımın bu eşitlik nosyonunu zedelediğidir. Birinin çocuğu olacaktır, biri evlenecektir, biri araba alacaktır, biri para harcayacağı herhangi bir başka şeyi arzu edecektir, ama sorun bu değildir. Sorun, kişinin, bu durumda işçinin, isteklerini kısıtladığı ya da belki de hiç isteği olmadığı noktada zengin olabileceğidir, ki bahsedilen zenginlik dahi çoğu zaman hayatta kalmaktan ve çalışabilecek kadar güce sahip olmaktan da ileriye gitmez. Gitse bile, bu bir şeyi değiştirmez; çünkü hâlâ bir işçidir ve hâlâ ancak çalışma ekseninde tanımlanır. Başka hiçbir gerçekliği yoktur ve eyleme gücünü yalnızca ona sunulan alanda ve şekilde aktive eder. Eğer etmezse, zaten işçi olmaktan da çıkar. Bir işsiz olur. Ve bilindiği üzere, işsizin pek de bir hakkı yoktur. İşsiz, bu dinamiğe dahil değildir.
Burada asıl mesele, kişinin biricik oluşunun, kişinin kendisi olmasından dolayı gelişim göstermiş her türlü özel durumun yadsınmasıdır. Ve buna da “eşitlik” adını koymaktır. Bu bağlamda bir işsiz olmak, sözüm ona “değer” üretememek, en iyimser halde, kişinin eşitsizliğini sağlamasının belki de tek koşuludur.
Marx, bireylerin eşitsiz olduklarını, bir anlamda da eşsiz olduklarını belirttiği ölçüde, onlara içkin olan, bir anlamda müphem potansiyelin de altını çizer. Bir insanın eyleme gücünü, muktedirliğini, kâdirliğini dilediği şekilde işletebileceği, pratik edebileceği bir düzleme işaret eder. Ama bu düzlem, bireysel olduğu kadar da kolektiftir; eşitliğin oluştuğu koşul bir çeşit örgütlenme ise, eşitsizliği oluşturacak da bir çeşit örgütlenme olacaktır. Komünist Manifesto’da, “her bireyin özgür gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birlik”, dediğinde, bir yanıyla da bunu vurgular. Ama yine, gördüğüm kadarıyla, bunu en direkt biçimde Gotha Programının Eleştirisi’nde belirtir; onunla bitirmek uygun olacak gibi duruyor:
“Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireyin işbölümüne kölece bağımlılığı ve bununla birlikte fiziksel emek ile zihinsel emek arasındaki antitez ortadan kalktıktan sonra; emek, sadece bir yaşam aracı değil, yaşamın birinci gereği haline de geldikten sonra; bireyin çok yönlü gelişimiyle birlikte üretken güçler de arttıktan ve kooperatif servetin pınarları daha bol aktıktan sonra —ancak o zaman burjuva hakkın dar ufku bütünüyle aşılabilir ve toplum kendi bayrağına şunu yazabilir: Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!”