Popülizme Karşı (V): Alternatiflerin Programı (Syriza, Beş Yıldız Hareketi, Bernie Sanders ve Jeremy

 

“Temel işlevimiz mevcut politikalara alternatifler geliştirmek ve siyasi açıdan imkânsız olanı siyasi açıdan kaçınılmaz kılana değin bunları canlı ve mevcut kılmaktır.”

 

(M. Friedman)

 

Küresel toplum ciddi bir siyasal, toplumsal ve ekonomik kriz ile karşı karşıya. Kapitalizmin derinleştirdiği eşitsizlikler, güvencesizlik, büyük göç dalgaları, yükselen ırkçılık, otoriter yönetimlerin güçlenmesi demokrasiye ve barış içinde bir arada yaşayacak toplum tahayyülüne önemli bir tehdit oluşturmakta. Bu koşulların oluşturduğu toplumsal kutuplaşmalar ise yükselen popülist hareketlerin etkisiyle daha da derinleşiyor. Çoğunluğun tiranlığı pek çok ülkede hakim güç haline gelip azınlıkları, göçmenleri, demokratları tehdit ediyor. Geleceğe dair belirsizlik insanların gündelik yaşamını sarsıp müreffeh bir hayat sürdürmelerini engelliyor, yani mevcut siyasal ve ekonomik düzen içinde insanlar gelecek hakkından mahrum bırakılıyor. Bu kriz ile baş edebilecek alternatif ve dönüştürücü programlar ise gerçekleştirilmesi “imkânsız” olarak yaftalanıyor. Buna BAY (Başka Alternatif Yok) politikası dendiğini yazmıştık. Korku ve endişeden beslenen otoriter ve/veya popülist hareketler, umut ve cesaretin yayılmasını engellemek için kitleleri değişimin imkânsız olduğuna ikna etmekte pek çok kez başarılı oluyorlar. Oysa insanlık büyük dönüşümleri en ciddi kriz dönemlerinde yaşamıştır. Bu kriz dönemlerinde gelişen ilerici hareketler dünya tarihinde önemli hak kazanımları ve demokratikleşme dalgalarını yaratmışlardır.

Bu yazı dizisi boyunca dünyadaki mevcut krizin ve yükselen sağ popülizmin sebeplerini anlattık, ancak bir taraftan bilimin karşı olanın bilgisini de üretmesi gerektiğini iddia ettik. Çağımızda popülizme karşı alternatifin ise ancak ve ancak toplumsal ve siyasal adalet kavramları çerçevesinde oluşturulabileceğini savunduk. Dünyanın çeşitli ülkelerinde bu alternatif hareketlerin oluşmaya başladığını ve sol-dönüşüm hareketleri olarak adlandırdığımız bu hareketlerin değişimin öncülleri olacağını ifade ettiğimiz bir önceki yazıda İspanya’da Podemos ve Fransa’da Jean-Luc Melenchon liderliğindeki Boyun Eğmeyen Fransa’nın programlarını inceledik. Yazı dizisinin bu son kısmında ise Yunanistan’da Syriza, İtalya’da Beş Yıldız Hareketi, ABD’de Bernie Sanders’in Demokrat Parti içindeki hareketi ve İngiltere’de Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi’nin programlarını yine toplumsal ve siyasal adalet temelinde ele alacağız.

Syriza: Yunanistan’ın Radikal Sol Koalisyonu

Syriza, Ocak 2015’te kendisini iktidara getiren seçim sonuçlarını tarihî bir zafer olarak nitelendiriyordu. Syriza’nın zaferi sadece Yunanistan için değil, benzer mücadeleyi veren diğer sol-dönüşüm hareketleri için de umut vaat ediyor. Öyle ki Syriza “imkânsız” denileni kaçınılmaz kılıp “demokrasi ve adalet” vurgulu programı ile iktidara gelebilmişti. Ancak, Syriza henüz iktidarında ilk yılını tamamlamadan düzen savunucularının şiddetli eleştirilerine maruz kaldı. Bugün sol-dönüşüm hareketlerinin neden başarılı olamayacağına dair örnekler Syriza iktidarının faaliyetleri üzerinden kurgulanıyor. Bu eleştiriler akademik literatürde de “sol-popülizmin yenilgisi” olarak vurgulanıp hareketin eşitlik, adalet ve özgürlük temelli programı ve mücadelesi görmezden geliniyor.

Bu yaklaşıma göre Syriza Avrupa Birliği kurumları ile görüşmelere yeniden başlayarak düzen karşıtı duruşuna ihanet etti, gerçekçi olmayan programları siyasette uygulanabilir değildi ve nihayetinde Syriza seçmenine verdiği sözleri tutmak yerine iktidarını kurtarmaya yöneldi. Bu eleştirilerin ateşli savunucularından birisi de popülizm çalışmalarının önde gelen ismi Cas Mudde. Mudde, Syriza’nın yenilgisi üzerine bir de kitap yayımladı. Ancak şunu belirtmeliyiz ki Cas Mudde’un Syriza’nın yenilgisini ilan ettiği değerlendirme yazısı henüz partinin iktidardaki yedinci ayına, yani Temmuz 2015’e denk geliyordu.1 Mudde’a göre siyaset profesyonel bir işti, yeni –farklı- bir Avrupa ideali de ancak bu işin kurallarını bilen hünerli siyasi aktörlere bırakılmalıydı. Syriza’nın “doğrucu amatörlüğü” ise bununla çelişiyordu ve başarıya ulaşması mümkün değildi. Mudde’un daha en baştan hükmünü verdiği Syriza’ya eleştirileri bu eksende devam etti. Bu anlayışa göre siyaset ve ülkelerin, yurttaşların geleceğini belirleme hakkı bir avuç elit/ayrıcalıklı sınıfın elinde kalmalı diyebiliriz.

Oysa sol-dönüşüm hareketleri tam da bu anlayışa karşı ortaya çıkıyor. Sıradan akademisyenlerin, mühendislerin, öğrencilerin halk için halkla birlikte yönetmeye talip oldukları yeni bir siyasi anlayış. Syriza’ya yöneltilen eleştiriler diğer sol-dönüşüm hareketlerinin de başarısız olacağına dair iddialara dönüştü. Podemos lideri Iglesias, “yoldaşımız” olarak nitelediği Syriza’ya baskının aslında Podemos’a da baskı olduğunu, “alternatif yok” demenin bir yöntemi olduğunu vurguluyor. Bir başka deyişle, “Podemos’a oy verecekseniz bakın Yunanistan’da ne oldu demek istiyorlar”.2

Bu yazıda Syriza’yı iktidara getiren, yani imkânsız denileni kaçınılmaz kılan programa odaklanacağız.

Syriza’nın Sol Bloku ve Yükselişi

Açılımı Radikal Sol Koalisyon (Synaspismós Rhizospastikís Aristerás) olan SYRIZA, birçok sol grubun dahil olduğu bir koalisyon partisi. 2001 yılında oluşturulan “Solun Birliği ve Ortak Eylemi için Alan” adı altında başlayan sol koalisyon çalışmaları, Ocak 2004’te genel seçimler öncesinde Radikal Sol Koalisyon adı altında bir araya geliyor. 2013’e kadar çalışmalarına farkılı partilerden oluşan bir koalisyon olarak devam eden grup 10-14 Temmuz 2013’te düzenledikleri kongre sonucunda da koalisyon bileşeni olan diğer partilerin kapatılıp “Syriza” adı ile tek çatı altında birleşiyor.3 Partinin liderliğine ise genç bir isim, Alexis Tsipras seçiliyor. Syriza varlığını farklı kanatlardaki işçi hareketleri, ekolojik ve feminist hareketler gibi çeşitli toplumsal hareketlere dayandırıyor. Partinin simgesinde bu çeşitliliği simgeleyen kırmızı, yeşil ve mor renklerdeki üç bayrak bulunuyor. Syriza’yı bir araya getiren bu çeşitliliği birleştiren temel unsurlar ise bağımsızlık, faşizm karşıtlığı, demokrasi ve işçi hakları. Sol-dönüşüm hareketlerinin adalet programı olabildiğince geniş bir koalisyon öngörerek, bunlar arasındaki dayanışmayı sağlayacak mekanizmaların ilerlemeyi getirebileceğinin altını çizer. Ancak dönüşümün öngördüğü bu dayanışma sadece ülke içerisinde değil, küresel seviyede de gerçekleşmelidir; aksi halde Syriza gibi hareketlerin alanının gün geçtikçe daraltılacağı aşikârdı.

Syriza’nın yeniden doğuşu diyebileceğimiz süreç kemer-sıkma politikalarına karşı 5 Mayıs 2010’da Yunanistan’ın büyük kentlerinde başlayan ve ülke genelinde büyük gösterilere dönüşen Öfkeli Vatandaşlar Hareketi’nin (Kínima Aganaktisménon Politón) hemen sonrasına denk geliyor. Aganaktismenoi Yunancada “öfkeliler/gücenmişler” demek, İspanyolcada Podemos’un doğuşuna imkân veren hareket olan Indignados ile aynı anlama geliyor. İspanya’daki gibi Yunanistan’da da vatandaşlar yoksulluğa, kemer sıkma politikalarına, işsizliğe öfkeliydiler. 2008 krizi sonrası derinleşen eşitsizlikler hem siyasi hem ekonomik krize dönüşmüştü. Siyasal bir duygu olarak “öfke” sol-dönüşüm hareketlerinin tetikleyicisi olmuştur.

Harekete katılanların talebi “doğrudan demokrasi” sloganı ile halkın yönetime katılımını artırmak ve gelecekleri hakkında söz sahibi olmaktı. Bu hareketin meydanlarda haykırdığı talepleri Syriza siyasi alana dökebildi, hareketi kucaklaması ise Syriza’nın yeniden doğuşunu sağladı.4 Türkiye’de Gezi hareketinin potansiyelini siyasal alana taşıyan bir kurumsallaşmanın eksikliği hareketin sönümlenmesinde etkili değil miydi? Milyonlar Gezi’deki talepleri ve çeşitliliği siyasal arenaya aktaracak yeni ve dinamik bir siyasi temsilin oluşmasını bekliyordu. Türkiye’de olmayan, İspanya’da Podemos, Yunanistan’da Syriza tarafından gerçekleştirildi. Bu nedenle sosyal hareketlerin kurumsallaşmasının, siyasetten çıkış yerine siyasete dahil olmasının önemli bir dönüşüm potansiyeli barındırdığını ve bunun gerekliliğini, Channtal Mouffe’a katılarak, iddia ediyoruz. Ancak Mouffe’a katılmadığımız nokta bu hareketlerin sol-popülist olarak adlandırılarak etkilerinin azaltılmasıdır. Sol-popülizm “karşıtlık” siyaseti uygularken bizce bu hareketler “adalet” siyaseti ile çok daha geniş kesimlerin koalisyonu olarak siyasete ve ekonomik sisteme karşı bir dönüşüm hareketidirler.

Ülkeyi Yeniden İnşa Programı ve Toplumsal Adalet

Syriza’yı iktidara taşıyan program “ülkeyi yeniden inşa etmek” gayesiyle milyonlara umut dağıttı. Yoksulluğun, borçlanmanın, işsizliğin giderek arttığı bir toplum, kapanan küçük işletmeler, insanların evlerini/işlerini kaybettiği bir düzen; 1974 sonrası süreçte ülke siyasetine hakim olan merkez-sağ Yeni Demokrasi ve merkez-sol Panhelenik Sosyalist Hareket’in (PASOK) sorunlara çözüm üretememesinin siyasi krizi derinleştirdiği bir atmosfer… Tanıdık bir hikâye değil mi? İşte Syriza bu kriz döneminde sistem partilerine alternatif olabilecek adalet ve demokrasi temelli programı ile iktidara gelebildi.

Syriza ülkeyi yeniden inşa etmek ve vatandaşların geleceğine saygı temelli bir alternatifle ortaya çıkıyor ve bu alternatif programın gerçekleşmesi için Avrupa’daki tüm sol grupların ve sosyal hareketlerin dayanışmasını öneriyor. Syriza’ya göre bu dayanışma olmadan AB’de hüküm süren gruplarla mücadele etmek mümkün değil. Nitekim Syriza’nın iktidarı sürecindeki AB ile müzakere süreçleri de bu öngörüyü doğruluyor.

Medyanın, siyasetin baronlarına karşı halkın iktidarını savunan Syriza, ekmek, eğitim ve özgürlük için bu baronlara karşı mücadelenin programını ortaya koyuyor. Kendilerini farklı siyasi çizgilerden gelen demokrat ve yurtseverler olarak tanımlayan Syriza, sendikal hareketleri, kent ve insan hakları hareketlerini, feminist ve çevreci grupları bir araya getiriyor.

Parti lideri, Tsipras’ın diskurunda “demokrasi ve adalet” kavramları oldukça geniş yer tututuyor. Tsipras’a göre siyaset profesyonel bir iş, iktidar ise yağmalanacak bir araç değil; siyaset halkın daha güzel günler görmesi ve yaşaması için bir araçtır, iktidar ise halka aittir ve kaynağı da yine halktır. Dolayısıyla ülkeyi içinde bulunduğu krizden kurtarmanın sorumluluğu tüm yurttaşlara düşmektedir. Bunun en acil çözümü ise kurumları yeniden yapılandırıp kamu mallarının talan edilmesini durdurmak. Bu yazı boyunca bahsettiğimiz adalet kavramı karar alma süreçlerine halkın katılımını ve toplumun tüm üyelerinin haklarını kullanabilmesi için zenginliğin yeniden bölüştürülmesini öngörmektedir. Syriza’nın bu söylemleri “karşıtlıktan” ziyade “adalet” politikalarıyla uyum göstermektedir. Seçim öncesinde Yunanistan toplumunun tarihî bir yol ayrımında olduğunu vurgulayan Tsipras, toplum ya adaleti ve refahı seçecek ya da baronların ve bankaların hükümranlığını, diye bir ayrıma gidiyordu ve halk 2015 seçimlerinde adalet ve refah için Syriza’yı seçti. Syriza’ya oy verenlerin çoğu radikal solu savunmuyordu ama düzen partilerine ve krize karşı yapıcı ve kapsayıcı bir alternatif sunan tek parti Syriza oldu.5

Syriza’nın programı adalet ve demokrasi çerçevesinde yeni bir ülkenin inşasına dayanıyor. Syriza’nın itidara gelişindeki temel etken ülkedeki ekonomik bunalım olduğu için program da özellikle refah devleti oluşturma ve yurttaşların ekonomik anlamda özgürlüklerine, eşitliklerine kavuşmasını sağlamak yer alıyor. Syriza’nın “Ulusal Yeniden Yapılanma Planı” dört temel unsura dayanıyor: İnsani krizle mücadele, ekonomiyi yeniden planlama ve vergi adaletini sağlama, istihdam yaratma ve demokrasiyi güçlendirmek için siyasal sistemin dönüşümü. Bu noktada ilk üç hedef toplumsal adaleti, yani toplumun tüm üyelerinin insanca bir yaşam için maddi ve toplumsal araçlara eşit olarak erişebilmesi durumunu, siyasal dönüşüm hedefi ise siyasal adaleti yeniden tesis etme, yani insanların hayatlarını etkileyen kararlara eşit olarak katılmasını ifade ediyor.

Syriza: Toplumsal Adalet

Syriza’nın programında toplumsal adalet oldukça kuvvetli bir yer buluyor. Tsipras’ın konuşmalarındaki toplumsal adalet vurgusu ve kendilerini demokrasi ve toplumsal adalet savaşçıları olarak tanımlaması oldukça önemli.

Diğer sol-dönüşüm hareketleri gibi Syriza da programında yurttaşların yaşamlarını sürdürebilmesi için gerekli olan enerji, sağlık, ulaşım, barınma gibi hizmetlere yönelik programların yeniden düzenlenmesini öneriyor. Yunanistan’daki insani kriz meselesini çözmek için yoksulluk sınırındaki 300.000 aileye elektrik, kilise ve dayanışma örgütleri gibi yerel otoriterlerle işbirliği içinde gelir sahibi olmayan 300.000 aileye temel gıda yardımı ve barınma sorununa çözüm için 30.000 konutun ihtiyaç sahipleri için tedarik edilmesi hedefleniyor. Yoksulluk sınırının altında ve uzun süre işsiz kalanlar için ulaşım kartı ve yine işsizler için ücretsiz sağlık ve ilaç yardımı, ısınma ve akaryakıt ücretlerinin yeniden düzenlenmesi, aşağı çekilmesi gibi düzenlemeler de programda mevcut.6

Vergi sisteminin yeniden düzenlenmesi de “vergi adaleti” vurgusuyla Syriza’nın programında geniş yer buluyor. Syriza’ya göre ülkedeki vergi sistemi adil değil. Vergi vatandaşa özellikle de orta sınıfa yüklenmiş durumda. Vergisini ödeyemeyen vatandaşın özel mükleri ve hatta intiharlar sebebiyle canı tehdit altında. Oysa vergi ekonomiden büyük payı alanlara uygulanmalı. Lüks konutlar haricinde kişinin yaşadığı ev için konut vergisinin kaldırılması da öneriliyor. Ekonominin yeniden bölüşüm politikasının esas alacak şekilde yapılandırılması, borçların yeniden yapılandırılması, borçlu vatandaşı bankaların tuzağından kurtaracak kamusal bir aracı kurumun kurulması gibi düzenleyici ve yurttaşlara ekonomik ferahlık sağlayacak programlar öneriliyor.

Ülke genelinde krizin etkisiyle derinleşen işsizliğin ortadan kaldırılıması için hareket istihdam planı da ortaya koyuyor. Önceki hükümetler tarafından yok edilen, işçiyi koruyan kamusal düzenlemelerin yeniden yapılandırılması, ülke genelinde devlet desteği ile istihdam yaratılması için ekonomik faaliyetlerin yeniden düzenlenmesi, asgari ücretin yeniden düzenlenmesi, işsizlik sigortasının yeniden yapılandırılarak uygulanmaya konulması, özelleştirilen kamu iktisadi teşebbüslerinin yeniden millileştirilmesi hedefler arasında.

Siyasal Adalet

Syriza’nın programında ülkede bir demokrasi sorunu olduğunun ve Yunanistan devletinin otoriter bir polis devletine dönüştüğünün altı çiziliyor.7 Bunun için de ülke genelinde yurttaşların siyasete katılımını güçlendirecek ve “güvenlikçi” bir devlet yaklaşımından sosyal devlet anlayışına geçişi öngören bir siyasal program öneriliyor.

Syriza’nın programında siyasal adaleti tesis etmek, demokrasiyi güçlendirmek için parlamenter sistemin temsilde eşitliği sağlayacak şekilde onarılması ve seçim sisteminin yeniden yapılandırılması gerekiyor. Siyasette temsil eden konumunda olanlara sağlanan ayrıcalıkların kaldırılması ve hesap verilebilirliğin önünün açılması gerektiği vurgulanıyor. Bakanların dokunulmazlıklarının kaldırılması ve milletvekillerine sağlanan ayrıcalıkların kaldırılması bu konudaki temel önlemler.

Syriza da diğer sol-dönüşüm hareketleri gibi yurttaşların makro ve mikro yönetime katılmasını, hayatları ve gelecekleri hakkında kararlar alınırken bunlarda söz sabi olmalarını sağlayacak düzenlemeler öneriyor. Aganaktismenoi hareketinin “doğrudan demokrasi” sloganını benimseyerek yurttaşların kamu yönetimine aktif katılımını sağlayacak düzenlemeler öneriyorlar. Düzenleme işçilerin çalıştıkları kurumların yönetimine katılabilmesini de öngörüyor. İşyerinde demokrasi, sol-dönüşüm hareketlerinin en önemli söylemlerinden birini oluşturmaktadır. Temsilin güçlendirilmesi için yerel yönetimlerin de güçlendirilmesi gerektiğini idda ediyorlar. Sendikal hakların garanti altına alınması, kadın ve gençlerin aile içinde, iş yaşamında ve kamusal alanda güçlendirilmesi için koruyucu düzenlemeler öneriyorlar. Polis gücünün ve sahil güvenliğin demokratik esaslar çerçevesinde yeniden düzenlenmesi de altını çizdikleri önemli bir nokta.

Syriza populistlerin aksine kapsayıcı bir program çiziyor; göçmenleri ve mültecileri topluma entegrasyonu hem siyasal hem de toplumsal adaleti tesis etmenin önemli bir parçası olarak görüyorlar. Parti, demokrasi ve adaleti belirli bir kesim için değil, “herkes için” talep ediyor. Syriza’nın programı popülistlerin aksine göçmen kaşıtlığından, ırkçılıktan, milliyetçilikten değil, eşitlik ve adalet vurgusundan besleniyor. Tsipras programını duyururken amacın bu politikaların yanlışlığını ortaya koymak değil, bunları değiştirmek olduğunu belirtiyor. Türkiye’de hâlâ tanımlanmaktan öteye gidemeyen sorunlar, Yunanistan’da Syriza önderliğinde değişimin potansiyeli oldu diyebiliriz.

İtalya: Beş Yıldız Hareketi

Beş Yıldız Hareketi (Movimento Cinque Stelle) 2009 yılında komedyen Beppe Grillo tarafından kurulan ve o günden bu yana İtalyan siyasetinde gücünü ve etkisini giderek artıran bir parti. 2013 yılında yapılan genel seçimlerde aldığı oy %25,6’ydı. Aynı zamanda son yerel seçimlerde Roma Belediyesi’ni de aldılar. Beş Yıldız Hareketi kendini açıkça sol olarak nitelemiyor çünkü parti kendisinin siyasal çizginin ne sağında ne solunda olmadığını açıkça belirtiyor. Bu anlamda Syriza gibi açıkça sol kanatta durduğunu belirtmek yerine, Beş Yıldız Hareketi daha pragmatik davranarak oy kaygısıyla yol alıyor; ancak politikaları, söylemleri ve insanları harekete geçirme stratejileri diğer sol dönüşüm hareketleri ile önemli ölçüde benzerlikler taşıyor. Her şeyin ötesinde Avrupa’nın Akdeniz bölgesinde yoğun bir hareketlilik olduğu görülüyor ve bu partiler bir Akdeniz Birliği oluşturulması yönünde fikir ortaya koyuyorlar. İlk yazıda bahsettiğimiz demokratik koalisyon fikri bu söz konusu Akdeniz Birliği önerileri ile oldukça uyumlu.

Grillo ve Beş Yıldız Hareketi’nin diğer sol-dönüşüm hareketleri gibi küresel piyasa karşıtlığı, siyasal ve ekonomik elit karşıtlığı bulunmakta ve söylemlerini bunlar karşısında oluşturmaları oldukça doğal. Bunlara ek olarak, Akdeniz bölgesi ülkelerinde Batı Avrupa ülkelerine, yani AB merkezi Brüksel’e ve AB’yi domine eden Berlin’e ve Paris’e karşı özel bir karşıtlık olduğunu belirtmeliyiz çünkü eşitsizlik üreten mekanizmalar esas olarak buralardan, yani AB’nin merkezinden pompalanıyor ve bunun gibi merkezî konumda bulunmayan ülkeleri ciddi bir biçimde olumsuz etkiliyor. Bunun karşısında AB ve uluslararası kurumlar bu tür hareketleri doğrudan popülist ve Avrupa-şüpheci olarak niteliyorlar. Fakat bu hatalı bir kullanım; Avrupa-şüpheci olanlar, Le Pen gibi aşırı milliyetçi, ve sınırların kapanmasını arzulayan popülistler. Sol-dönüşüm hareketleri ise esas olarak sınırların kapanması ya da kurumların çökmesinden yana değiller. Onlar var olan sisteme eleştirel yaklaşıyorlar ve daha iyi bir şekilde dizayn edilebileceğini belirtiyorlar; bu anlamda şüpheci değil, eleştireller. Peki Akdeniz bölgesinin önemli alternatif hareketlerinden olan Beş Yıldız Hareketi’nin toplumsal adalet sağlanması yönündeki talepleri nedir?

Öncelikle halkı ekonomik olarak giderek güvencesiz hale getiren piyasa koşullarına daha açık hale gelmesine neden olan AB reformlarının uygulanmaması gerektiğini belirtiyorlar. Bunların reddiyle birlikte, kemer sıkma politikalarına karşı bir pozisyon alıyorlar. Bunların dışında, çok enteresean bir biçimde ana akım ekonomik görüşün aksine büyümeyi değil, küçülmeyi savunuyorlar. Büyümenin bugüne kadar insanlara vaat ettiği daha fazla iş, daha fazla refah gibi sözlerini yerine getirmediğini, tersine daha fazla eşitsizlik ve öfke yarattığını belirtip büyümektense küçülmeyi esas alıyorlar. Bu ise tüketim ve kâr karşıtı bir anlayıştan ileri geliyor. Bu anlayış genel bir his olarak sol-dönüşüm hareketlerinin programlarında karşımıza çıkıyor.

Bu kadar büyüme yeter, son kırk yıldır pompalanan büyüme egosu hem topluma hem dünyaya zarar verdi, elimizdekini paylaşalım, demenin bir başka adı bu. Öte yandan, diğer hareketler gibi bireylerin daha güvenceli olması için herkese sağlanacak, her ay ödenecek bir temel gelir vaatleri de var. Bu insanları piyasanın sert koşullarına hazırlamak için önerilmiş bir cevap. Ayrıca yerel yönetimlerde, katılımcı bütçe projesini uygulamak istiyorlar. Bu ne demek? Sözgelimi, Fatih Belediyesi’nin bütçesinin nasıl harcanacağına bu ilçede oturanlar ortak akılla karar versinler diyor. Bunun için yerel meclisler oluşturulması ve burada bütçenin insanlar tarafından tespit edilip belediyeleri yönetenlere önerilmesi söz konusu. Oldukça demokratik bir adım. Bu tür bir adımın, ayrıca rant ve yolsuzluk gibi olası siyasal dertleri savuşturabileceğini de düşünebiliriz çünkü söz konusu anlayış insanları dört yılda bir sandığa gidip oy kullanan olmaktan çıkarıp onları gerçek anlamıyla karar alan, uygulayan ve denetleyen konumuna sokuyor. Bu demokrasiler için önemli bir yeni yol.

Ayrıca Beş Yıldız Hareketi güvencesiz çalışan maaşlıların haklarını yeterince korumadığı için sendikaları da eleştiriyor. Bu doğrultuda güvencesiz işlerde çalışan genç kesimin oylarını da çekiyor. Piyasa sisteminin getirdiği tüm bu güvencesizliklere ve belirsizliklere karşın hareket, servetin yeniden dağıtımını, piyasaları ve finansı kontrolü ve tüm bunları yapabilmek için sürekli devlet müdahalesini talep ediyor. Önemli bir çalışma, 2013 yılı İtalyan seçimlerinde yer alan partilerin programlarını inceliyor ve şunu buluyor: Boş bir şekilde sadece eşitlik vurgusu yapan partilerin halk tarafından desteklenmediğini ancak Beş Yıldız Hareketi gibi müdahale ve kontrol aracılığıyla güvencesizlikleri azaltacak refah politikaları öneren partilerin daha çok tutulduğunu gösteriyor.8 Bu anlamda, bir kez daha görülüyor ki halk gündelik hayatına dokunan partilere meylediyor, bunun kavramını ve idealini boş yere ortaya serenlere değil. Bu anlamda, Beş Yıldız Hareketi, toplumsal adalet temelli programıyla toplumun bir araya gelmez denilen birçok kesiminden oy almayı başarmıştır. Bu yazı dizisinde defaatle belirttiğimiz gibi, doğru tanımlanmış bir adalet kavramı toplumun fay hatlarını kapatıp önemli başarılar sağlayabilir. Bu hareketi destekleyenler arasında %44 oranında küçük esnaf, %40 oranında işsiz, % 32 oranında öğrenci bulunmakta. İşçilerin %38’i de bu harekete oy verdiğini belirtiyor. Görüldüğü gibi, küresel anlamda fay hatlarının derinleştiği bir ortamda, böylesi bir adalet programıyla hem okumuş kesimin hem işçilerin hem esnafın oylarını almanız mümkündür. Peki bu partiler sadece toplumsal adalet programlarıyla mı varlar? Hayır. Yazı dizisi boyunca vurguladığımız üzere, sol-dönüşüm hareketleri hem temel hakları hem kamusal yararı eşit olarak programlarında uygular. Ülkeden ülkeye bazı değişimler olabilir ama ikisinden biri tercihi hiçbir zaman yapılmaz. Peki bu hareketlerin siyasal adalet içeren programları nasıl şekillenmekte?

Beş Yıldız Hareketi ve Siyasal Adalet

Beş Yıldız Hareketi’nin bir dönüştürücü hareket olduğu muhakkak ancak herkesten oy alabilmek için sol olmadığını söylemesi programlarında bazı tutarsızlıklar oluşturuyor. Göçmenlere yaklaşımları gibi. Bu ise liderleri Grillo’dan kaynaklanıyor. Halbuki hareketin momentini halk kavradığı anda, ki giderek böyle olacaktır, bu hareket göçmenler konusunda da tam olarak adil bir söylem tutturacaktır. Bunun dışında İtalya’daki bu hareketin önemi diğerlerine göre çok daha verimli bir şekilde halkı harekete geçirebilecek yeni mekanizmalar üretmiş olması. Bu ise doğrudan katılımla, yani siyasal adalet ile alakalı. Hareket, sosyal medya kullanımını çok önemsiyor; bu yüzden çabuk mobilize olabiliyorlar. Ancak mesele sadece sosyal medya değil, aynı zamanda akıllı telefonlarda geliştirilen bir uygulama yoluyla hareketin üyeleri hareketin kararlarını, söylemlerini tartışabiliyor, aktif olarak politika oluşturulmasına katkıda bulunuyorlar. Bu programlar aracılığıyla hareketin üyeleri arasında sürekli referandum yapılabiliyor. Bu anlamda siyasal adaletin temel konusu katılımcılık için yeni bir yol açılmış bulunuyor. Bu Türkiye’de de denenmeli. Ancak yalnızca sosyal medyada kalan görüş bildirmenin bugüne kadar etkili olduğu görülmemiştir, bu yüzden de hareket mutlaka kamusal bir alanda da düzenli olarak üyelerini toplayıp sosyal medyayı tamamlıyor. Bu ikisinin tamamlanması ilerici hareketlerin doğasında yer almalıdır.

İnterneti demokrasiyi güçlendirmek için kullanan bu görüşe e-demokrasi adı verilmiş durumda. Aynı zamanda bunun Amerika’da doğup büyüyen bir siber ütopyacılık olduğunu belirtmek lazım. Ancak e-demokrasi gerçek kamusal mekanla birleşmediği sürece “klavye demokrasisi” olarak kalır. Dolayısıyla dijital yöntemler mutlaka kullanılmalı ama kamusal mekânla birleşmeli. Dış politika konusunda eğer İtalya NATO’da güçlü konuma gelmezse, NATO’dan çıkılması vaadinde bulunuluyor. Bu noktada Grillo’nun faydacı yaklaşımı dış politika konusunda kendini gösteriyor. Söylemek istediğimiz şu ki bu hareket Grillo’yu aşmalı yoksa hareketin kendisi faydacılık koridorlarında kaybedilebilir. Dış politika konusunda bağımsız bir politika izlenmesi gerektiğinin de altı çiziliyor, bu bağımsızlığın Brüksel’e, Paris’e ve Berlin’e karşı vurgulandığı aşikâr.

Sanders ve Demokratik Sosyalizm

Vermont Senatörü Bernie Sanders 2016’da gerçekleştirilen ABD başkanlık seçim sürecinde Demokrat Parti’nin aday adayıydı. Her ne kadar ön seçim yarışında Hillary Clinton’a mağlup olup aday olamasa da ortaya koyduğu adalet ve eşitlik temelindeki ilerici programla seçimden sonra da gündemdeki yerini korumaya devam etti. Trump’ın sağ-populist ajandası ve Clinton’un toplumsal ve siyasal değişim vaat etmeyen programının arasına sıkışan Amerikan siyasetinde Demokrat Parti’nin içinden yeni ve alternatif bir program ortaya çıkaran Sanders eşitsizliği ve güvencesizliği derinden hisseden milyonlara umut oldu. Sanders’in barışçıl dış politika eğilimi ve ABD siyasetine yeniden yön vermek istemesi uluslararası arenada da oldukça dikkat çekti. Bernie Sanders’in bu değişim talep eden, ümitvar programı Syriza, Podemos ve Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi gibi diğer sol-dönüşüm hareketleri ile oldukça benzer talepleri ve çözüm önerilerini içeriyor.

Sanders kendini “demokratik sosyalist” olarak tanımlıyor. Amerika’da oldukça negatif anlam yüklenen sosyalist kelimesini kullanması dahi Sanders’in cesaretini ortaya koyuyor diyebiliriz. Sanders’e göre demokratik sosyalizm sadece zenginler için değil, herkes için işleyen bir ekonomi demek. Demokratik sosyalizm, yozlaşmış ve adil olmayan Amerikan siyasal sistemini yeniden reforme etmek, sadece ekonomik ve siyasal güce sahip olanların değil, tüm ABD yurttaşlarının eşit temsil edildiği işleyen bir demokrasi demek. Demokratik sosyalizm, yozlaşmış siyasal kampanyaları, ekonomik gücü elinde bulunduranların siyasi güce de hakim olmasını ortadan kaldırmak demek. Bu yönüyle Sanders’in “demokratik sosyalizm” kavramı toplumsal ve siyasal adaleti yeniden tesis etmek gayesi ile oluşturulmuştur.

Sanders’in programı da diğer sol-dönüşüm hareketleri gibi bir toplumsal hareketi kucaklıyor. Sanders seçim programında, 2011’de New York’ta ABD’nin finans merkezi olarak anılan Wall Street’te başlayan toplumsal hareketin sloganlarını kullandı ve hareketin taleplerini sahiplendi. Occupy protestoları ekonomik eşitsizliğe ve şirketlerin ABD yönetimi üzerindeki nüfuzuna karşıydı. Yani toplumsal ve siyasal adaletsizliğe karşı. Sanders hareketin “Adaletsizlik had safhada. Dünyanın en müreffeh ülkesinde yaşıyoruz. Ama Amerikalıların çoğu bunu bilmiyor. Çünkü gelirlerin çoğu yüzde bire gidiyor,” söylemi ile yola çıktı.10 Sanders, siyasal ve toplumsal değişim için toplumsal bir harekete ihtiyaç olduğunun altını da çiziyor.

Sanders’in programını da toplumsal ve siyasal adalet çerçevesinde irdelemek mümkün. Sanders, Amerikan toplumundaki derin eşitsizliğe karşı alternatifin inşası için bir program öneriyor. Sanders’in demokratik sosyalizm olarak ortaya koyduğu bu değişim programı sol-populizm olarak adlandırılmaktadır, ancak tekrarlamak gerekirse biz bunun sol-dönüşüm hareketi olduğunu iddia ediyoruz.

Toplumsal Adalet: “Eşitlik ve Ekonomik Güvence Olmadan Özgürlük Düşünülemez”

Sanders’e göre eşitlik ve ekonomik güvence olmadan özgürlükten söz edemeyiz. Kişi, ailesinin geçimini sağlayamıyorsa, işsizse veya uzun saatler boyunca çalışmak zorundaysa, emekli olduğunda hak ettiği refaha ve onurlu yaşama kavuşamıyorsa o kişinin özgür olduğunu söylemek mümkün değil. ABD’nin mevcut ekonomik ve siyasal sisteminde “özgürlükler ülkesi” olması ise bir illüzyon. Sanders’e göre özgür ve eşit bireyler olarak onurlu bir yaşam sürebilmek için dönüşüm şart.

Sanders 1980 sonrası ekonomik sistemi tersinden Robin Hood sistemi olarak görüyor. Yani mevcut ekonomik düzen yoksuldan alıp zengine dağıtımın resmî yolu. Refah ve zenginlik orta sınıf ve yoksullardan ülkenin en zenginlerine transfer ediliyor. Bu sistem bir eşitsizlikler sistemi ve dışlama üzerine kurulmuştur. Bu kabul edilemez ve değişmesi gerekiyor. ABD’de gelir eşitsizliği 1920’lerden bu yana en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. ABD dünyanın en müreffeh ülkesi olarak görülürken çocuk yoksulluğu oranı oldukça yüksek. Bu durumda ters giden bir şey olmalı. Böylesine zengin bir ülkenin vatandaşlarının yoksulluk içinde yaşaması özgürlük ve demokrasinin adil bölüşüm olmadan bir anlamı olmayacağını ortaya koyuyor.

Sanders de diğer sol-dönüşüm hareketleri gibi vergi sisteminde reform öneriyor. Reform programına göre, vergi sisteminin ekonominin baronlarına, yani Wall Street’e yönelik ayrıcalığı son bulacak, herkes ödemesi gereken vergiyi ödeyecek, insanların evlerini, işlerini kaybetmelerine sebep olan Wall Street spekülatörleri vergi ödeyecekler. Şirketlerin vergi kaçırmak için üretimlerini ABD dışında yapmaları durdurulacak. ABD’de satılan ürünlerin ABD’de üretilmesi de işsizlik ve vergi kaçırma sorununa önemli bir çözüm olarak görülüyor.

Yoksulluğun önlenmesi için yeni istihdam alanlarının yaratılması öngörülüyor. ABD’de devletin ihtiyaç olan yol, yapı, inşaat sektörüne bütçe ayırmasının önemli bir istihdam alanı doğuracağını belirtiyor. Sanders’in ekonomik programı çalışan hiç kimsenin yoksulluk içinde olmayacağı ücret standartları ve insanca yaşam üzerinden şekilleniyor. Asgari ücretin kişinin temel yaşam giderlerini karşılayacak şekilde artırılması ve kadın ve erkek işgücü ücretlerinin eşitlenmesi hedefleniyor.

İşyerinde de çalışanı güçlendirecek demokratik bir düzenleme programının hayata geçirilmesini öngörüyor. Programa göre, işçilerin sendikalara katılımı kolaylaştırılacak ve işçilerin çalışma koşulları ve maaşlarına yönelik karar süreçlerine katılımı sağlanacak. İşçilerin izin sürelerinde de iyileştirilmeye gidilecek. İşyerinde demokrasi vurgusunu burada da açıkça görmekteyiz.

Genç işsiziliği de Sanders’in programında önemli bir yer tutuyor. Özellikle eğitim borçları ile hayata atılan gençler bir de işsizlik ile karşılaşınca geleceğe dair umutlarını yitiriyorlar. Oysa gençler değişimin öncüsü olmalı. Bu hikâye bizler için oldukça tanıdık değil mi? ABD’nin en ciddi problemlerinden biri de öğrencilerin oldukça fazla olan yüksek öğrenim ücretleri sebebi ile borçlu mezun olmaları veya okula devam edememeleri durumu. Sanders’e göre devlet öğrenci borçları üzerinden kâr etme politikasını durdurmalı ve kamu okulları ve üniversiteleri ücretsiz olmalı, mevcut öğrenci borçları yapılandırılmalı. Ücretsiz eğitim için gerekli finansman ise Wall Street spekülatörlerine uygulanacak vergi ile sağlanabilir.

Sanders ABD’nin bir diğer ciddi problem olan sağlık harcamaları konusunda da reform öneriyor. Sanders’e göre tedaviye erişim bir imtiyaz değil, bir vatandaşlık hakkı ve gelirine bakılmaksızın tüm ABD vatandaşlarının sağlık hakkına erişmesi için yapısal bir reform gerekiyor. Ayrıca, sosyal güvenlik sisteminin yeniden düzenlenmesi emeklilere hak ettikleri onurlu ve saygın bir yaşamın çalışma hayatı sonrasında da sunulması için oldukça önemli. Eğitim ve sağlık politikaları engelli vatandaşlara yönelik de kapsayıcı bir program içermeli.

Diğer sol-dönüşüm hareketleri gibi Sanders’in programı da “konut ve barınma” sorununa ayrıca yer veriyor. Program, yoksul ailelere, yaşlı ve engellilere barınma yardımı, yurttaşların ev sahibi olması için teşvik sisteminin oluşturulması ve yeterli sayıda konutun devlet tarafından inşa edilerek yatırımın yapılmasını öngörüyor.

Sanders’in programı sadece kentli ve eğitimli kitleye değil, tüm ABD halkına hitap edecek şekilde kapsayıcı bir program. Bu anlamda Sanders “adalet” politikası üreterek, asla bir araya gelmez denilen kitleleri birleştirme potansiyeli taşıyor. Sanders’in programında kırsal kalkınma ve çiftçinin refah düzeyinin yükseltilmesi, endüstriyel çiftlikler yerine aile çiftliklerinin desteklenmesi, ülkenin altyapısının kırsal kalkınma için güçlendirilmesi gerektiği vurgulanıyor. Ayrıca genç çiftçilere teşvik içeren düzenlemeler de öngörülüyor.

Sanders’in Programında Siyasal Adalet

Sanders’e göre demokrasinin yeniden tesisi için “büyük meblağda paraların” siyasetten uzak tutulması siyasal adaletin tesisi için oldukça önemli. Siyasi kampanyalarda şeffaf ve küçük meblağda desteklere olanak veren yeni bir sistem kurulmalı ve bu devlet tarafından denetlenmeli. Aksi halde ekonomik gücü elinde bulunduranlar siyasal güce de doğrudan veya dolaylı olarak sahip oluyorlar. Karar alma mekanizmaları siyasi kampanyaları destekleyenlerin çıkarlarına göre işleyebiliyor. Oysa demokrasi halkın halk tarafından halk için yönetimi demektir. Seçilmişler sadece sermaye sahiplerinin değil, tüm yurttaşların temsilcisi olabilmeli, gerçek temsilî demokrasiye ancak bu şekilde kavuşabiliriz. Sanders’in vurguladığı bu durum, ülkemizde de kanıksanmış bir durum değil mi? Varlıklı olmayanın temsil etme ve edilme hakkının aslında olmadığı neredeyse toplumsal bir uzlaşı halini almış değil mi? Sol-dönüşüm hareketleri bu kabullenmişlikleri de dönüştürme ve “imkânsız” görüleni kaçınılmaz kılma amacındalar.

Sanders, ırkçılığa, LGBT ve göçmen düşmanlığına karşı da eşitlik temelinde programlar öneriyor. Sanders’in kapsayıcı vatandaşlık anlayışı populistlerin ayrıştırıcı ve dışlayıcı söylemlerinden beslenmiyor, aksine eşitlik ve adalet temelinde barış içinde bir arada yaşayabilecek adil bir toplum tahayyül ediyor.

Sanders’in demokratik sosyalizmi ekonomik ve siyasal adalet temelindeki programı ile yapısal bir dönüşümü vaat ediyor.

Jeremy Corbyn ve Momentum Hareketi

Jeremy Corbyn’in İngiltere’de İşçi Partisi içerisinden yürüttüğü hareketi de sol-dönüşüm hareketi olarak adlandırıyoruz. Partinin seçim programında toplumsal ve siyasal adaleti sağlayacak reformlara yer veren Corbyn, İşçi Partisi’nin gençlere, güvencesizlere, değişim talep edenlere hitap edebilen yeni bir yüzle seçime girmesini sağladı.

Gençlik döneminde sendikal ve toplumsal hareketlerde aktivist olarak yer alan Corbyn, 1983’ten bu yana İşçi Partisi’nden milletvekili seçiliyor. O dönemden beri de partinin içinde hep en solda yer alan isimlerden birisi oldu. 2015 yılında İşçi Partisi’nin seçim hezimeti üzerine istifa eden Miliband’ın ardından aday olanlar arasında solun yeterince temsil edilemeyeceğini görünce aday olmaya karar verdi. 2015’te İşçi Partisi’nin liderlik koltuğuna oturan Corybn 2016’da da liderlik seçimlerinden oyunu artırarak çıktı. 2017’deki genel seçimlerde İşçi Partisi yine muhalefetteydi ama oy oranını ve etkisini artırarak meclise girmişti. Bu nedenle Corbyn için “kazanarak kaybetti” denildi. İlerici ve değişim vaat eden bir programla seçime giren Corbyn partinin statükonun solundaki parti olarak değil, değişimin öncülü olarak rol oynamasını sağladı.

Corbyn’in hareketi bir toplumsal hareketi kucaklamadı ama bir toplumsal hareket yarattı diyebiliriz. Momentum adı verilen hareket Corbyn’in İşçi Partisi genel başkanlığına aday olmasının hemen ardından örgütlenmeye başladı. Çoğunlukla gençlerden oluşan Momentum Hareketi Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi’nin iktidara gelmesini amaçlıyor. Hareket parti içinde de katılımcı ve daha demokratik bir sistemin yerleşikleşmesini hedefliyor. Partinin ülkenin her bölgesinde etkin olacağı bir taban hareketi yaratmak, LGBT, göçmen, kadın ve siyah adayların partide temsili için alan açılmasını sağlamak da Momentum’un hedefleri arasında.11 Momentum’un da talebi ülkede toplumsal ve siyasal adaletin sağlanması. Toplumdaki ayrımcılıkları, eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik bir değişim hareketinin oluşması gayesinde olan Momentum bu amaca parti içinden mücadele ile ulaşmaya çalışıyor. Nitekim hareketin taleplerini Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi’nin programında görebiliyoruz.

Momentum Hareketi İşçi Partisi’nden bağımsız olarak yola çıksa da seçimler öncesinde tüzük değişikliğine giderek üye olan herkesin İşçi Partisi’ne üyelik şartını getirmiş oldu. Böylece İşçi Partisi’nin üye sayısında da ciddi oranda bir artış sağlandı. Ekim 2017’de Momentum Hareketi 31.000 üyeye ulaşırken, 200.000’den fazla destekçisi 150’den fazla yerel örgütlenmesi vardı.

Momentum Hareketi, örgütlülüğü ve kullandığı yöntemlerle de “yeni” bir hareket. Bir taraftan İşçi Partisi’nin hantal örgütlenmesine karşı yeni ve hareketli bir örgütlenme profili çizerken diğer taraftan da dijital iletişimi, sosyal medyayı çok etkili kullanabiliyorlar. Hareket gönüllüleri aracılığı ile İngiltere’de çalmadık kapı bırakmadı ve herkese İşçi Partisi’nin iktidara geldiğinde neler yapabileceğini anlattı. Gönüllülerin ikna ve fikir değiştirme metotları üzerine eğitimler veriliyor. Hareketin organizatörlerinden Emma Rees’e göre eğer bir kitle hareketi yaratır ve bu kitleyi başarılı seçim kampanyaları yürütmek üzere eğitirseniz ulaşacağınız başarının sınırı yoktur.12 Hareketin oluşturduğu viral videolar ise seçim kampanyasında en çok izlenenler listesinde yer aldı. İngiltere’deki Facebook kullanıcısı her üç kişiden biri Momentum’un seçim videolarını ve mesajlarını görebiliyor, böylece milyonlar harcamadan da seçim kampanyası yürütülebildi. “Momentum Dijital Ağı” verilen örgütlenme ise gönüllü yazılımcıları, tasarımcıları bir araya getirerek var olan dijital altyapının gelişmesi ve yenilenmesi için çalışmalar yapılmasını sağlıyor.13 Hareket geliştirdiği ceptelefonu uygulamaları ile de iletişim, örgütlenme ve katılım mekanizmalarını oldukça kolaylaştırıyor.

Momentum Hareketi gibi hareketlerin mevcut siyasal partiler içinden götürülecek dönüşüm hareketlerinde oldukça etkili olabileceğini düşünüyoruz. Momentum ve Corbyn’in ilerici programı İşçi Partisi’ne önemli bir ivme kazandırdı. 1982 yılında Berlin İşgal Hareketleri sırasında Radikal dergisinde yayımlanan bir makale “Hareketsizlik Hareketin Sonunu Getirir” (“Stillstand ist das Ende der Bewegung”) başlığıyla yayımlanıyor.14 Her ne kadar makale dönemin anarşist hareketlerini ve temsilî mücadele karşıtlığını vurgulasa da “hareketsizliğin hareketin sonunu getireceği” tezi bugün dünyada mevcut düzenin içinde eriyen ve dünyanın karşı karşıya olduğu derin siyasal, ekonomik ve toplumsal krizlere çözüm üretemeyen düzen savunucusu partilerin ve politikacıların durumunu ifade ediyor. Momentum’un hareketliliği ise İşçi Partisi’ne son seçimlerde önemli bir ivme kazandırdı.

Corbyn ve İşçi Partisi’nin Toplumsal Adalet Programı

Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi’nin 2017 seçimlerine giderken oluşturduğu programın temel amacı “yalnızca belli bir kesim için değil, tüm toplum için daha adil ve müreffeh bir ülke” ve herkes için işleyen bir ekonomik sistem oluşturmak. Programa göre ülkenin ekonomik gücü milyonerlerin sayısına göre değil, toplumun refahına göre belirlenmeli. Britanya, dünyanın en güçlü ekonomilerinden birine sahip olmasına rağmen insanlar güvencesiz işlerde ve düşük ücretle çalışıyor ve çocuklarının gelecekte bu şartlara dahi erişemeyeceğine inanıyor. Yani Britanya halkı gelecek hakkından endişe duyuyor.

Corbyn’in programında finansal sistemin kamu yararı temelinde yeniden düzenlenmesi ve yüksek ücretli, güvenceli, gelecek vaat eden iş kollarına yatırım yapılacak bir endüstriyel stratejinin oluşturulmasının önemi vurgulanıyor. Program özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeleri destekleyen mekanizmalar yaratmayı hedefliyor. Almanya ve İskandinav ülkelerinin başarılarını örnek alarak Ulusal Yatırım Bankası kurulması da hedefler arasında. Bu banka, bölgesel kalkınma bankalarını bir araya getiren bir ağı destekleyecek, küçük işletmelere, kooperatiflere ve inovatif projelere destek sağlayacak. Özel bankaların fon ayırmadığı küçük işletmelere destek olacak. Kırsal kalkınmaya yönelik programlar uygulanacak.15

Vergi sistemi diğer sol-dönüşüm hareketlerinde olduğu gibi Corbyn için de mutlaka yeniden düzenlenmesi gereken bir alan. Corbyn’e göre, vergi sistemindeki adaletsizlik toplumun müreffeh olmasını engeleyen temel unsurlardan biri. Daha adil bir sistem için, ortak iyiye yönelik bir vergi sistemi kurmak ve vergi kaçırılmasını engellemek için bir şeffalık öngören bir program oluşturmak şart. Bu programa göre, İngiliz toplumun %95’inin ödediği vergilerde bir artış olmayacak ama ekonominin tepesindeki %5’ten kamu fonlarına daha çok yardım etmeleri vergilerini artırmak suretiyle talep edilecek. Gıda, çocuk giysileri, kitap, gazete ve toplu ulaşıma uygulanan vergilerin de kaldırılması hedefleniyor. İngiltere gelişmiş ülkeler arasında şirketlere en düşük vergiyi uygulayan ülke. İşçi Partisi bu oranı yine en düşükte tutmayı ancak şirketlerin ödediği vergiyi artırmayı vaat ediyor.

İngiltere’de ulaşım, iletişim ve enerji altyapısında önemli sorun var ve yatırım olanakları bölgeler arasında adaletsiz bir şekilde dağıtılmış durumda. Bu noktada, kamu yatırımlarının her bölgeye eşit dağıtılmasını sağlayan reform politikaları uygulamaya konulacak. Corbyn, toplu ulaşım, enerji ve su gibi temel ihtiyaç maddelerinin dağıtımının ve üretiminin devlet kontrolüne alınmasını savunuyor.

Programda, İngiltere’nin ciddi bir “konut” sorunu ile karşı karşıya olduğunu vurgulanıyor. Corbyn’e göre evsizlik bir toplum için utançtır ve bunun hiçbir özrü olamaz. Evsizliğin temel sebeplerini, yani yoksulluğu ortadan kaldıracak programlar uygulanmalı. Öte yandan konut sorununu çözmek için devlet tarafından bir milyon yeni konut yapımı sağlanacak ve düşük fiyatlı olarak özellikle ev sahibi olmayanlara tahsis edilecek. Barınma krizinin çözümü için programlar önerecek ve yatırımları kontrol altına alacak bir kamu kuruluşu kurulacak ve böylece barınma yatırımları belli bir kesim için değil, toplumun geneli için sağlanacak. Kiracıları koruyan düzenlemelerle de kira artışının kontrolü hedefleniyor.

Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminde reform programın önemli bileşenleri. Corbyn de Sanders gibi yüksek öğrenimin ücretsiz olması gerektiğini savunuyor. Aksi halde yeni mezun bir vatandaş genellikle £44.000 borç ile hayata başlıyor diyebiliriz. Bu da gençlerin gelecekten umutsuz ve özgüvensiz bireylere dönüşmesinde önemli rol oynuyor. Oysa ülkeler gelişmek ve ilerlemek için gençlerin fikir ve dinamizmine ihtiyaç duyarlar. İşsizleri şeytanlaştıran bir sosyal güvenlik sisteminden ziyade onları koruyan ve yeniden iş sahibi olmaları için alan açan bir sosyal güvenlik anlayışının yerleştirilmesi hedefleniyor. Emeklilerin çalışma hayatından sonra onurlu bir yaşamı hak ettiğini vurgulayan program, emeklilere kışın yakıt yardımı ve ücretsiz ulaşımı öngörüyor. Sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi, ilaca ve tedaviye hızlı ulaşım, kanserle mücadele ünitelerinin korunması, çocuk yoksulluğunu önleme politikaları da programda yer buluyor.

Program çağın en önemli sorunlarından birisi olan psikolojik hastalıkları da fiziksel hastalıklarla eşit ölçüde önemseyen bir sağlık politikası hedefliyor. Yalnızlığın önemli bir toplumsal sorun olduğu ve bunun toplumsal etkilerini azaltmak için sivil toplum ve özel sektörle işbirliği içinde çalışılması gerektiğini vurguluyor.

Corbyn’in Programında Siyasal Adalet

Corbyn’in programında siyasal adalet toplumsal adalet kadar geniş yer bulmasa da programda yerel, bölgesel ve ulusal ölçüde demokrasinin güçlendirilmesinin gerekliliği vurgulanıyor. Corbyn’in programındaki siyasal adalet vurgusu özellikle yerel yönetimleri güçlendirmek üzerinden şekillleniyor. Kentsel planlamada kâr değil, o bölgede yaşayanların taleplerini ve ihtiyaçlarına öncelik verilmesi hedefleniyor. Bir bölgedeki kentsel planlamanın o bölge halkı tarafından belirlenmesi hedefleniyor. Seçme yaşının 16’ya indirilmesi ile gençlerin siyasete katılımının artırılması amaçlanıyor. Kapsayıcı ve eşit bir toplumun için de ırkçılık, antisemitizm ve İslâmofobi ile mücadele hedefleniyor.

Sonuç

Bu yazı dizisi boyunca yükselen popülizmin sebeplerine ve sol-dönüşüm hareketlerinin adalet ve demokrasi temelinde oluşturdukları alternatif siyaset programı ve toplumsal dönüşüm yaratma potansiyellerine odaklandık. Sol-dönüşüm hareketlerinin ortaya koyduğu programların dönüştürücü potansiyeli olduğunu iddia ediyor, uluslararası dayanışma ile etkinliğinin artacağını düşünüyoruz. Dünya, artan otoriterleşme, ırkçılık, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, derinleşen eşitsizlik ve demokrasinin temel prensiplerinin ihlal edilmesi sonucunda derin bir siyasal kriz ile karşı karşıya. Bu noktada “alternatif yok ve mümkün değil” diye ısrar eden muhafazakâr duruşa karşı değişimin mümkün olduğuna inanan ve bunu programlarında ortaya koyan hareketlerin dönüştürücü potansiyellerinin toplumsal ve siyasal adaleti tesis etmek için başat unsur olacağını savunuyoruz. Bu anlamda, Viktor Hugo’nun sözünü bir kez daha hatırlatıyoruz: “Dünyada zamanı gelmiş bir fikirden daha güçlü bir şey yoktur.” Evet sol-dönüşüm fikrinin zamanı geldi ve kitleler onu sahiplenmek için hazırlar. Daha fazla çalışmanın ve bu fikri siyasal bir programa büründürmenin sadece ülkemiz değil, tüm dünya açısından kaçınılmaz bir önemi vardır. Küllerin arasından bir umut gözüktü ancak doğmak için hepimizin yardımına ihtiyacı var; bizim de birbirimize.


1 https://www.opendemocracy.net/can-europe-make-it/cas-mudde/key-lesson-from-syriza%E2%80%99s- defeat-different-europe-requires-both-ideology                                  

2 Iglesias, s. 206

3 https://www.syriza.gr/page/who-we-are.html

4 Giorgios, Katsambekis (2016). “Radical Left Populism in Contemporary Greece: Syriza’s Trajectory from Minoritarian Opposition to Power”, Constellations, 23(3): 392.

5 http://www.independent.co.uk/news/world/europe/syriza-everything-you-need-to-know-about-greece-s- new-marxist-governing-party-10002197.html

6 https://www.syriza.gr/article/SYRIZA---THE-THESSALONIKI-PROGRAMME.html#.WdbPEmjWzIV

7 http://links.org.au/node/2888

8 Nicolo Conti ve Vincenzo Memoli (2015). “The Emergence of A New Party in the Italian Party System: Rise and Fortunes of the Five Star Movement”, West European Politics, 38: 516-534.

10 http://www.diken.com.tr/abd-baskanlik-secimlerinde-demokratik-sosyalist-ruzgar-bernie-sanders/

11 http://www.peoplesmomentum.com/about

12  https://www.ft.com/content/3d11020e-6e36-11e7-b9c7-15af748b60d0

13  https://www.ft.com/content/3d11020e-6e36-11e7-b9c7-15af748b60d0

14 Geronimo (2012). Fire and Flames: A History of the German Autonomist Movement, PM Press. Oakland, s. 103.

15 https://labour.org.uk/manifesto/