Taraftarlık, Tribünler ve Siyaset: Trabzonspor Camiasına Dair Bazı Notlar

I

Süper Lig’in 16. haftasında Beşiktaş ile Trabzonspor arasında İstanbul’da oynanan karşılaşma sadece saha sonuçlarıyla değil, öncesi ve sonrasında yaşananlarla Trabzonspor camiası için oldukça hararetliydi. Son dönemde Trabzonspor’un sahada yakalamış olduğu yükseliş ve bunun hem sebebi hem sonucu olarak taraftar, takım ve yönetim üçgeninde artan ahenk sayesinde camiada yükselen bir coşku hâkim. Dolayısıyla taraftarlar arasında maça gitmek isteyenlerin sayısı Beşiktaş’ın misafir tribünü olarak ayırdığı kontenjanın oldukça üstündeydi.[1] Maçtan üç gün önce 13 Aralık saat 11.00 itibarıyla biletlerin satışa çıkmasının üstünden henüz on dakika geçmemişti ki passolig sisteminde misafir tribünü için ayrılan bloklar tamamen dolmuş gözüküyordu. Bilet alamayan pek çok Trabzonspor taraftarı misafir tribünü olarak ayrılan yaklaşık iki bin biletin bu kadar kısa sürede tükenmesinden dolayı şaşkınlıklarını ve rahatsızlıklarını ifade ediyordu. Kulüp resmî bir açıklama yapmış olmasa da gruplar içinde yer almayan “örgütsüz” taraftarlar biletlerin önemli bir kısmının kulüp tarafından taraftar gruplarına satılmak[2] üzere bloke edildiğinden şüphe ettikleri için bu durumu şeffaflıktan uzak ve ayrımcı bir tavır olarak değerlendirdiler. Bu şüphe, biletler satışa çıktıktan bir gün sonra Trabzonspor’un Trabzon şehri dışındaki en büyük ve organize taraftar grubunun yapmış olduğu açıklama ile teyit edildi.[3] Ancak taraftar grubunun yapmış olduğu resmî açıklama ve grup üyelerinin oldukça gergin paylaşımlarına göre kulüp yetkilileri maça kısa bir süre kala sözlerinden dönerek gruba vaat edilen bilet adetinin çok daha altında bir sayıyı kendilerine sunup konuyu kapatmaya çalıştılar. Bu durum günlerdir maça yönelik ciddi hazırlıklar içinde olan taraftar grubu tarafından tepkiyle karşılandı. Bir iddiaya göre grup için ayrılan biletlerin önemli bir kısmı “siyasetin” duruma müdahil olmasıyla farklı yerlere aktarıldı. Kulübün bahsi geçen biletleri kimlere ve nasıl verdiği ciddi bir şeffaflık problemi içermekle birlikte ülkenin ve futbol kulüplerinin geldiği noktada siyasetin bir futbol maçında deplasman tribününe kimlerin gireceğine müdahale ettiği yönündeki bir söylenti taraftarların şaşkınlık eşiğini zorlamaktan bir hayli uzak.

Bir krize dönüşen bu süreçten etkilenen aktörlere baktığımızda; Gurbetçi Gençler grubunun üyeleri ve grubu bu konu bağlamında haklı görenler, grubun yağmur, çamur, kar, kış demeden takımın lig sıralamasında gerilerde olduğu dönemler de dahil olmak üzere yıllardır Türkiye’nin her tarafındaki deplasmanlarda öncü rol almaları sebebiyle önemli deplasman maçlarında da tribün önceliğinin kendilerinde olması gerektiğini savunuyorlar. 1980 yılından bugüne varlığını sürdüren Gurbetçi Gençler taraftar grubu yüzlerce kişilik tribün organizasyonlarının yanında, İstanbul’da her yıl binlerce Trabzonspor taraftarının katıldığı tribün dışı organizasyonlar gerçekleştiriyor.[4] Türkiye geneline baktığımızda ise 2018 yılında ÜNİ-TS (Üniversiteli Trabzonsporlular) grubu ile birleşmelerinin ardından bugün Gurbetçi Gençler grubunun kırktan fazla şehirde temsilciliği bulunmakta ve bir temsilciliğin açılabilmesi için asgari yirmi üyenin aktif katılımı gerekmektedir.[5] Bu anlamda Trabzonspor ile hayat bulan taraftar grubunun ülke çapında güçlü bir sivil toplum oluşumuna karşılık geldiği söylenebilir. Arma sevdasıyla mekân ve zaman ayırt etmeksizin kulübün ve takımın peşinden giden, saha dışında yaptıkları organizasyonlarla kulübün saygınlığını ve kulübe yönelik sevgiyi yükseltmek için karşılıksız emek veren Gurbetçi Gençler ve Trabzonspor tribünlerinin diğer grupları[6] tecrübeleri ve özverileri dolayısıyla kulüp yönetimleri tarafından ciddiye alınmak ve tribünler konusunda söz sahibi olmak istiyorlar. Ancak bu maç özelinde kulüp yöneticileri tarafından verilen sözün tutulmaması ve grup üyelerinin birbirlerini yarı yolda bırakmama yönündeki tutumları dolayısıyla Gurbetçi Gençler maça girmeme yönünde karar aldı. Öte yandan örgütlü gruplar dışında kalan ve aslında kulübün taraftar kitlesinin çok büyük bir kısmını oluşturan kesimin haklı bir sorusu vardı: Kulübe ve takıma olan bağlılığın, verilen emeğin değer kazanması için illaki bir grup üyesi mi olmak gerekir? Kulüp yönetimi tarafından tanınan hiçbir tribün oluşumu içinde bulunmamakla birlikte kulübüne gönülden bağlı olan ve ellerinden gelen her fırsatta kulüplerine değer katmak için uğraş veren pekâlâ sayısız taraftardan bahsedilebilir. Başka bir deyişle bu taraftarların hakkını ve hatırını yok saymak da mümkün değil.

Bu maç sürecinde krizden etkilenenler arasında Trabzonspor’un diğer taraftar grupları da vardı. Türkiye’deki pek çok profesyonel futbol kulübünün bir büyük tribün grubu bulunurken Trabzonspor tribünleri, genelin aksine pek çok farklı taraftar grubunu bünyesinde bulundurmaktadır.[7] Kulüp tarafından bilet dağıtımı konusunda verilen sözün tutulmaması üzerine diğer taraftar grupları da duruma karşı rahatsızlıklarını belirtip, ilgili taraftar grubuna destek olsa da Beşiktaş maçında bulabildikleri kadar biletle tribünlerde yer aldılar. Bu da ister istemez gruplar arasında bir gerilime yol açtı. Her ne kadar aynı kulübün taraftar grupları olsalar da çeşitli toplumsal, mekânsal ve düşünsel farklılaşmalar grupların kendine ait yapılarını ve birbirlerinden farklarını kuruyor. Bu gruplar arasında kimin bayrağı daha yükseğe taşıyacağı, kimin kulübüne ve takımına daha iyi katkı sunacağı üzerinden bir yarış olduğu, hatta bu yarışın zaman zaman nüfuz alanı, hakimiyet ve popülerlik bağlamlarında ciddi bir rekabete dönüştüğü ve tribünlerin de bu yarış için görünürlük kazanma, performans sergileme mekânı olduğu söylenebilir. Beşiktaş maçında diğer gruplar stada girerken ve karşılaşma sonrası paylaşımlarıyla kendilerini görünür kılarken, onların aksine İstanbul merkezli olan Gurbetçi Gençler’in dışarıda kalması gruplar arasında bir gerilime sebep oldu.

Bu tür bir krizin tekrar yaşanmaması, hiç kimsenin emeğine ve kulübe olan bağlılığına haksızlık edilmemesi için nasıl bir yol izlenebilir? Kulüp yönetimlerinin bu konuda uygulayabileceği yöntemlerden biri Avrupa’da örneklerini gördüğümüz “sadakat puanı”[8] uygulaması olabilir. Avrupa’daki örnekler genel olarak basit bir sınıflandırmayı tercih ediyorlar: kulüp için en popüler görülen maçlar bir puan, diğer lig maçları üç puan, kupa maçları beş puan şeklinde notlandırılmış, böylece taraftarlar topladığı puanlar ile bazı maçlar için öncelikli bilet hakkı kazanıyor. Tabii ki duyguların en yoğun şekilde yaşandığı bir aidiyet ilişkisini rakamlara indirgemek meselenin ruhuna pek de uygun değil. Ancak şeffaflıktan uzak, keyfî uygulamalar yerine ortaklaşılabilecek ilkeler çerçevesinde şeffaf ve adil değerlendirmeler yapmak herkesin tercihi olacaktır. Tribün yoğunluğunun yaşanması muhtemel maçlarda kimsenin olmadığı yerde tribünlere sahip çıkanlara öncelik verilmesi tribün tecrübesi olan herkes tarafından makul görülebilir kanaatindeyim.

Günün sonunda aynı camianın üç önemli cenahı olan; taraftar gruplarını, taraftarın büyük kısmını oluşturan “grupsuz/bağımsız” taraftarları ve kulüp yönetimini tüm farklı kombinasyonlarıyla birbirine küstürecek bir krize yol açmaktansa “sadakat puanı” uygulamalarından ilham alınarak karmaşık bir matematik denklemi üretmek çok daha evladır. İstanbul’un üç büyük takımı ile yapılan maçların sadece yurtdışından gelenlere puan kazandırdığı, kış aylarında Anadolu’nun Trabzon’a ve İstanbul’a uzak illerindeki deplasmanlara yüksek puan verildiği, kulübün orta sıralarda olduğu haftalardaki deplasmanların, zirveye oynadığı dönemlere kıyasla daha fazla puan kazandırdığı ve puanların bilet önceliği sağladığı bir sistem Türkiye’de futbola pek çok kere öncülük etmiş Trabzon kenti ve Trabzonspor kulübü için yeni bir ilke daha imza atmak anlamına gelecektir. Böyle bir uygulama için süper ligde bir süredir kesintisiz şekilde kullanılan passolig sisteminden de yararlanılabilir. Bugüne kadarki kullanımları göz önünde bulundurulduğunda passolig iddia edildiğinin aksine ne karaborsacılığı engelledi, ne de tribün cezalarının daha adilane uygulanmasını sağladı. Ancak en azından kişilerin gittikleri maçların bir arşivini oluşturduğu söylenebilir. Dolayısıyla bu sistem üzerinden taraftarlar geçtiğimiz sezonlardaki katılımlarını sisteme işleyerek “sadakat/bağlılık” puanlarını oluşturabilirler. Ya da bu uygulama sadece bir örnek olarak değerlendirilerek, kulübün öncülüğünde meselenin birincil aktörleri olan taraftarların katılımıyla gerçekleştirilecek bir çalıştayda konunun çözümüne dönük yeni bir uygulama da bulunabilir. Trabzonspor kulüp yönetimi bu konuda katılımcı bir çözüm üretmeye azmettikten sonra kulübe bağlılık duyan herkesin elbirliği ile bir yol bulunacaktır. Ancak yazının başında yer verdiğim iddiadaki gibi siyasetin müdahilliği vaki olduğu durumlarda kulübün ilkelere bağlı bir duruş göstermesi ne kadar mümkün sorusu karşımızda durmaktadır.

II

Tabii bu soruya cevap aramak için çok uzağa gitmemize gerek yok, yazıya konu olan Beşiktaş maçı sonrasında sosyal medyada yeniden gündeme gelen bir başka tartışma da bu sorunun neticesiydi. Bazı Trabzonspor taraftarları maç sonrasında Trabzon Akyazı mevkiindeki Trabzonspor’un maçlarını gerçekleştirdiği stadyumu da içinde bulunduran Şenol Güneş Spor Kompleksi’nin adının değiştirilmesine yönelik taleplerini yinelediler. Bugüne kadar bu talep sosyal medyada farklı şekillerde defalarca dile getirildi. Kulübün resmî hesabından Hüseyin Avni Aker’in[9] ölüm yıldönümü için yayımlanan mesajın altındaki onlarca taraftar yorumunda şu cümle vardı: “Akyazı, Hüseyin Avni Aker’dir.”[10] Trabzonspor’un 2017 yılına kadar aktif olan ve 1951 yılında kullanıma giren stadyumunun ismi yapıldığı ilk yıllarda Trabzon Şehir Stadyumu iken 1980-1981 futbol sezonunun başında Hüseyin Avni Aker ismini alır. Hüseyin Avni Aker ve hemen bitişiğinde ayrılmaz parçası Yavuz Selim[11] şehrin en önemli mahallelerinin orta noktasında bulunan, Tanıl Bora’nın deyişiyle ezan seslerinin duyulduğu, apartmanlar ve işyerleri arasında yer alan statlardı. 2016 yılının Aralık ayında Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın “23 Şehir, 25 Süper Stadyum” projesi[12] kapsamında şehrin merkezinin dışında Akyazı mevkiinde yapılan stadyum ve spor kompleksi tamamlandı. 18 Aralık 2016 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan ve Katar Emiri Şeyh Tamim Bin Hamad Al Tani’nin katılımıyla yapılan açılışta, Tayip Erdoğan spor kompleksinin ve stadın ismini Şenol Güneş koymaya karar verdiklerini açıkladı. Şehrin merkezindeki stadyumların akıbeti ise uzun zaman sürüncemede kaldıktan sonra bu stadyumların yıkılarak Millet Bahçesi’ne dönüştürüleceği açıklandı.[13]

Yeni stadın yeri ve ismi konusunda çeşitli tartışmalar yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Neden stadın yerinin korunmadığı, çok uzun yıllardır oluşmuş, mahalleler arasındaki futbol kültürünün vücut bulmuş hali olarak yaşayan bir mekân yerine tarihsel referanslardan yoksun denizi doldurarak oluşturulan ve pek çok farklı yerde benzerine rastlayabileceğimiz bir alanın tercih edildiği artık geri dönüşü olmayan bir tartışma.[14] Zaten yeni stadın açıldığı günden bu yana seyirci ortalamasında[15] Hüseyin Avni Aker’deki son yıllara kıyasla çok yüksek bir sayıya ulaşılmış olması taraftarın stadın yapısını ve yerini kabullendiğini göstermektedir.[16] Spor kompleksinin ismine dair eleştiriler ise yukarıda belirttiğim üzere tazeliğini koruyor. Sosyal medyada eleştirilerini dile getiren Trabzonspor taraftarlarının Şenol Güneş isminden ve bu ismin belirlenme biçiminden rahatsız oldukları gözleniyor.[17] Bu sebeple, kulüp yönetimine stadın isminin değiştirilmesi yönündeki çağrılarını duyurmaya çalışıyorlar. Taraftarlar arasında isim ve isimlendirilme biçimine yönelik bu aktif muhalefetin yanında oldukça yaygın düzeyde bir pasif mukavemet de görülmektedir. Bunun göstergesi açıldığı günden bugüne maçlara gittiğim stadyum ve spor kompleksinin taraftarlar arasında Şenol Güneş olarak değil, Akyazı olarak anılmasıdır. Tabii zaman ne gösterir bunu hep beraber göreceğiz.[18]

Bu noktada spor kompleksinin isminin nasıl tayin edildiği konusuna geri dönelim; Tayip Erdoğan açılış sırasında yaptığı konuşmada arkadaşlarıyla yaptığı değerlendirmeler sonucunda kompleksin ve stadın ismini Şenol Güneş koymaya karar verdiklerini açıkladı.[19] Karar alma aşamasında bahse konu olan “arkadaşlar”ın kimler olduğunu bilemiyoruz ancak bundan ziyade merakımı celbeden soru şu ki; bir spor kompleksinin ve stadyumun isminin belirlemesinde hak sahibi olanlar kimlerdir? Burada kaçınılmaz olarak bir mülkiyet tartışması gündeme gelecektir. Türkiye’deki stadyum arazilerinin ve yapılarının neredeyse tamamı Spor Genel Müdürlükleri’ne, yani devlete ait, fakat mülkiyeti devlete ait bütün mekânların isimlendirme hakları da devleti yönetenlere, dönemin iktidarlarına mı aittir? Eğer bu vatan ve üzerinde kamu malı olarak imar edilenler erk sahiplerinin özel mülkü, devletin vatandaşlarına sunduğu hizmetler minnettarlık duymayı gerektirecek bir lütuf ilişkisi ve katılımcılık, söz hakkı vatandaşlara sadece sandıkta tanınan bir hak değilse bu tartışma mülkiyet meselesine indirgenemez.[20] Devlet yetkilileri kamuya, yani topluma ait kaynakları kullanarak yine topluma sunmuş oldukları hizmetlerde ilgili hizmetin birincil muhataplarının taleplerini de sürece dahil etmelidir, bunun aksi “halka rağmen, halk için” zihniyetinin hakimiyeti olacaktır. Bu bağlamda Akyazı’da inşa edilen stadyuma baktığımızda mülkiyeti devlete ait olmakla birlikte daha en baştan Trabzonspor için inşa edilen bir mekân olduğu ve kulüp var olduğu müddetçe uzun süreli kiralamalarla kullanımının kulübe ait olacağı açık. Dolayısıyla böyle bir mekânın isimlendirme hakkının da mekânın varlık sebebi olan ve mekânla kurduğu duygusal bağ sonucu “ev sahibi” haline gelen taraftarlara verilmesi gerekir. Bu hakka belki şöyle bir şerh düşülebilir; spor kompleksinin diğer bölgeleri sadece Trabzonspor için değil, daha geniş düzlemde Trabzon şehrindeki spor hayatı için inşa edildi. Fakat bu Trabzonsporluların hak sahipliğine şüphe düşüren bir durum değil, bilindiği üzere Trabzon şehri için en önemli ortak aidiyetlerden biri, toplumun her kesiminin yöneldiği ortak sevgi nesnesi Trabzonspor’dur. Türkiye’de kendi şehri tarafından desteklenme oranı bakımından rakipsiz olan Trabzonspor’un bu anlamda dünyadaki sayılı kulüplerden biri olduğu söylenir.[21]

Hâsılı siyasetin, şehri ve kulübü temsil edecek, insanların aidiyet ve sahiplik duyguları ile ilişkilenecekleri bir mekânın taraftara ve şehir halkına söz hakkı tanınmadan isimlendirilmesi esastan sorunludur ve bu anlamda hak sahibi olan taraftarlardır. Taraftarlar ve kulüp yönetiminin bu yönde çaba göstererek stadyumlarının ve spor komplekslerinin ismini belirleme noktasında irade göstermeleri, Türkiye’de hem futbolun bağımsızlığı hem de sivil toplumun katılımcı demokrasi girişimleri için ileri bir adım olacaktır. Bu sonuç alması çok zor bir süreç[22] ancak bu aşamaya gelmek mümkün olabilirse stadın ve spor kompleksinin isminin belirlenmesinde iki farklı yol tercih edilebilir. Birincisi bugün neredeyse 250 bini bulan taraftarın bu stada girebilmek için edindiği ve her yıl vizeletmek için ödeme yapmak zorunda olduğu passolig uygulamasından yararlanmak olabilir, bu statta olmayı önemseyerek bunun gereklerini yerine getiren herkese yine elektronik bir uygulama ile stadın ve spor kompleksinin isimlendirilmesi konusunda oy hakkı verilebilir, ikinci seçenek ise “futbol kenti” olarak anılan Trabzon şehrinin tamamı göz önünde bulundurularak Türkiye’de pek örneği olmayan şehir bazlı yerel bir referandum yapılabilir. İki şekilde de Trabzonspor ve Trabzon şehri Türkiye’de katılımcı yerel inisiyatifin ve hak siyasetinin öncü bir örneğini ortaya koymuş olur. Belki de stadın ismi olduğu gibi kalır ve tekrardan Şenol Güneş olur, ancak bu sefer atanmış değil, seçilmiş bir isim olarak yer edinir.



[1] Tabii şunu belirtmek gerekir ki bugüne kadar Trabzonspor’un İstanbul’da oynadığı “deplasman” maçlarında misafir tribünlerinin tamamen dolmaması nadir yaşanan bir durum. Türkiye’de şehirleşmenin ve futbolun kendine has dinamikleri böyle bir vakıayı doğurmaktadır. İstanbul 15 milyona yaklaşan nüfusuyla dünyanın en kalabalık yirmi şehri arasında yer almaktadır ve ülkede taraftarı milyonlu rakamlarla ifade edilen dört futbol kulübünün üçüne ev sahipliği yapmaktadır. Bunun dışında kalan tek kulüp ise ülkenin kuzey doğusunda yer alan coğrafi olarak ve nüfus olarak küçük sayılabilecek Trabzon şehrinin takımı olan Trabzonspor’dur. Trabzonspor’un İstanbul’da mukim taraftar sayısı İstanbul’daki statlarda kendine ayrılan alanın çok üstündedir. 2010-2011 sezonunda yine ligin 16. haftasında Trabzonspor ile İstanbul Büyükşehir Belediyespor arasında Olimpiyat Stadyumu’nda oynanan müsabakada Trabzonspor taraftarı 60 binin üzerindeki katılımıyla Türkiye’de deplasman taraftar rekoruna imza atmıştır. Dolayısıyla taraftar için İstanbul’daki maçların deplasman olarak adlandırılması sorgulanmaya açıktır. Trabzonspor taraftarları, Trabzon dışındaki pek çok bölgede bu yoğun desteği sağlayabilmesinin bir nişanesi olarak “bize her yer Trabzon” mottosunu üretmiş ve dolaşıma sokmuştur.

[2] Bu kelimeyi özellikle tercih ediyorum. Türkiye kamuoyunda taraftar gruplarının maç biletlerini kulüpten ücretsiz şekilde temin ettiği yönünde güçlü bir kanaat var. Ben bu kanaatin bu haliyle gerçeklikle büyük oranda uyuşmadığını düşünüyorum. En azından Trabzonspor için taraftar gruplarının büyük çoğunluğunun çeşitli finansman kaynakları ile kulübe biletlerinin parasını ödeyerek bilet temin ettiklerini söyleyebilirim.

[3] https://twitter.com/GGencler1980/status/1073706614211907585

[4] Öne çıkan bazı organizasyonlarına ilişkin aşağıdaki haber linkleri incelenebilir;

https://www.sporx.com/trabzonsporlular-halici-yakti-SXHBQ289348SXQ; http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/futbol/1040315/Trabzonspor_dan_muhtesem_51._yil_kutlamasi.html

[5] Bu bilgiler ilgili taraftar gruplarının temsilcileri ile yaptığım görüşmelere dayanmaktadır.

[6] Bu yazı kapsamında bahsi geçen diğer grupların ayrıntılarına girmem mümkün değil ancak halihazırda tribünlerde varlık gösteren taraftar gruplarını şu şekilde sıralayabilirim; Vira, Trabzonlu Gençler ve Gurbetçi Gençler öne çıkan farklı özellikleriyle Trabzonspor’un en etkin üç taraftar grubudur. Çılgınlar ile Farozlular bir tribün, Vakfıkebirliler ile Affetmezler de bir tribün olarak hareket etmektedir.

[7] Bu çeşitlilik özellikle gruplar dışındaki taraftarlardan sıkça eleştiri alıyor ve zaman zaman grupların birleşmesi yönündeki çağrılar dillendiriliyor. 2017 yılında Trabzonspor tribünlerindeki tüm taraftar gruplarının tek çatı altında toplanarak birleşmesi yönünde dönemin kulüp başkanı Muharrem Usta’nın yönetiminin de içinde bulunduğu toplantılar düzenlendi. Her şey tamam gibi gözüküp birleşme sinyalleri verilse de yine şeffaflıktan uzak ve siyasetin müdahilliğine dair şüpheler taşıyan kimi sebepler dolayısıyla bu proje akamete uğradı.

[8] “Loyalty Point” olarak isimlendirilen uygulamanın bir örneği şurada: https://www.chelseafc.com/en/tickets---membership/ticket-information/general-admission/loyalty-points0

[9] Trabzonlu olan Hüseyin Avni Aker şehrin ilk beden öğretmeni olarak anılır. Uzun yıllar öğretmenlik yaptıktan sonra bugünkü ismiyle Gençlik ve Spor il müdürlüğü görevini üstlenen Hüseyin Avni Aker, Trabzon’a bir stat kazandırmak için çok uğraş verir. Stadın yerinin istimlak edilmesi ve ilk çalışmaların başlamasında öncü olur. Ancak stadın tamamlandığını görmeye ömrü kifayet etmez.

[10] https://twitter.com/trabzonspor/status/1033258008179032064

[11] “Trabzon futbolunun can damarı, kalbi” gibi ifadelerle anlatılan stat amatör futbol kulüpleri ve genç sporcular için pek çok açıdan kıymetli bir mekândı. İlgili bir haber için linke bakılabilir: http://www.karadenizdesonnokta.com.tr/trabzon/trabzon-amator-spor-kulubu-yoneticileri-yavuz-selim-stadi-icin-h43676.html  

[12] AK Parti dönemi stadyum inşaatlarının ekonomi politik bağlamda önemli bir değerlendirmesi, Önsel Gürel Bayralı’nın Birikim dergisinde (345/346) yer alan “Yeni Türkiye’nin yeni stadları: Yeni-muhafazakâr iktidar blokunun hegemonya inşasının kısa bir hikâyesi” isimli makalesinde yer almaktadır.

[14] Fakat yine de bu konuda karamsar olmadığımı not düşmek isterim. Taraftarlar tarafından sahiplenile bir mekân olarak Akyazı da kendine has bir “atmosfer” kazanacaktır. Stadın boş olan çevresinin zamanla yapılandırılması noktasında önemli çalışmalardan biri taraftarlar tarafından inşa edilerek stadın girişine yerleştirilen Şike Anıtı’dır. Anıt üzerinde kulübün ve taraftarların kolektif hafızasına dair birçok önemli unsur bulundurmaktadır.

[16] Soccernomics isimli kitaplarında Simon Kuper ve Stefan Szymanski, taraftarlık ile müşterilik arasındaki ilişkiyi dile getirerek yeni modern bir stat yapmakla daha çok taraftar çekmek arasında yakın bir ilişki olduğunu söyler. Bu anlamda Akyazı stadının bu tezi doğruladığı söylenebilir.

[17] İsmin verilme biçiminden bağımsız olarak taraftarın bir kısmının neden bu isimden rahatsız olduğu ayrı bir tartışma ancak şunu söylemek gerekir ki Şenol Güneş hem kalecilik hem de teknik direktörlük döneminde Trabzonspor camiasının kolektif hafızasında yer eden altın çağların ve travmatik anların birçoğunda bizzat yer almış, Trabzonspor’un kendisiyle cisimleştiği isimlerden biriydi. Taraftarlar nasıl kulüpleriyle, takımlarıyla zamanla biriken duygulanımsal bir ilişki kuruyorlarsa bu tür isimler de o ilişki ağının içinde bir yer ediniyor. Dolayısıyla söyledikleri ve yaptıklarıyla taraftara tesir eden konumdaki bir ismin eylemleri “dışarıdan” bakanlara önemsiz ya da normal gelse de o duygulanımsal cemaat içinde çok farklı tesirler yaratabiliyor.

[18] Bu isimlendirmenin henüz Türkiye’deki spor kamuoyunda da yer ettiği söylenemez. 4*4 Futbol isimli futbol programının 23 Aralık 2018 tarihli yayınında yorumculardan biri; “… şey çok önemli ligin 18. Haftasında oynanacak olan Medipol Başakşehir ile Trabzonspor maçı, Avni Aker’de…” ifadelerini kullandı ve programda bulunan diğer dört katılımcı da bu ifadeye binaen bir tashihte bulunmadı. Burada “dil sürçmesi” analizlerine girmeyeceğim ama bunun konuya dair dikkate değer bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum.

[20] Türkiye Cumhuriyeti tarihinde iktidar sahiplerinin farklı zamanlarda bazı bölgelerde yaşayanların iradesini hiçe sayarak keyfî biçimde yaşanılan bölgelerin eski isimlerini yasaklayıp yeni isimlendirmeler yaptığı vakidir. AK Parti bir dönem demokratikleşme çalışmaları adı altında halkın taleplerini göz önünde bulundurarak bu mekânların eski isimlerine dönmesinin önünü açmıştı.

[21] İnternette ve Trabzonspor taraftarları arasında dolaşımda olan söylemlerden biri Trabzonspor’un Napoli’den sonra dünyadaki en büyük ikinci şehir kulübü olduğudur. Dünyadaki en büyük ikinci şehir kulübü olmaktan kastedilen ise dünyada kendi şehir halkı tarafından en yüksek yüzde ile desteklenen ikinci takım olduğu iddiasıdır.

[22] Bu aynı zamanda çok geç kalınmış bir mücadele, her şey bittikten sonra değil, en baştan ve her zaman kulüp ve taraftar varlığını göstermeliydi. Manevi anlamlar yüklenecek bir mekânın inşasında yaşanan ilk iş cinayetinin ardından kulüp, taraftar ve şehir kitlesel olarak tepkisini koyarak sürece müdahil olmalıydı, ancak ne yazık ki sonrasında iş kazası adı altında iki kişi daha bu stadın inşaatında can verdi.