Yeni Bir Evlilik: Duygusal Şiirin Şekillenmesi

1

2000’li yıllardan sonra hız kazanan internet altyapısı, bizi şiir ve internetin mutlu evliliğinin şahitleri yaptı. Evli çiftler yepyeni bir eve taşındılar, sosyal medyaya. İnternet, şu haliyle online bir gerçeklik düzlemi, sanal kişilikler, sanal kimlikler, sanal edebî cemaatler yarattı. Şiir ve şairler de elbette bu gelişmeler karşısında tepki biçimlerini oluşturdular. Okurların -şiir yazmayan okurları kastediyorum- bu alanlardaki davranış biçimlerini, ben de bu mecralarda takip etmeye çalışıyorum. Hayatında bir Metin Eloğlu şiiri okumamış, hangi şiirin Can Yücel’e, hangisinin Turgut Uyar’a ait olduğu konusunda bir tahmin dahi yürütemeyecek, şiirin yanına kahve görseli koyup bunu upload etmekten zevk duyan fetişist bir okur kitlesinden, yığınından söz ediyoruz. Bunları tespit etmek elbette güç değil. Burada şiir; değeri düşen, sıradanlaşan, diğer paylaşımlardan farkı olmayan bir şeye indirgeniyor. O zaman, şiirde meydana gelen, bu altyapının neden olduğu, şiirin bugünkü yapısal özelliklerinin geçmişteki yapısal özelliklerinden farkına dair saptamalara gidebiliriz.

Şu mesela dikkat çekici bir detay. Kullanıcılar neden sürekli, apaçık anlama (!) sahip, düşünsel hiçbir derinliği olmayan, duygusal ağırlığı çok yüksek dizelerle kendilerini ifade etmeye yöneliyorlar? Burada paylaşılan şey, aslında şiirin bir bölümü. Peki diğer bölümlerine ne oldu o şiirlerin? Bunlar kullanıcılar için önemli değil. Şiirin kime ait olduğu da önemli değil. İstanbul’da, Ankara’da duvarlarda gözlemlediğim, “piç edilmiş” mısralardaki duygusal ifadeler. Örneklerini paylaşıp konuyu detaylandıralım.

“Ben biraz ertesi gün gibiyim, eksiğim, unutkanım, öyleyim.” Edip Cansever 

“Senin çelme taktığın yerden başlıyorum hayata.” Cemal Süreya

Dizelerdeki ifadeler şairlere mi ait, bunu araştırmadım. Bu yazı bağlamında gerek de yok. Bu dizelerin paylaşılmasındaki motivasyon nedir? Bence, insanların yaşadığımız çağda birtakım küçük “duygusal derinlik” ihtiyaçları var. Bazen ben dahil bunları sosyal medya mecralarında paylaşırken, bu tür küçük ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalıştığımızı düşünüyorum. Şiiri buna alet etmenin, yaprakları dökülen bir ağaç görselini buna alet etmekten zerre miktar farkı yok.

Soğuk Yakınlıklar: Duygusal Kapitalizmin Şekillenmesi kitabında sosyolog Eva Illouz kapitalist sistemin duygularımızı kullanarak internet üzerinde bir pazar oluşturduğuna dikkat çeker. Psikologların, şirket yöneticilerinin, satış temsilcilerinin insanların duygusal durumlarını profesyonel analizlerle yönlendirdiğini söyler ve tüm yolların kapitalist sistemi desteklemeye ve devam ettirmeye vardığını ifade eder. Duyguyu incelerken kullandığı bir kavramsallaştırma var, “varoluşsal benlik sunumu”. İnternet ortamında duygularımızı ifade ediş tarzımızı incelerken şöyle bir tespit yapar. “İnternet çok daha esnek, açık uçlu ve çoğul bir benliği mümkün kılar ve dolayısıyla oyunbaz, kendini keşfeden ve hatta benlikle ilgili bilgiyi istediği şekilde yönetme kapasitesiyle aldatıcı olan postmodern benliğin bir örneğini ortaya koyar.”[1] Benlikler, kamusal bir performans alanında ifade edilir, aynı zamanda bu performans kişinin kendini de keşfetmesini sağlar. Şiir de bu ifade araçlarından biri haline gelmiştir. Kamusal performansımızı bir video paylaşarak, like yaparak ya da güzel bir fotoğrafın altına duygusal bir şiir sıkıştırarak yaşayabiliyoruz. Şiirin araçsallaştığı ve ne olduğu tam olarak belli olmayan bir şeye dönüştüğü yer hemen hemen burası. Evlilikte yaşanan tartışmalar çoğu zaman can sıkar ve rol karmaşasına neden olur. Evdeki varlığımızı sorgular hale geliriz.   

O şiirden paylaştığımız dört beş dize nedir? Fotoğrafla anlatamayacağımızı düşündüğümüz şeyler mi, yoksa “benliğimin bir parçasını kamusal alana sunuyorum” cümlemizi ifade ediş tarzımız mı? Ne olduğu belli olmayan bir kirlilik bile diyebiliriz. Bir evi bile isteye kirli hale getirmekte de çekici ve kışkırtıcı bir yön var aslında.

Hakim Bey’in T.A.Z: Geçici Otonom Bölge, Ontolojik Anarşi, Şiirsel Terörizm kitabındaki internet övgülerini de hatırlamakta yarar var. Kaos, Hakim Bey’e göre hiyerarşi biçimlerini umursamayacağı için Şebeke’ye Karşı Şebeke oluşmasını sağlayabilir. Ağ ve internetteki her türlü korsan eylem, site hacklemek, düzenin içindedir fakat düzeni de inşa eder. Zaten karışık bir çamur haline gelen şiirlerin paylaşımı da büyük bir performansa her an dönüşebilir. Turgut Uyar’a ait yeni bir şiir bulundu diye her an sahte bir belgeyi binlerce insana yutturabilirsiniz.   Bazen evde canınız çok sıkılırsa kendi “zihinsel özgürlüğünüz” (J. Ranciere) için evi altüst etmek gerekir.

Yaşadığımız dönemde yazılan şiirlerdeki ifadeler, bu tür paylaşımlara uygun olmadıkları için, paylaşılma, yaygınlık kazanma ihtimalleri çok çok az. Şiirin yapısal özelliklerinin değişiminin radikal olmasa da bir göstergesi olabilir mi? Bu tıpkı şuna da benziyor, hayatında Chopin çalmamış kişilerin, Sıla’nın yaptığı müzikten zevk almalarına.

Duygusal ihtiyaçlar, duygusal göstergelerle ifade edilebilir. Kitsch’in estetik değerini sıfıra indirgeme yanlışına düşmek istemem fakat kitsch denilen şeyin duygusal belirtileri yüksek sanat eserlerinde apaçık gözlemlendiğini daha kaç düşünür/eleştirmenden dinlememiz gerekiyor? Şiiri herkes yazabilir de kim okuyacak sorusu, hayati sorulardan biri. Bir sanat eserinin muhatabının olmaması demek aslında onun olmaması demektir. Şiirlerimizi bu insanların okumasını beklemek de sanırım bizim en büyük trajedilerimizden. Bir yanıyla da oldukça komik bir görüntünün içerisindeyiz. Düşünsene Metin Eloğlu olmuşsun ama bir anonim karakter olamamışsın! Onun kadar okunmuyorsun.

2

Burada şiire dair yaptığımız seçkinci bir bakışı tersine çevirelim. Bir hayalî okur profili yaratıp onun gözünden yaşadığı dünyayı, şiire dair bakış açısını inceleyelim. Karakterimiz şöyle olsun. Kitap okuyup bazı şeylerin farkına varmak isteyen, biraz Oğuz Atay biraz Sabahattin Ali okumuş, ucundan Dostoyevski bilen bir okur. Bir gün bir kitapçıda şiir kitapları ile karşılaşsın ve okuyup hiçbir şey anlamasın. Okurumuzun iyi niyetli olduğundan şüphesi olan var mı? Elbette yok. Daha ne yapsın, kitaba para ve zamanını harcadı. Bu tür profile sahip okurlar, günümüzün okur kitlesinin büyük bir kısmını oluşturuyor. Temelde onlardan aldığım geri bildirimlerdeki püf nokta, şiiri anlayamamaları yönünde. Okudum ama hiçbir şey anlamadım. Ne söyleyebiliriz bu insanlara? Bizim yazmaya çalıştığımız, yeni bir dil için, yeni bir söyleyiş biçimi yaratmak gerekliliğini bu arkadaşımıza nasıl anlatalım? Şiir yazmanın aslında bir üslup meselesi olduğunu, kimsenin artık Cemal Süreya gibi yazmaması gerektiğini nasıl ifade edeceğiz? Elbette edemeyeceğiz.

Yeni dünyanın enformatik dili değiştikçe, farklılaştıkça, garipleştikçe acaba 2000-2010 sonrası yazılan şiirin de okurları kendiliğinden oluşacak mı? Yoksa bir labirentin içerisindeyiz ve her gün yolumuzu bulmak daha güç hale mi geliyor? Şiir okurunun her dönemde çok küçük bir azınlığı oluşturduğunu göz önünde bulundurursak, o labirentin karmaşık sokaklarında kaybolmanın büyük zevklerini de tadabiliriz diye düşünüyorum. Büyük zevkler, mesela bir ikindi rüzgârı eserken bir Oktay Rifat şiirinin hatıra gelmesi gibi.

3

Bilimkurgu edebiyatında bir karşıtlıktan söz edilir. George Orwell ve Aldous Huxley karşıtlığı. Televizyon: Öldüren Eğlence kitabında Neil Postman bu karşıtlıktan yola çıkar. Kitabın altbaşlığı Gösteri Çağında Kamusal Söylem’dir. Postman, Huxley’e hak vererek başlar.

“Huxley ile Orwell’ın kehanetleri aynı şeye ilişkin değildi. Orwell’ın uyarısı, dıştan dayatılan bir baskının bize boyun eğdireceği yönündedir. Huxley’in görüşüne göre ise insanları özerklikleri, olgunlukları ve tarihlerinden yoksun bırakmak için Büyük Birader’e gerek yoktur. Huxley’e göre, insanlar süreç içerisinde üzerlerindeki baskıdan hoşlanmaya, düşünme yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır.”[2]

Postman tüm düşüncelerini televizyon üzerinden anlatmıştı. Bugün artık bizi duruma uğratan araç televizyondan ziyade bilgisayar ekranıdır. Paul Virilio da bu savaştan bahsetmişti. “Ekranın ekrana karşı savaşı.” Bu kamusal söylemi (gösteriyi) daha çok bilgisayar ekranından gerçekleştiriyoruz. Büyük Birader’in de bizi kontrol etmek için baskı yapmasına gerek kalmadı. Bizi büyük bir alanda serbest bıraktı. Biz de akıllı cihazlarımızı kendi isteklerimize göre kullandığımızı düşünüp gönderiler oluşturmak, kendi kendimizi felç etmek üzere bu gönüllü köleliği kabul ettik. Huxley’in dediği gibi bunları yücelttik. Eeee içeriğe ihtiyacımız vardı elbet. Bir kitabevinden alınan “ince bir şiir kitabı” (şiirin yapısal özelliklerinin değişiminin bir göstergesi; kısa yazılan şiirler, küçük duygusal ifadelerle süslü sayfalar) bizim ihtiyaçlarımız için iyi bir araç değil miydi?

Tüm bu soruların temeli aslında bu eylemimizi neden gerçekleştirdiğimizin anlaşılmasını zorunlu kılıyor. Konumuz itibarıyla buraya doğru gitmek yerine bu evliliğin şiiri araçsallaştırmasını ortaya dökmemiz gerek. Paylaştığımız, zevk aldığımız, karşılık beklediğimiz bu benlik sunumları şiirle kurduğumuz irtibata büyük bir darbe indiriyor. İnternet, maalesef Hakim Bey’in bahsettiği özgürleşme alanı yaratma yerine bir kölelik alanı yarattı.

Şiirin özü zaten özgürlüğe doğru giden bir yolda parlayabilir. Bu tür benlik sunumları insanların bu evliliği izlerken oyuna katılma ihtiyaçlarının bir parçası haline gelmiş, şiir amaç halinden çıkarak araç haline gelmiştir. Bırak özgürlüğü ilk adımda bile felç olmaya hazır milyonlarca insan.

4

Son zamanların en kaliteli dizilerinden biri olan Black Mirror dizisinin konumuzu örnekleyen bir bölümü var. “Hated in The Nation”. Dizide Twitter kullanıcılarını bir oyuna getirmek isteyen hacker vardır. Bu hacker yapay robotlar şeklinde küçük arılar üretir ve bunları suikastları için kullanır. Robot arılar, öldürülmesi istenilen kişiyi bulur ve beynine girip onu parçalar. Zamanla bu bir gösteriye dönüşür ve kullanıcılar ölmesini istedikleri kişiler için online oy vermeye başlarlar. En çok oyu alan, yani en çok nefret edilen kişi öldürülür. Fakat kullanıcılar verdikleri oyun kaydedildiğini bilmezler. En son Büyük Birader tüm oy verenleri öldüren binlerce arıyı salar ve toplu bir katliam gerçekleşir. Dizide ortaya dökülen şey aslında insanların kendi tercihleri ile kendi ölümlerini gerçekleştirdikleridir.

Sosyal medyada şiir paylaşmak ya da bu benlik sunumu da buna benzemiyor mu? Kendi özgürlüğümüzü bir kenara bırakıp kendi ölümümüz için gönüllü oy kullanıyoruz. Şiir de bu ölüme göre şekilleniyor tabii. Bu denklemi çözen akıllı şairlerimiz de viral hesaplarının fark edilmediğini düşünerek kendi şairliklerini uçuruma sürüklüyorlar. Nereden nereye! Ölmeden önce ölmek yerine, kendini katletmek! Bu evlilik çok mutsuz bir evlilik. Duygusal şiir böyle şekilleniyor. Basit ihtiyaçlar basit insanlar tarafından fark edilmiş durumda. İhtiyaca göre üretilen şiirler de karşılık bulabiliyor.

Tüm bunlar olurken şiire dair tartışmaların, soruşturmaların, yazıların da arka alanda aktığını söyleyebiliriz. Turgut Uyar’ın imza gününe yedi kişinin geldiğini anlattığı bir yazısı vardı. O dönemin arka alanı orasıydı. Bu dönemin arka alanını keşfetmek için biraz çaba gerekiyor.



[1] Eva Illouz, Soğuk Yakınlıklar: Duygusal Kapitalizmin Şekillenmesi, çev. Özge Çağlar Aksoy, İletişim, s. 119, 2. baskı, 2018.

[2] Neil Postman, Televizyon: Öldüren Eğlence: Gösteri Çağında Kamusal Söylem, çev. Osman Akınhay, Ayrıntı, s. 8, 8. baskı, 2018.