Feminist Odalar (XV): Şiirden Bir Ülke Bahçesi - Gülten Akın Sempozyumu

Şiirden Bir Ülke Bahçesi Gülten Akın Sempozyumu, Nilüfer Belediyesi Kütüphane Müdürlüğü tarafından, Yılın Yazarı Gülten Akın etkinlikleri kapsamında 10-11 Aralık 2021 tarihlerinde gerçekleşti. Sempozyum bildirileri, daha önceki Yılın Yazarı etkinlikleri kapsamında yapılan sempozyumlarda olduğu gibi kitaplaştırıldı. Sevgi Soysal, Nezihe Meriç ve Gülten Akın bu uzun erimli çalışmanın kadın şair ve yazarları olarak, sadece Bursa’da değil, Türkiye’de edebiyatla ilgilenen herkesin dikkat kesilmesini sağlayan önemli bir etkinlik dizisinde, üretimleri ve yaşamlarıyla yeniden yorumlandılar. Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’in Sunuş konuşmasının ardından, Nilüfer Kütüphaneler Müdürü Şafak Baba Pala’nın “Güneşimizi Kimse Kesemez” başlıklı konuşmasıyla kitaptaki bildirilerden önce okura çalışmanın niteliği ve kapsamı da aktarıldı. Ayrıca sempozyum kitabının kapak ve metin görselleri için de Huban Korman ve diğer çizimler için Tülay Palaz’a, etkinliğin hazırlanış sürecinde emeği geçen tüm ekibe de teşekkür etmek lazım, büyük bir çaba, sağ olsunlar.

Kitaplaştırılan sempozyum bildirilerinin ortaklaşan yanlarına, Gülten Akın’ın edebî üretiminde daha önce değinilmeyen tartışmalara ve katkılara rastlamak feminist edebiyat eleştirisi açısından birkaç patikanın yol göstericiliği gibiydi. Bu çerçeve içinde Asuman Susam’ın “Derinde Dipte Duran Gülten Akın Şiiri”, Feryal Saygılıgil’in “Bir Kadın Şair Olarak Gülten Akın Üzerine” ve Deniz Gündoğan İbrişim’in “Arasında: Gülten Akın’ın Yazı Evreninde Eko-kozmopolitik Tahayyüller ve İmkânlar” başlıklı bildirilerine yakından bakacağım.

Asuman Susam’ın tartışmasıyla başlayayım.

Gülten Akın, şiiri üzerine çok düşünülüp yazılmış şairlerimizden. Bunu sağlayan şiirinin gücü. Her dönem kendi zamanının ruhu ve duyuşuyla ona yaklaştıkça bu şiir için henüz söylenmemiş şeyler olduğu da görülecektir. Örneğin feminist edebiyat açısından edebi miras, kurucu öznelik kavramlarına ilişkin henüz doygun metinlerle karşılaştık diyemeyiz. Uzun bir ömrün yaşlılık dönemi… Kadın oluş kavramına en az ve uzaktan baktığımız yaşlılık üzerine, ruhtaki ve bedendeki kırılganlığı görmeye bizi davet eden son dönem şiirlerini henüz etraflıca düşündüğümüz söylenemez.[1]

Asuman Susam’ın bildirisi Gülten Akın şiirinin derinde dipte duran, henüz araştırılmaya açık bir feminist bakışa ihtiyaç duyduğunun altını çiziyor. Bu ihtiyacı belirlemek aynı zamanda feminist bir çağrı… Asuman Susam bildirisinin devamında bu çağrıyı şöyle gerekçelendiriyor:

Sadece biz değil, ülke kanonları ve edebiyat tarihleri eril bir dil ve bakış açısı ile kurulu. Tarihin sessiz arka bahçelerinde unutulan sesleri duyulmayanlar, ötekilerin yazınına ilişkin teori ve alan çalışmaları sayesinde bugün gün ışığına çıkarılıyor. Kanonun, edebiyat tarihinin içinde yer bulmuş nispeten şanslılarsa uzunca bir süre yine bu zihniyet kalıplarının içinden, eril dil ve düşünce yasalarının izin verdiği ölçüde ve bakışla değerlendirildiler. Onlar da bu yeni çabalar sayesinde kendilerine ait sesleriyle yeniden keşfedilmekte. Bugün feminist ve kuir teori ve edebiyat çalışmaları, kanonik bakışın yeniden inşasına ilişkin değerli çalışmalar yapılıyor. Ancak yeni bakışlarla yazılacak edebiyat tarihinin yeniden yazımı için bu çabalar yetmez. Bunu her alana taşıyabilecek duyarlılık, dikkat, bakış tazeliği gerekli hepimize.[2]

Türkiye’de bir feminist kanon var mıdır? Varsa niteliği ve tarihi nasıl oluşmuştur ve oluşmaya devam etmektedir? Bu soruları önceleyen bir tartışmayı yukarıdaki alıntıladığım bölümler aracılığıyla yürütmek mümkün. Fırsat buldukça yazdığım yazılarda, katıldığım etkinliklerde Türkiye’de feminist bir edebiyat kanonumuz olduğunu vurguluyorum. Asuman Susam’ın yürüttüğü tartışmaya katılarak, Gülten Akın’ın, Osmanlı döneminden itibaren başladığını bildiğimiz ve Cumhuriyet sonrası feminist kanonun gelişiminde kurucu bir öznelik temsilinin edebiyat figürü olduğunu da bu “feminist çağrı”ya eklemiş oluyoruz.

Bu çağrıya katkıda bulunan bir diğer bildiride ise Feryal Saygılıgil, Gülten Akın’a bir kadın şair olarak yakından bakar. “Öteki cins” olarak kadın ve “anne” olarak kadın tartışmasıyla feminist güzergâhı tekrar belirler.

Akın’ın “kadın” olduğu için ve de “kadın” olmanın getirdiği ikincil, “öteki cins” olma hali, kadınların başka alanlardaki mücadeleleriyle kurulan bağlar, kamusal alanda kadınların karşılaştıkları engellemelere karşı alınmış tavır, “annelik” (ki kendisi beş çocuk annesidir) gibi kadınlık halleri onun için önemlidir ve bir izlektir. Nitekim bunu şöyle dile getirir: “Hayatın ve doğanın benden geçen şiirlerini yazıyorum. Ozan dünyayı sık sık donduran ve gözleyendir. Aralıksız gibi sık, sinema gibi. Hem gerçek, hem doğal devinim ayıklandığı, yeni bir düzene konduğu için, yepyeni bir gerçek” ([1966], 2019, s. 21) ya da “Ben erkek işi diye nitelenen, kadınların yapamayacağı kanısı yaygınlaştırılmış bir işi, şiir yazma işini, yaşamımın ana çizgisine yerleştirip bunu kırk üç yıldır sürdüren bir kadınım. Şiirlerimde kadınlık durumu da bir izlek olarak işlendi. Genel insani durum gözardı edilmeden” (1995, s. 179).[3]

Feryal Saygılıgil bildirisinde, Ursula K. Le Guin’in “ağzına kadar çocukla dolu bir ortamda yazması” ile Gülten Akın’ın “çocuklarını uyuturken, yemek pişirirken, sözlük çalışması yaparken, müvekkilini savunurken şiirlerini düşünüp, düşünebilme, yazabilme yeteneği” arasında bir akrabalık olduğunu gösterir.

Ben de şöyle tahayyül etmeyi feminist tarih yazımı açısından zihin açıcı buluyorum: Örneğin Fatma Aliye ile Virginia Woolf, Gülten Akın ile Louise Glück, Şirin Tekeli ile Gayatri Chakravorty Spivak sempozyumlarda tanışsalar ve arkadaş olsalardı, yaşadığımız dünya kesinlikle bugünden daha eşitlikçi bir dünya olurdu. Yalnızca feminist edebiyat eleştirisi ve feminist eleştiri açısından değil, kadınların sorunlarının tüm insanlığın sorunu olduğunu anlamak ve bugün üstlendiğimiz mücadele yükleri yerine daha neşeli ve umutlu bir dünyada yaşamak gerçekten mümkün olabilirdi. Velhasıl kelam daha eşitlikçi bir dünyaya yakın yaşasaydık, kadınların arkadaşlığı ve yoldaşlığı, Catherine Mayer’in dediği gibi bir “Eşitistan”[4] kurmamıza kesinlikle neden olurdu.

Gülten Akın’ın Balinası

“BALİNA

Göğü gördüm imkâna tutuldum düşü sevdim

dalıp çıkmalarım orda bir şey’e dönüktü

kaç kez bir şey, başka bir şey

sıçradım hem yittim

hem belirlendim

derin durdum, teknenin altına girdim

sarstım

sarsıldım vuruşun gitgide usta vuruşuydu

sustum düşe düştüm

senin mi kan, yaralarımdan mı

hey kaptan

ne balinayım ben şimdi inadı içinde

ne senin mavi balinan.”[5]

Bildiriler arasında hem Asuman Susam’ın hem de Deniz Gündoğan İbrişim’in, Gülten Akın’ın “Balina” adlı şiirine yaptıkları gönderme; Asuman Susam’ın yazısında “Bir imkâna tutulmak” ve başka bir yaşam umudunu, Deniz Gündoğan İbrişim’in yazısında ise, Herman Melville’in ünlü Moby Dick (Beyaz Balina) adlı romanıyla bağlantılı ele alınır. Moby Dick bize bu iki yaklaşım dışında, romanda “kadınların yokluğu” ve “erkek dostluğu” gibi yaklaşımlarla da okunabilecek bir imkân da sunuyor.

Deniz Gündoğan İbrişim’in bağlantı kurma biçimi önemli bir tartışmaya işaret ediyor:

Moby Dick’in büyüklüğü karşısında kendini küçük ve yenilmiş hisseden Kaptan Ahab’ın balinaya karşı nefretinin giderek yükseldiğini biliriz. Dahası, beni güneş küçük düşürürse, güneşi vururum diyebilen ve kendini evrenin merkezine yerleştiren Kaptan, imparatorluk çizgilerinde büyük komüniteye gireceklerin kimler olduğunun sınırlarını çoktan belirlemiştir bile. Bununla birlikte, doğayı tahakküm altına almak isteyen Adam (Kaptan Ahab, Ishmael veya erk) her müdahaleyle yenilecek ve eksilecektir. Akın’ın balinası bu büyüklenme karşısında bilgeliğini koruyacak, ihtimamın başka yüzünü bize önerecektir.[6]

Akın’ın “Balina” şiirinde türler arası ilişkinin mücadelesi ve zenginliği, kaptanlık müessesesinin aynı zamanda erkekler arası ilişkideki iktidarıyla düşünüldüğünde doğa-insan çatışması daha açık görülebilir. Erkeğin doğayla imtihanı ve aynı zamanda neden olduğu tahribat… Gülten Akın; Rebecca Tamas’ın dile getirdiği gibi, “Yeryüzünü, kim olduğu fark etmeksizin, herkesin ortak hazinesi kılmanın” ve bu bakışı genişleterek Antroposen bir zumlamayla dünyadaki türler arası ilişkilerde, insanın biricikliğini altüst eden yaklaşımını çok erken bir tarihte şiirleriyle bize gösterir.

Gülten Akın; evle, sokakla, çeşme ve duvarla, yağmur ve taç yaprağı üçlü çiçekle, geyik avına benzettiği bir yazısıyla -Şiir yazmak geyik avlamaksa eğer, öldükten sonra avlanmalı geyikler-[7], buyurgan sesli bağıran adamlar, devrimci serçeler, beton kentler ve belki en çok da kadınlarla, türler arası ilişkiyi eşitleyen, bugünün Antroposen bakışındaki ilk işaretleri, çayır çimenin kokusunu duyurarak ve “Adam senin böyle kuşluk vakti ürküttüğün serçeler”[8] derken serçeler adına da konuşarak şiirinin çatkısını inşa eder.


[1] Şiirden Bir Ülke Bahçesi: Gülten Akın Sempozyumu, Nilüfer Belediyesi Kütüphane, 2021, s. 18.

[2] A.g.e., s. 20-21.

[3] A.g.e., s. 129.

[4] Catherine Mayer, Cinsiyet Eşitliği Dünyayı Nasıl Kurtaracak, çev. Barış Cezar, İletişim Yayınları, 2019, s. 22.

[5] Gülten Akın, Bütün Eserleri: 1, Yapı Kredi Yayınları, 2019, s. 548.

[6] Şiirden Bir Ülke Bahçesi: Gülten Akın Sempozyumu, Nilüfer Belediyesi Kütüphane, 2021, s. 108.

[7] A.g.e., s. 122.

[8] A.g.e., s. 107.