Bir Siyaset Üretme Aracı Olarak Alterego

 

Çok değil, yakın bir geçmişte siyasi hayatın klasik hikâye örgüsü henüz mevcutken siyasi kahramanın yolu da sarih ve görünür biçimde şematikti. Siyasi kahraman için türlü işaretlerle belirli bir çağrı oluşurdu ve bu çağrının niteliği de çoğunlukça bilinir olurdu. Bu çağrıyı fark eden kahraman da bu yolculuğu yaşamaya dair arzusuna, kendi iç engelini aştığında olumlu cevap verir ve sarih şematiğe uyarak basamakları tırmanırdı. Kahramanın karakteri, daha hikâyenin başında tam olarak hangi işaretleri taşıdığı konusunda ikna edici biçimde yalın ve net olurdu. Kahraman, kendisi için oluşturulmuş olan siyasi miti temsilen görev alırdı. Hikâye kurucular da efsaneyi onun etrafında şekillendirirdi. Böylelikle merkezî arketip de oluşturulmuş olurdu. Ya da kahraman, merkezî arketipe uygun biçimlendirilirdi. Kahramanın dış dünyaya gösterdiği bir yüzü olurdu, kamusal kişilik yüzü. Bu bir çeşit maske de olsa temsil gücünü yerine getirirken sahici ve kesin sınırlar içinde belirirdi. Bu kahramanın karşıtı bir başka “ben”de temsil edilirdi. Siyasi kahramanlar bir karşıtlık biçiminde yapılanan motifler içine yerleşirdi ve bu da siyasi alanı nispeten daha şeffaf, görünür ve kuralları belli kılardı. Bu klasik hikâyenin kahramanı da kendi ben’i içinde parçalanmamış, kendi alterego’su yoluyla bölünmemişti.  Ego mutlak hâkimdi.

Ancak günümüzde ve mevcut güncel modellerimizde siyasi kahramanın “ben”i kendi öteki ben’inin rakibi olabiliyor. Kendi zıt modelini yine kendi içinden alterego yoluyla üretebiliyor ve böylelikle kendini hem olumlayarak hem de olumsuzlayarak iki biçimde de üretme kapasitesi kazanabiliyor. Son yıllarda, siyasi figürün, kendi varsayılı aşkınsal ben’ini sürekli ve kesintisiz bir fiil halinde üretmek için, kendi öteki ben’ini bir yadsıma nesnesi olarak kullandığı bir süreci yaşıyoruz. Ve bu sürecin edilgen ve çaresiz tanıkları olarak tam bir kafa karışıklığı içindeyiz. Kendinde, hem de açıktan zıt iki imge barındıran ve koşullara göre tercihen birinden birini kullanabilen bir siyaset etme biçimiyle karşılaşıyoruz. Siyasi figürün bu tavrı, aşkınsal ben’ine geniş, kıvrak, doğurgan fiiller için hareket alanları açıyor. Doğal olarak da anlamsız, kaotik, girift ve yer yer saçma bulduğu çelişkilerle dolu politik tavır alışların gerçek nedenini ve nasılını merak ediyor herkes. Bu bir siyaset üretme biçimi midir, yoksa gerçek bir psikopatolojik durumun yansıması mıdır, sorusu da güncelliğini koruyor. Buna kısaca her ikisi de, diye cevap verilebilir.

Konu ettiğimiz şeyin güncel yansıması olarak karşı karşıya olduğumuz durum siyasi kahramanda, politize olmuş id’in kendi meşruiyetini yine kendi eylemelerini dayanak yaparak sağladığı bir siyasal sürece kendini katması ve gücünü keşfederek kendi iç istenci (dürtüleri) dışında hiçbir norma bağlı kalmayarak hareket etmesinin yol açtığı sonuçlardır. Özellikle son yıllarda karşılaştığımız şey, siyasi figürün ele aldığı meselelerde mevcut siyasi seçeneklerden birini tercih etmesi değil, bunun dışında yaşanan akıl zorlayıcı, hatta bir çeşit akıldışılık durumudur. Zira siyasi figür, bizzat kendisinin kavramsallaştırdığı, siyasi retoriğe dahil ettiği söylemine düşman, tümüyle onu yok sayan, hatta şeytanileştiren bir tavır sergileyerek siyaset etme edimini hem fiilen hem de retorik anlamda tıkıyor ve muhalif olana alan bırakmıyor. Bu bir anlamda siyaseti sonlandırmak da demektir. Bu durum, başlangıçta rasyonel görünmemesi nedeniyle bitmeyen bir izahın konusu oldu. İnsanlar, siyasi figürün karar ve tavır alışında, tutum değiştirmesinde problem aramıyordu. Problem gibi görünen şey, siyasi erkin sürekli kendi söylemini, yani aslında söylem sahibi olarak kendini, siyasi figür olarak da siyasal temsilini üstlendiği konumunu düşmanlaştırarak, yine kendisinin tam karşısına yerleştirmesiydi. Siyasi kahraman kendini bir ters bir düz örerek yapılandırıyordu. Ancak bunun bir siyaset üretme aracı olarak sahibine zarar vermesi gereken bir yöntem olması lazımken nasıl olur da son derece kârlı, üretken bir işlevi olduğu merak ediliyordu.

Ben içinde sayısız öteki ben’i (alterego) verili olarak konumlayan ve öteki’yi, varsaydığı aşkınsal ego’sunun sonsuz yansıması olarak kullanan bir edim güncel siyasi figürün kendini üretmesinin aracı olmuşa benziyor. Ben içinde taşınan bendışının, yine ben’i merkezileştiren yapısından yararlanan bu edim, sonsuz imkâna evrilebilen bir süreçmiş gibi görünüyor. Başkalarının her defasında “ama bu kez gerçekten bittiler” yanılgısıyla sonuçlanan yargılarının makûs bir talihe mahkûmmuş algısına dönüşmesinin nedeni de bu baş edilemez gibi görünen siyaset üretme biçimidir. Güncel siyasi figürün bendışı bırakılan ben’ini kendi aynasında bir çeşit projeksiyon yoluyla yansıtması, çoğullaması, varsayılan aşkınsal ben için kullanmasının sonuçlarıyla karşılaşılıyor. Ben’in öteki ben’i yadsıma yoluyla yansıtması biçiminde işleyen psikopatolojik sürecin yıkıcı fiiline, daha çok kendi olmayan öteki maruz kalıyor. Çünkü kahramanda temsil edilen “ben” hem ben’i hem de öteki’yi temsil ediyor. Bu durumda gerçek “öteki” zamandışı kalarak hiçleşiyor.

Aşkınsal ben’in kendi normatif ve yapısal kurulumunu, ideolojik, hayalî ve benzeri bir şeye “iman” etme motivasyonuyla gerçekleştirmesi, öteki ben ile arasında dolayımsız, mesafesiz tam bir uyuşum imkânı sağlıyor. Aynı zamanda öteki olduğu için yadsınabilen, bir bilginin, yordamın alanına dahil edilerek nesneleştirilebilen öteki ben ile aşkınsal ben’in işbirliği çoğu kez belirsiz bir uzama açıldığı için bir “tamamlanmışlıkla” sonuçlanmasa da işlevsel olmayı sürdürüyor. Zira aşkınsal ben ile öteki ben arasındaki tematik ilişki bir çeşit kesintisizliğe mahkûm, simbiyotik bir ilişkidir. Bu yapının bütünüyle bozulmasını engelleyen etken Lacan’ın formülasyonuyla belirtirsek “a= ∞ küçük a” biçiminde kurulumu yapılan karakteridir. Bu yapı yoluyla siyasi figür, olağanüstü bir güç elde etmiş görünüyor. Üstelik bu “fetiş ben” bir çeşit arketip konumu taşıdığı için toplumun bireylerince kopyalanıyor ve çoğaltılıyor. Kopyalar da aslını güçlendiriyor. Bunun toplumda kabul görmesi ve tepkiye yol açmaması da siyasal erki bu konuda cüretkâr kılıyor. Mevcut kârlı ve işlevsel durumun ikincil siyasi figürler tarafından fark edilmesi ve benzer tavırların geliştirilmesi de siyasal atmosferin bütünüyle öngörülemez, fırtınalarla dolu, karanlık bir ufka açılmasına neden oluyor.

Toplumun ve bireyin yaygın, derin korku ve anksiyete duygusuyla beslenen bu sürecin sonuçta varacağı yer, herkes için bu sürdürülemez olanla yüzleşmenin yaşanacağı an olacaktır. Çünkü bu ilişkinin psikopatalojik karakteri, aşkınsal ben ile öteki ben arasındaki bağın kırılgan, tam sadakatin oluşumunu bozan bir yapıda oluşmasına yol açıyor. Zira akıldışının aklın içine taşınan yeteneği de sonunda aklın merkezileşeceği bir yapıya hizmet edecektir. Siyasi erkin aşkınsal ben’inin öteki ben’i yoluyla tüm yapıları bozan, normları askıya alan, bir çeşit boşluk ve keyfîlik yaratan ve bu yolla da algı ve anlam dünyasını parçalayan, referansları yok eden edimi, yine bu durumun kendine özgü yasasıyla son bulacaktır.