Hayat, egemen istisna içinde kaldığı sürece kutsaldır.
(Giorgio Agamben, Kutsal İnsan)
Okuyucusuyla buluşan ve İdris Baluken’in ikinci romanı olma özelliğini taşıyan Oko (Dipnot, Haziran 2019) adlı edebî metin, insanlığın daha çok düşünmeye ve aynı anda daha az hissetmeye başladığı bu çağda, vahşet boyutlarına taşınan politikaların nasıl hayata geçirildiğini ele alıyor.
***
Romanın ana kahramanı ve aynı zamanda bir köpek olan Oko, doğa ve doğal durumu temsil ediyor. Baluken’nin dört duvar arasında, tasmasını ve zincirlerini kırıp özgür ovalara, şehirlere ve dağlara saldığı Oko, okuyucunun gözlerinin içine bakıyor. Ve bizlere çağrıda bulunuyor. Oko bizleri vahşetin ve dehşetin toplamına dönüşen insan icadı sınırları reddetmeye ve masumiyetin temsili olan “hayvanlığı” yeniden ele almaya davet ediyor. Bunun için de icabında yalnız kalmayı ve gerektiğinde mücadeleyi göze almayı da davetiyenin hemen yanına iliştiriyor.
***
Baluken’in bu romanının aynı zamanda insanın insana ve insanın doğaya karşı olan sistematik ve planlı nefretinin bir reddiyesi olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Baluken, insanların neden olduğu vahşetlerden, hayvanların dünyasındaki masumiyete ve zararsızlığa davet ediyor. Bunun için de insanların vahşetine karşı hayvanlığa ait değerlerin bir “onur” olarak ortada durduğuna işaret ediyor.
***
Nazi Almanya’sında, Yahudi esirlerle temerküz kampında tutulan Fransız filozof Emauel Levinas, kendisinin yetmiş kişi ile birlikte bir birimde kaldığını çeşitli vesilelerle kamuoyu ile paylaşmıştır. Levinas’ın tecrübe ettiğine göre, kampta ayak işlerinde çalıştırılan Yahudilere göre “bile” gaz odalarına atılmayı bekleyen “sıradan Yahudiler” insanaltı varlıklardı. G. Agamben’in Amery’den aktardığı üzere, Nazi kamplarında insanlığın dışına itilen ve Levinas’ın “insanaltı” dediği bu varlık için “Muselmann” kavramı da kullanılmıştır. Muselmann’ın bilincinde iyi-kötü, güzel-çirkin, onurlu ve alçak, mantıklı ve mantıksız gibi ayrımların bir yeri yoktur. Muselmann, fiziksel varlığını güçbela sürdüren bir fiziksel işlevler yığını, yürüyen canlı bir cesettir. Muselmann, bütün değerlendirmelerin dışındadır.[1]
Yine Levinas’a göre, “ayaktakımı (kamplarda ayak işlerinde çalıştırılan Yahudiler)” için kendileri “bir grup büyük maymundu”. Ve şunu ekleyecektir Levinas: “Biz, onların (kampta ayak işlerinde çalıştırılan Yahudiler) türü içine hapsolmuş, kullandığımız bütün kelimelere rağmen dili olmayan varlıklardık.” Yani insan olmaya bağlanan en temel özelliklerinden birine (konuşmaya) kendilerine benzeyenler tarafından el konulmuştu.[2] Aradan kısa bir süre geçince, toplama kampının çevresinde yaşayan başıboş bir köpeğin toplama kampı sakinlerinin hayatının bir parçası haline geldiğini anlatır, Levinas. Tabii ki, nöbetçi askerler onu kamptan dışarı atıncaya kadar..
Bu köpeğin hikâyesini şöyle aktarıyor Levinas:
“Birgün, muhafızların gözetimi altında çalışmaktan döndüğümüzde, köpek bu ayaktakımıyla tanışmaya geldi. Kampın civarındaki yaban bir arazide hayatta kalmayı başarmıştı. Ona ‘Bobby’ diye egzotik bir isim verdik, tıpkı insanların sevdikleri köpekler için yaptıkları gibi. Sabah sayımında ortaya çıkar, çalışmadan döndüğümüzde bizi bekliyor olur, bizi görünce atlayıp sıçramaya ve neşeyle havlamaya başlardı. Onun gözünde insan olduğumuza şüphe yoktu. O köpek Nazi Almanya’sındaki son Kantçı’ydı, ilkeleri ve dürtüleri evrenselleştirmek için gereken zihne sahip olmasa da…”[3]
Görüldüğü üzere, kamp hayatının normali ele geçirdiği bir çağda, büyük kapatılmaya maruz kalan insanların hayvanlardan “insanlık” medet umar bir duruma düşürülmüş olması insanlık tarihinin bizatihi kendi trajedisidir.
İnsanlığa dair benzer bir kırılmayı, 2015’ten beri Sincan Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP’li İdris Baluken’in son kitabı olan Oko’da da görüyoruz. Çözüm Süreci’nin tanığı iken, sanığı haline getirilen Baluken’in, Levinas’ın Bobby’sinden haberdar olup olmadığını bilemiyoruz, ama son kitabındaki Oko adındaki köpek ile Levinas’ın Bobby’sinin etik ve yüz tartışması açısından çok sayıda ortak yanlarının olduğu aşikâr.
***
Levinas’ın “altinsan” muamelesi gördüğünü söylediği toplama kampındaki Yahudilere kendilerini insan olarak hissettiren tek varlığın bir köpek olması insanlığın düşürüldüğü sınırlara dair tanıklığın namümkünatını ortaya koyan bir vaka olarak önümüzde duruyor. Bu sınırları, yanına Oko’yu alan Baluken de Sincan Cezaevi’inden, bir kez daha zorluyor ve sorguluyor. Yıllar önce Levinas’ın temerküz kamplarında maruz kaldığı muameleyi anlatabilmek ve devlet rasyonalizasyonunun pençesine düşmüş insan kitlelerine ayna tutmak için verdiği örneğin bir benzerini İdris Baluken de bizlere Ankara’nın göbeğinden, Sincan Cezaevinden veriyor.
***
Hem Levinas’ın hem de Baluken’in metinlerindeki “hayvanlık” tasviri ve düşünüşü, günlük anlamdaki insan davranışlarının olumsuzlanmasını içeren anlamı içermediği gibi, iki yazar da pozitif anlamlar yüklenmiş.
Baluken de, Levinas da metinlerinde “hayvanlık” kavramının içeriğini pozitif anlamlar doldurarak ele almıştır. Çünkü hem Baluken hem de Levinas yaşadıkları çağlarda insanlığın düşüşüne şahit olan insanlardır. Dolayısıyla, Baluken de, Levinas da insanlığın içine düştüğü yıkıcı enkazın ortasında kalanlar olarak hayvanlığın doğal hali üzerinden toplumu yüzleşmeye davet ediyor.
***
İki yazarın da insanlıktan bekledikleri ideal eylemleri köpeklerde (insan dışı varlıklarda) bulmuş olmaları, insanlığı düştüğü yerden kaldırma çabasına “el verin!” duyurusudur. İdris Baluken, Oko’sunda; insan hakları, insanlık vb. kavramlar yerine, bizlere “hayvanların dünyası” üzerinden yeniden düşünmeye olanak tanıyor. Ve kurtuluşun reçetesini tam da burada görüyor. A. Camus’nün başına gelenler gibi; İdris Baluken insanlığı düşerken gördü! Ve bu düşüşün yıkıntıları romanın her cümlesinde hissediliyor. Bu nedenle Baluken, yanına aldığı Oko’yla beraber “insanlık ve medeniyet” kavramını yeniden tartışmaya ve deşmeye çağırıyor. Tıpkı Levinas’ın yanına Bobby’i alıp bütün Avrupa’yı Nazizm hakkında yeniden düşünmeye davet etmesi gibi... Baluken, insanlığa dair olan yüzleşme meselesinin insanlıkla sınırlı ve yeterli olmadığını, hayvanlar âleminin ve doğanın da bu yüzleşmenin önemli bir parçası olduğuna işaret ediyor. Levinas’ın “Kimler barışabilir?” sorusuna verdiği cevapta olduğu gibi: “Yüzü olanlar barışabilir”
***
İnsanlığın organize barbarlığından, hayvanlığın şiddetsiz ve masumane varlığına sığınma çağrısıdır Baluken’in Oko’su... Bu eserde, egemen tarafından kurbanı “açlık veya zincire vurulma” seçeneklerinden birine zorlamanın neden olduğu yıkım gözler önüne seriliyor.
***
Baluken; Oko’nun, Cico’nun, Loli’nin, Brûsk’ün, Delâlî’nin, Bozo’nun, aşkın, vahşetin, nefretin, insanlığın, hayvanlığın ve kadınlığın hikâyesini yazıyor, dört duvar arasında. Baluken, adalara sıkıştırılan hikâyelerden yaşamı ve yaşatmayı devşirmeye çalışıyor. Yeter ki kosterler, gemiler bozuk olmasın!