“İnsan hiç anlamıyor böyle birinin ölmesini.”[1]
“Hafıza bir görüntü ister,” demiş Bertrand Russell. Öyledir, zihnimizde görüntüsü kalmamış şeyleri hatırlamayız ya da bir olayın bizdeki izi ne kadar silik olsa da onu mutlaka bir imgeyle hatırlamaya çalışırız. “Gözümüzle görmediğimize inanmayacağımızı söylemelerimiz bundandır belki.”[2]
995 km’yi okumaya başladığım ilk sayfadan itibaren, alıntıyla başladığım Harita Metod Defteri’ne doğru gittim. Oradaki gibi, gözümüzle görmek istediğimiz görüntülerin tanıklığını yaptırıyor Mungan ve inanabilmemiz için 995 km süren bir yolculuğa çıkarıyor. Daha da önemlisi 90’lı yıllara doğru görüntüleri hafızalara yerleştirme derdinde.
Mekân ve kent
Romanda ilk anda dikkat çeken şey mekânlarla kurulan ilişki. Mekânların anlatımına özel bir önem vermiş Mungan. Çok detay vermeden, sokakla, bahçeyle, otogarla, hamamla, kahveyle, kitapçıyla, camiyle, buluşturuyor okuru. Mekânlar da kentlerin hafızasıdır. Kentlerde oraya özgü bir kapalı çarşı, bir meydan, ilginç sokaklar, o kente özgü ürünlerin satıldığı dükkânlar olmazsa olmazlardır. Buraları çıkarınca kentten, ne kentin ihtişamı ne hafızası kalır. Murathan Mungan ince dokunuşlarla bu hafızayı da okurun önüne koyar.
Bir süre yolun sağa kıvrılan yanındaki Bakırcılar Çarşısı’nda dolanıyor, inip kalkan çekiç sesleri arasında eski zamanlardan kalma görüntüler düşüyor gözlerinin önüne. Saraçların ve yemenicilerin yan yana sıralanmış dükkanlarına göz atıyor. Baklavacı, tatlıcı, kebapçıların, önlerinde fıstık çuvalları dizili, kapısından mal taşan dükkanların önünden geçiyor, eski kitaplar satan, toz tutmuş camlarının içeriyi görünmez ettiği bir dükkânın önünde Hz. Ali’nin cenklerini anlatan halk hikayeleri kitaplarını görünce duralıyor.[3]
995 km, sözcükleri çok olan, sözcükleri güçlü bir yazarın, Susan Sontag’ın, “başkalarının acısına bakmak”[4] dediği yerden bakar mekâna. Sözün gücü bir deklanşör gibi uzanır zamanda.
Kerem her gelişinde mutlaka bu sokak aralarında, surların orada, Gazi Köşkü, Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin çevresi, Erdebil Köşkü, Hevsel bahçelerinde dolaşmaktan ayrı keyif alırdı. Bir-iki kere Garipoğlu Hamamı’nda yıkanmışlığı da vardı. (…) Dicle kıyısında farklı tarihlerde çekilmiş bir deste fotoğraf kalmıştı ona. Anadolu’da nereye gitse o şehrin tren garının, eskilerden kalmış bir sinema binasının önünde ya da hâlâ yıkılmamışsa Cumhuriyet’in ilk yıllarında kalan saat kulesinin altında fotoğraf çektirmeyi severdi. “Yalnız şehirleri değil, tarihini de gezeceksin,” diye düşünürdü.”[5]
Yüzyıllık özet
Murathan Mungan, 90’lı yılların panoramasından küçük bir cumhuriyet yüzyılı çıkarıyor 995 km’de. Musa Anter cinayetiyle başlattığı roman, aynı zamanda Mustafa Suphi ve arkadaşlarının cinayetidir. Sabahattin Ali cinayetidir. Abdi İpekçi, Kemal Türkler, Doğan Öz, Cevat Yurdakul, Bedrettin Cömert cinayetleridir. Hrant Dink ve Tahir Elçi’nin katledilmesi bunlara dahildir. Maraş, Sivas, Çorum katliamlarıdır. Susurluk’tan yayılan irindir. 90’lı yıllar aslında bu ülkenin derin tarihidir.
90’lı yıllar ülkenin derin olduğu kadar, en karanlık yıllarıdır. Ülkenin doğusunda faili meçhuller, köy boşaltmalar, uyuşturucu ticareti, hak ihlalleri, kitabevlerinin bombalanması, esrarengiz kayıplar olurken, ülkenin batısında oluşturulan milliyetçilik, Kürtlere linç olarak geri dönüyordu. Murathan Mungan’ın kahramanlar üzerinden anlattığı işte bu dönemde yapılmak istenenler ve yaşananlardır. Dönemin dergi ve gazeteleri her gün bu manşetlerle çıkıyordu. Devlettin eğittiği Hizbullah’ın satırlı cinayetleri, katledilen gazeteciler, resmî açıklamalar... Bir akıl tutulması hali devredeydi. “Ötekileştirdikleri”, “öteki olarak” gördükleri insanlara saldıran kalabalık bir lümpen grubu devredeydi.
Kendi evinde iktidarsız olan süperego, toplumda bir cellada dönüşür. Bu bireyler, bir yandan bastırılmış dürtülerini serbest bırakırken, bir yandan da kendilerini uygarlığın koruyucuları olarak görmenin doyumunu yaşar. Saldırganlıkları iç çatışmalarını ortadan kaldırmadığı ve her zaman saldırabilecekleri başka insanlar olacağı için de bu bastırma rutini durmadan tekrarlanır ve böylece toptan yıkıma doğru gider.[6]
Olan tam da buydu. Faşist bir akıl devredeydi ve rutin yükseldikçe yükseliyordu. Devşirdikleri genç insanlara milliyetçilik sosu yükleyip, eline verdikleri silahla, “ötekileştirdikleri” herkese kurşun sıktırabildikleri bir dönemdi. Romanda Göktürk isimli kişi tam da böyle bir profil ve bu profil hafıza zorlandığında, Hrant Dink’in katiline doğru götürecektir okuru. En azından benim okumam ve okuduğumda gittiğim yer burası oldu. Sıradan insanlardan kahraman yaratmanın ölçütü, karşı tarafın “bölücü” olduğu, eylemlerinin ulvi bir amaç için gerçekleşeceğine ikna edilmesi, bir tür ahlâki sorumlulukla kurban seçilenin üzerine gönderilmesidir. Koşulsuz kabul, kahraman olma duygusunun yanında, arkasının kuvvetli olduğunu düşünmesi, o güvencenin verilmesi ve dindarsa ‘bir din düşmanından”, milliyetçilik ağır basıyorsa “bir vatan haininden” kurtarılan din ve ülke vardı.
Kahraman
İki bölümden oluşan romanda ilk bölüm cinayeti işleyen isimsiz kişiyle başlıyor. Burada muhteşem bir çözümlemeyle katilin kişilik analizini, ilişkilerini, dünyaya bakış açısını ve buralara kadar hangi aşamalardan geçtiğini görürüz. İç dünyasında bir mümin, sadakat ve imanla dolu bir dindar, kendini allah yoluna adamış bir nefer, iyi yetiştirilmiş bir eleman... Bölümde insanı soluksuz bırakan taraf, ilginç bir kovalamacanın yanında, cemaat ilişkileri, cemaatin devletle olan bağlantıları, çalışma şekli, dinî kavramlar ve elbet katilin eğitildiği kişilerle olan anımsamalarından tam da dönemi yaşatıyor Mungan. ‘Üstü örtülen şeylerin’ sorgulanmadığında ülkede nelerin olup bittiğini bugünün penceresinden okurun önüne koyuyor ve vurdumduymazlığın, geçmişle yüzleşememenin, belleksizliğin nelere yol açtığını kesintisiz aktarıyor.
İnsanların en korktukları, kaçtıkları şey yüzleşme korkusu, yüzleşememe. Oysa tarih denen geçmiş zamana yüklenen anlam büyük olmasa ve geçmişin yüzleşecek insanın bugününe yansıması olmasa, kuru kuruya iman edilen geçmişin tuzla buz olacağından kuşku yoktur. İnsanın içindeki en büyük korku, geçmişte yaşananların bir şekilde ona ulaşacağı ve bunun onu yaralayacağı korkusudur. Çünkü insan anımsamak istemez. Anımsadığını da kalbinin derinliklerine gömer. Gömdüğü aynı zamanda bir ülkenin kaderidir. Murathan Mungan bu kaderi insanların avucuna koyar ve bir kez daha yüzleşmeleri için anımsatma yapar 995 km’de.
Yol
995 km aynı zamanda bir yol romanı. Diyarbakır’dan otobüsle başlayan yolculuk 995 km uzaklıktaki Alanya’ya kadar sürüyor. Bu süre aynı zamanda on yılın tarihi. Aynı zamanda bir ülkenin yüzyılının tarihi. Ötekini yok etme üzerine kurulan denklem, kendini kabul ettirme ve büyük bir korku oluşturmak için her yolun mubah olduğu bir denklemdir. İşte bu denklemin çözümlerini yolculuk içine yerleştirir Mungan. O yolculuktan sarkan molalarda, varış yerlerindeki gizli kodlarda ve kovalamacanın sırlarında hep yeni denklemler kurar, formülü verir ve çözümü okura bırakır.
Sonuç
Yine Mungan okuru olarak benim için eşsiz bir güzellikte olan Harita Metod Defteri’ndeki, “Tren” yolculuğuna giderim. “O uzun, sarsıntılı yolculuğun derin yorgunluğu öyle diplerde bir uykuya yatırmış olmalı ki beni, sabah uyandığımda olanları hatırlamam, nerede olduğumu algılamam, kendime yeryüzünde bir yer bulmam epey zaman aldı.” Kuşkusuz romanı bitirince bir zaman küçük bir algı eksikliği yaşanabilir. Bir zaman sonra romanın gerçek olduğunu ve romandaki her detayın aslında bu ülkede yaşandığını kavradığınızda, bu ülkede yaşayan bir okur olarak kendi sessizliğinize isyan edeceksiniz. İçinizde şizofrenik bir yangının sarsıntısı ve acısı büyüyecek. Sonra da “eyvah, ben ne yaptım” diyeceksiniz.
Bir de özel bir paragraf olarak müziğe dair iki kelam etmek gerekiyor. Romanda Umut isimli gazeteci, bir plak koleksiyoneri. Onun ağzından, Led Zeppelin IV plağı için “tüm rock müzik tarihinin en iyi plağı” denilerek okuru Led Zeppelin IV’ e doğru götürüyor öncelikle. Daha sonra da “Creedence Clearwater Revival” topluluğunun “Suzy Q, Who’II Stop the Rain, Down on the Corner, Proud Mary, I Put a Spell on You” şarkıları eşliğinde yolculuğa çıkarıyor. Bir yandan kitabın sayfalarındaki esrarı, örgüyü, yaşananları, kurguyu yaşarken, diğer yandan Emerson, Lake and Palmer’in “From the Beginning”ini dinlerken bulacaksınız kendinizi.
[1] Murathan Mungan, Yaz Sinemaları, Metis, Ocak 1993.
[2] Murathan Mungan, Harita Metod Defteri, Metis, Kasım 2015.
[3] Murathan Mungan, 995 km, Metis, Ekim 2023.
[4] Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak, Agora, Kasım 2005.
[5] Murathan Mungan, a.g.e.
[6] Max Horkheimer, Akıl Tutulması, Metis, Şubat 2016.