Bir Soykırım Reddiyesi
Barış Özkul

Hüsnü Mahalli’nin Filistin Benimdir – Ortadoğu’nun Kanlı Tarihi isimli kitabı Ekim ayında Kırmızı Kedi’den yayımlandı.[1] Mahalli, Filistin’in İsrail devleti tarafından işgali ve buna karşı Filistinlilerin mücadelesini anlatmak için kaleme aldığı eserin kapsamını bir hayli geniş tutmuş ve Yahudiler ile Filistinliler arasındaki ilişkileri binlerce yıllık bir zaman dilimi içerisinde –Mısır’dan Çıkış’tan Holokost’a kadar– incelemiş. Ancak bu uzun zaman dilimindeki olaylar kendi özgül anlamlarıyla değil İsrail’in kuruluşunu/Filistin’in işgalini hazırlayan bir tarihsel sürecin uğrakları olarak ele alındığından kitabın hemen her bölümüne kuşatıcı bir komplo mantığı hâkim: Mahalli’ye göre binlerce yıllık tarih, Yahudilerin içkin kötülüğünden ötürü İsrail devletinin kuruluşuna doğru ilerleyen bir olaylar silsilesinden, neticesi belli bir akıştan ibaret.

Kitabın komplocu mantığının belirgin bir anti-Semitist boyut kazandığı bölüm Holokost’la (Yahudi Soykırımı) ilgili. Bugün komplo teorisyenleri, anti-Semitler ve neo-Naziler dışında hiç kimsenin “oldu mu olmadı mı?” tartışması yapmadığı, modern soykırım teriminin tanımlayıcı hadisesi Holokost’la ilgili bölümün başlığı “Soykırım oldu mu?” (s. 223). Başlıktan Mahalli’nin soykırımın olup olmadığı konusunda birtakım şüpheleri olduğu anlaşılıyor.

Soykırım inkârcılığı genellikle “ama onlar da şunu yaptı”, “onlar öldüyse bunlar da öldü” tarzı argümanlarla tezahür eder. Bu aslında soykırım kurbanlarının pek de masum olmadığını, bir “mukatele”nin tarafı olduklarını ya da geçmişlerinde ölüm cezasını müstahak kılan bir fiilin bulunduğunu anlatmanın kibar ve yumuşak bir yoludur. Baklayı ağızdan çıkartmadan önce gardını alabilmek için bir bahanedir.

Hüsnü Mahalli de Yahudilerin yanısıra Çingeneler, Polonyalılar, Slavlar, akıl hastaları ve engellilere de “insanlık tarihine utanç olarak geçmiş bir soykırım” uygulandığını söyleyerek söze giriyor. Bir yandan “soykırım” sözcüğünü kullanırken öte yandan Yahudi kurbanlara iltimas geçilmemesi için okuru alttan alta uyarıyor. İsrail-Filistin ilişkileriyle ilgili bir kitapta “Yahudiler Holokost’ta yalnız değildi” hatırlatması bütün iyi niyetiyle orta yerde duruyor! Mahalli’nin bir an için bütün insanlığı kapsayan bir hassasiyetle bunu böyle ifade ettiğini düşünsek de sıra Holokost’un belli başlı olaylarının anlatımına gelince durumun pek öyle olmadığı anlaşılıyor.

İlkin “olayın söylendiği gibi ve anlatıldığı boyutlarda gerçekleşip gerçekleşmediği hakkında çok büyük tartışmalar yaşandı”ğını hatırlatan Mahalli, “Avrupa Birliği ülkelerinin Holokost’u tartışan veya inkâr eden bilim insanları ve tarihçileri cezalandırması”ndan yakınıyor. Soykırım tartışmasının faşistler tarafından öteden beri bir ifade özgürlüğü sorunu olarak sunulması II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da ciddi bir hukuk tartışmasına konu olmuştu; Holokost’un inkârını cezalandıran nefret ve ırksal ayrımcılık yasaları Naziler’den en ciddi zararı görmüş olan Almanya, Fransa, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, Macaristan gibi ülkelerde bu suçların birinci ve ikinci dereceden mağdurlarını korumak amacıyla çıkartılmıştı ve “soykırım oldu mu olmadı mı?” tartışmasının önünü almaktan ziyade soykırımın ağır hasarlarının tamirine yönelik düzenlemeler içeriyordu. Bu yüzden ifade özgürlüğünün sınırlarının bir miktar daraltıldığı söylenebilir ama bu Mahalli’nin iddia ettiği gibi farklı fikirdeki tarihçileri cezalandırmak için sapılmış bir yol değildi. Kurbanların birinci ve ikinci dereceden yakınları hayattaydı ve yaşam haklarının güvencede olduğu bir hukuk kalkanına –en azından kâğıt üstünde– ihtiyaçları vardı.

***

Peki, Mahalli’nin “cezalandırılıyorlar” diye yakındığı tarihçiler kimler?  Mahalli’nin başlıca kaynağı olan Fred A. Leuchter, Birkenau’da gaz odalarının bulunmadığını iddia eden bir sahte belge düzenlediği için yargılanmış bir ABD’li mühendis. Mahalli, Leuchter belgesinin sahteliğinin bilirkişi raporlarıyla kanıtlandığını okura belirtme ihtiyacı duymadan Holokost’un inkârıyla özdeş tezlerini sıralamaya başlıyor ve bu arada soykırımın bir “yalan” olduğunu da ağzından kaçırıveriyor:         

Birçok yazar ve tarihçiye göre soykırım denilen yalan ya da abartı işte bu olaylardan sonra ortaya atılıyor. Almanya’da kalan Yahudilere baskı uygulama yetkisini bizzat Siyonistler, Nazilere vermiştir. Yahudiler savaş esnasında toplama kamplarına alınmış, çalıştırılmış, hatta kötü muamele görmüştür. Ancak soykırım yalanının temelini oluşturan gaz odaları, birçok araştırmacıya göre var olmamış, gaz odası olarak bilinen yerlerin, tifüs hastalığına yakalanan Yahudilerin iyileştirilmesi için kurulan revirler olduğu sonradan ortaya çıkmıştır. Zira o sıralar kamplarda dehşetli bir şekilde tifüs salgını olmuş ve bu salgın sonucu Nazi SS subayları verdikleri emirle Ziklon-B gazları getirtmişlerdir. Ziklon-B gazı hidrosiyenik bir gaz olup tifüs hastalığı için kullanılır. Hatta o yıllar için toplama kamplarına Naziler tarafından asılmış bir afiste aynen şöyle yazıyordu: “Tek bir bit sizi öldürür.”

 

Peki, ölen Yahudiler kimlerdi?

 

Yine bazı Yahudi tarihçi ve yazarlara göre ölenlerin büyük bölümü alınan tüm önlemlere rağmen tifüsten dolayı hayatını kaybeden Yahudilerdi. Savaş sonrasında altı milyon dedikleri ölü sayısı sadece birkaç yüz bindi. (s. 226-227)

Mahalli’ye bakılırsa Holokost birkaç yüz bin kişinin canını alan bir tifüs salgını için uydurulmuş bir yalan. Devamında, fırınlarda yakılanların tifüsten ölenler olduğunu gene Leuchter’ten alıntıyla iddia ediyor. Bir başka “hafifletici sebep” olarak bazı Alman kamplarında yüzme havuzu ve tenis kortlarının bulunduğunu, bunun dönemin gazetelerine de yansıdığını hatırlatıyor.

Holokost, Mahalli’nin komplocu tarih tezinde İsrail’in kuruluşunu hazırlayan hadiselerden biri – esas hadise, kreşendo aşaması Filistin’in işgali. Bu yüzden ciddi tarihçiliğin hiçbir şekilde dikkate almayacağı, ipe sapa gelmez bir senaryoyla Naziler ile Siyonistler arasında bazı bağlantılar kurarak Holokost’u bir aracı hadiseye indirgiyor.

Bu senaryoya göre 1933-1939 arası Filistin’e yerleşen Yahudiler Araplar’a karşı savaşmak için bir “terör örgütü kurup” Nazi subayları tarafından eğitiliyorlar: “Aynı Yahudiler Filistin’de Araplara karşı savaşmak için Haganah terör örgütünü kurdular, silahları Nazilerden sağladılar ve Nazi SS subayları tarafından eğitildiler.” (s. 226) Tabii daha geçmişe dayanan, doğrudan Nazi liderliğiyle kurulmuş bağlantılar da var. Yahudi Rothschild ailesi 1920’lerde Almanya’ya parasal destek sağlamaya başlıyor ve bu sayede Almanya’da milliyetçilik söylemleri hızlı bir yükselişe geçiyor (s. 227). “Milliyetçilik söylemleriyle halkın gururunu okşayan Hitler[in] henüz gerekli mali kaynağa” ulaşamadığını fark eden Yahudi sanayi devleri harekete geçip “Hitler’e mali açıdan destek vermeye” başlıyorlar. “Hitler’in bankacısı olarak ünlenen Max Warburg [da] Almanya’nın en büyük bankeri olan Siyonist bir Yahudi’ydi ve Nazi partisinin en büyük finansörü olmuştu.” (s. 228) Mahalli, Hitler’in tek başına iktidar olmasını da “Siyonist Yahudi kökenli medya, finans ve endüstri devlerinin parasal desteği”ne borçlu olduğunu ileri sürüyor. Mesela “ünlü Yahudilerden Samuel ailesi Hitler’e 30 milyon pound destek sağ”lıyor. (s. 229) Nazilerin Avrupa’daki ölüm kampları ve gaz odalarına naklinden sorumlu Adolf Eichmann’ın esas vazifesinin de gizli bir Yahudi göçü yürütüp savaş yıllarında 250 bini aşkın insanın Filistin’e intikalini sağlamak olduğunu öğreniyoruz. Aynı Eichmann’ın 1960’ta dünyanın öbür ucundan getirilip yargılanması da “İsrail ve Siyonistler oyunu çok iyi oynuyorlardı” diye açıklanıyor.

Mahalli, kısacası, Holokost’un Yahudilerin Filistin’e göçünü kolaylaştırmak için Siyonistler tarafından tertiplenmiş bir komplo olduğu görüşünde ve bunu şöyle temellendiriyor:

Siyonist örgütler soykırım söylemleriyle; Batı dünyasının duygusal dayanışmasını sağlamış; Avrupa Yahudilerinin Filistin’e göçünü hızlandırmış; Zengin Yahudi işadamlarının Siyonist örgütlere yardım etmelerini sağlamış; Almanya’dan milyarlarca dolar tazminat almış; “Zulme uğramış halk” görünmenin duygusal dayanışmasına talip olmuş; Bu “zavallı halk”ın Filistinlilere zulmüne herkesin susmasını sağlamış; Dünya Yahudilerine “İsrail’e sahip çıkmazsanız yeniden soykırıma uğrarsınız” demiş ve inandırmış. (s. 232)

Mahalli’nin kitabında bu senaryoyu doğrulamak için seferber edilmiş birçok anti-Semitist klişe de var. Örneğin Yahudilerin “zeki ve çalışkan oldukları”yla ilgili algıları kırmak için şöyle diyor: “Tefecilikle zengin olmak ve… zenginliği farklı amaçlar için kullanmak bir zekâ olarak görülüyorsa o zaman konumuz değişir… eğer zekâdan bir insanın IQ’su anlaşılıyorsa o zaman Filistinlilerin İsraillilerden çok daha zeki olduğu kesindir.” (s. 222-223) Böylece Filistin-İsrail sorunu bir zekâ yarışması haline geliyor. Başka bir yerde Yahudilerin sabun yapılmadığını kanıtlamaya çalışırken bir yerde de Neçirvan Barzani’nin Holokost’la ilgili mesajını hatırlatıp Kürtlerle Yahudiler arasında duygusal bir dayanışmanın olduğunu vurgulama ihtiyacı duyuyor!

Hüsnü Mahalli’nin komplocu tezlerini Türkiye’de ve dünyanın başka yerlerinde kabul edecek birileri muhakkak çıkar. Zion Protokolleri gibi uydurma bir metne bile hâlâ inananlar var. Ancak Mahalli’nin niyeti eğer İsrail devletinin işgaline karşı Filistin’in haklı mücadelesine destek olmaksa, bunun “soykırım yalanı” gibi laflarla bezeli bir Holokost reddiyesi ve anti-Semitist klişeler ile yapılamayacağı, sonuçta amaçlananın tam tersi bir etkinin ortaya çıkacağı söylenebilir. Filistin’in haklı taleplerini savunmanın yolu tarihin alenen tahrif edilmesi değildir.


1 Hüsnü Mahalli, Filistin Benimdir – Ortadoğu’nun Kanlı Tarihi, 1. Basım - Ekim 2020, İstanbul, Kırmızı Kedi.