Mustafa Suphi
Tanıl Bora

Bundan yüz yıl önce, 28-29 Ocak gecesi, kuruluşunun dördüncü ayını idrak etmekte olan Türkiye Komünist Partisi’nin lideri Mustafa Suphi, on beş arkadaşıyla birlikte Trabzon açıklarında katledildi. Müesses nizamın sayısız gayrı nizamî operasyonlarından biridir. İçinde “millî infial” suretinde organize edilmiş linç de var. Teşkilat-ı Mahsusa’nın sembol şahsiyetlerinden Yenibahçeli Şükrü, anılarında bu ‘millî linçle’ övünür.[1]

Onun hakkında bir biyografi yazan[2] Ahmet Kardam, Birikim’in 377. sayısındaki (Eylül 2020) söyleşimizde, TKP tarihinde sadece politik değil düşünsel açıdan da kadri bilinmemiş bir şahsiyet olarak anıyor Suphi’yi. (Komünist mahfilde öyle anılır: Suphi.) Erken yitirilişi, düşünsel tekâmülüne sekte vurmuş: katledildiğinde takribî 40 yaşındaydı. Kardam, ondan gayrı, düşünsel mirasına yeteri titizlikle eğilinmediği kanısında. Bir “kurban” olarak yüceltilmekle kaldığından, “şehite” indirgendiğinden yakınıyor. En azından solda, Suphi’ye mahsus olmayan bir kader. Ve zaten, “şehitliğin” kaderi.

Solda da Suphi’nin fikrinin kadrini bilmememizin bir başka nedeni, TKP “geleneği” ile ’71 devrimciliği “geleneği” arasındaki geçirimsizlik, değil mi?

Ahmet Kardam’ın kitabının yanısıra Emel Akal’ın son yıllardaki çalışmaları,[3] meraklısı ve niyetlisi için, TKP’nin kuruluş evresinin düşünsel mirasını da çatı katındaki sandukadan çıkartıyor.

***

Suphi’nin Türkiye’de bağımsızlık savaşına müdahil olarak tabandan bir komünist hareket örgütlemek üzere Türkiye’ye geldiği ve bunun üzerine öldürüldüğü devrin koşulları, heyecanlı ve hazin ve ibretlik bir fasıldır. Kurulmaktaki Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilere ve diplomasiye dair, Türkiye içindeki sınıf ve iktidar mücadelelerine dair, TKP ile Bolşevik Partisi arasındaki ilişkiye ve ihtilâflara dair… Son derece de önemli bir fasıl.

Kardam ile Akal’ın bu konudaki yorum farklarına da dikkat kesilerek…

***

Bu yazıdaysa, 100. ölüm yıldönümünde, Suphi’nin milliyetçilikle ülfeti üzerinde kısaca duracağım. Mustafa Suphi’nin yolu, milliyetçilikten komünizme çıkmış. Bolşevik devrimine katkısı da, “milliyetler meselesi” ve Rusya’nın Türk-Müslüman halklarının devrimcileştirilmesi davası üzerinden.

O dönem, sosyalizm/komünizm fikrinin milliyetçilikle etkileşiminin son derece canlı olduğunu biliyoruz. Fransız Devrimi’ndeki gibi, Avrupa’nın 1848 devrimleri devrindeki gibi, Batı dışı ulusal kurtuluş mücadelelerindeki gibi, millî uyanışın, hayatın her alanına şamil toplumsal devrimlerle ve demokratikleşmeyle iç içe tasavvur edildiği bir zaman. Yani, futboldaki meşhur formülü uyarlarsak, “milliyetçilik sadece milliyetçilik değildir” demenin tam yerine oturacağı bir zaman – ve zemin.

Mustafa Suphi’nin milliyetçiliğe bakışını, milliyetçiliği anlayışını, elbette, dönemi içinde, zamanın ruhu içinde düşünmek gerekir. Ama Türkiye solunda iz bırakan, patika oluşturucu bir etkiyi temsil ettiğini de unutmamak gerekir. Ahmet Kardam, kitabında Suphi’nin komünist olmadan önceki (‘düz’) milliyetçiliği ile komünist olduktan sonra milliyetler meselesine bakışı arasında büyük bir fark olmadığına dikkat çekiyor. Suphi’nin milliyetçilik görüşünde gayet açık bazı sabit tutamaklar var. “Fetihçiliğe” karşı, içeriye bakan, toplumunun esenliğini düşünen bir milliyetçilik anlayışı, bunlardan biri. O sabit tutamakların en sağlamıysa: Beyleri paşaları değil avamı, mağdur ve mazlumları, emekçileri milletin esası saymak – burası aynı zamanda, sol popülizmle buluşma noktası.

Kardam, Suphi’nin 1919’daki bir makalesinde, Türkiye’nin istikbali için federalist çözümü benimsediğini gösteriyor. Dönemin muazzam tarihsel ilerleme iyimserliği içinde kendiliğinden-‘doğal’ asimilasyonu bekleyen bir federalizm: “Millî ve medenî yükselişimizle birlikte ana dilleri Türkçe olmayan unsurların varlığı Türk birliği karşısında hissedilmez hale gelecektir.”

1918’deki bir konuşmasında, onu geçmişinde “şovenist” olmakla itham edenlere karşılık verirken şunu söylemiş: “Avrupalıların, Avrupa kapitalinin zulmü altında ‘şovenist’ olmayan bir Türk de bulamazsınız.” Buradan, anti-emperyalizmin, şovenizmi dahi mazur gösterebilmesine açılan geniş bir patika var. Bir başka mazuriyet, Ermeni “faciası” konusunda ortaya çıkıyor. Bu “facia,” Suphi’ye göre olanca fecaatiyle, emperyalist güçlerin ve diğer burjuvazilerle birlikte “zalim Ermeni burjuvazisi”nin hesabına yazılıyor. Mağdur ve mazlum kitlelerin, onları böylesi “facialara” kışkırtan burjuva-şovenist örgütlerden çekip çıkarılması gerektiği, -belki günümüzün “siyasî doğruculuğu” ile kıyas edilebilir-, bir sterilizasyon formülü olarak zikrediliyor. “Emperyalizm ve burjuvazi yaptı” diyerek “faciayı” arkasında bırakıp geçmek, zamanın devrim coşkusu, devrim infilâkı içinde daha anlaşılabilir bir hal ve tavır. Ama sonrasında buradan da bir “görevsizlik kararı” patikasının açıldığını biliyoruz.

Suphi’nin, bu patikaları tek başına açan yol işçisi olduğunu kimse söyleyemez. Zamanın ruhu, zeminin meyli idi bu. Suphi, daha yolun başında katledilmiş bir usta idi. Ömrü olsa, büyük ihtimalle, komünizm/sosyalizm ile milliyet meselesi arasındaki girift ilişkinin sorunları hakkında yeni şeyler düşünecek, söyleyecekti.

***

Mustafa Suphi’nin Bolşevik devrimine katkısının, Rusya’nın Türk ve Müslüman halklarının millî uyanışını toplumsal devrimle ve sosyalizmle irtibatlamak olduğunu söyledik. Gerek Soğuk Savaş literatürü, gerek ulusalcı-Avrasyacı hamaset, on yıllarca bu “davanın” yegâne bayraktarı olarak Sultan Galiyef’i meşhur etmişti. Emel Akal’ın çalışmalarından,[4] bu cehtte asıl Mollanur Vahidov’un anılması gerektiğini öğreniyoruz. Tekrarla, Mustafa Suphi’nin de fikrî ve siyasî emeğini unutmadan.

***

Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bir Mustafa Suphi Küçesi (Sokağı) bulunuyordu. “Milli-azadlıq və demokratik hərəkatı”nın önderlerinden olması hasebiyle verilmişti adı şehrin merkezindeki bir sokağa. Taha Akyol 2010’da Bakü gezisinde “bizim Turancı-komünist” ve “romantik komünist” diye anarak bahsetmiş onun adını taşıyan küçeden.[5] 1990’lar başının anti-komünist sarhoşluk halinden epey sonra, 2013 Aralık’ında, Suphi’nin adı küçeden kaldırıldı. Yerine Nabat Aşurbeyova’nın adı verildi. Bundan dokuz buçuk yıl sonra, 2020 Haziran’ında bir eski MHP yöneticisi, Cazim Gürbüz, bu ad değişikliğine karşı çıkan bir açıklama yaptı. Ona göre, sokağı adı verilen “bayan”ın, petrol zengini bir aileden gelmekten ve “cami yaptırmak”tan başka hiçbir vasfı yoktu. Gürbüz, “Mustafa Suphi’ye ihanet” demiş bu karara – onun “milli-azadlıq və demokratik hərəkatı”ndaki tarihsel önderliğinin hakkını vererek.[6]

Mustafa Suphi Giresun doğumludur – yerlisi değil, memur çocuğu. Ömrünün yaklaşık on yılını İstanbul’da geçirmiş. Öldüğü, katledildiği yer, Trabzon açıkları. Gün olur devran döner, belki bir yerlerde bir “küçe”ye adı konur.


[1] Yaşar Semiz – Ömer Akdağ: Yenibahçeli Şükrü Bey’in Anıları. Çizgi Kitabevi, 2011, s. 202-216.

[2] Mustafa Suphi – Karanlıktan Aydınlığa, İletişim 2020.

[3] https://iletisim.com.tr/kisi/emel-akal/7885

[4] Emel Akal: Müslüman Komünistler (İletişim, 2020), ayrıca https://birikimdergisi.com/guncel/10291/sovyet-muslumanlari-ve-turklerinin-tarihi-daha-yeni-yaziliyor

[5] https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/azerilerin-gonlundeki-iki-kahraman-1278180

[6] https://cnthaber.com/tkp-lideri-mustafa-suphinin-adinin-silinmesine-hangi-mhpli-karsi-cikti/