Oğulluktan Sessizce Çekilmek
Aksu Bora

Gaye Boralıoğlu, dünyaya tutunmaya çalışan boktan bir herifin, Hilmi Aydın’ın hikâyesini anlattığı Dünyadan Aşağı[1] romanının kendisi açısından bir intikam olduğunu söylemişti bir yerde (Gaye Boralıoğlu-Dünyadan Aşağı) “Dünyadan Aşağı bugün şikâyet ettiğimiz pek çok şeyin müsebbibi olan zihinden aldığım intikamdır.” Bu zihin tabii ki bir adamda cisimleşecekti, babasıyla derdi bitmeyen bir adamda. Babayla dert zaten bitmez, bugüne has bir şey değil. Ama derdin nasıl yaşandığı, nasıl ifade edildiği ve aslında tam olarak ne olduğu, değişir.

Hilmi’ninki, titiz, çalışkan, mükemmeliyetçi, geçimlerini sağlamaya çalışırken ev ahalisinin halini pek görmeyen, oğlundan beklentisi yüksek… bir adam. Çok tanıdık gelmiş olabilir. Hilmi ne babasının istediği oğul olabilmiş ne de ona başkaldırabilmiş, işte ufak tefek isyanlar, huysuzluklar falan. Anca o kadar. Babasının lokantasını “sönümlendirmesi” belki esas isyanıdır; ekmek kapısı olduğu için sürdürüp zaman içinde, yavaş yavaş batırdığı baba mirası.

Erdoğan Özmen’in geçen haftaki yazısında bahsettiği türden bir hasretten çok (Erdoğan Özmen-Baba İhtiyacı), dinmeyen bir hınca benziyor Hilmi’ninki. İsyan edebilmiş olsaydı, on beşindeyken evden kaçabilmiş olsaydı, farklı olurdu belki. Ama Hilmi bu. Korkak, tembel, rahatına düşkün… Sokakta geçirilecek bir gece mi, evlerden ırak!

Susan Faludi, 1999’da yayımlanan kitabı Stiffed’de Amerika’daki “erkeklik krizi” üzerine düşünür. Feminizmin etkisi bir yana, babalardan yenen kazığın da bu krizde büyük etkisi vardır Faludi’ye göre. Tutulmamış vaadler, yerine getirilmemiş sözler. İkinci Dünya Savaşından zaferle dönüp Amerika’yı “büyük” yapmış bir erkek kuşağının oğulları, Vietnam’da perişan olup bir de üstüne işsiz kalınca, kendilerini aldatılmış hissetmişler. Büyüklük dedikleri de ferah evler, büyük arabalar, sulanacak çimler, büyüyen şirketler… Bildiğiniz Don Draper illüzyonu. Bu kuşağın ne menem bir şey olduğunu başka bir açıdan, çocukları açısından anlatan bir kitap var;[2] şiddetin sadece sahipsiz sokak çocuklarının başına gelmediğini, bu mükemmel adamların o evleri pırıl pırıl tutan kadınlarla birlikte çocukların da canına okuduklarını öğreniyoruz. Bir o kadar önemlisi, çocukların canına okumanın meşrulaştırılma biçimlerinin nasıl değiştiğini de. Don Draper’lerin takıntılı, mükemmeliyetçi ve kuralcı tarzında hikâye, çocuğun hizaya sokulmasının ancak sert bir disiplinle mümkün olabileceği şeklinde kuruluyor. “Ona gerçek bir erkek olmayı öğretmek için karanlık bodruma kitledim” tarzı. Korkutulmuş ve aşağılanmış bu oğlanların büyüdüklerinde nasıl adamlar, nasıl babalar olduklarını da anlatıyor. Onlar babaları gibi değil, kendi tarzlarında okuyor çocukların canına. Narsistik tarzın saplantılı olandan aşağı kalmadığını gördüğümüz bir takım örnek olaylar…

Hegemonik erkekliğin içinde yaşanılan ilişkilerin bir ürünü olduğunu biliyoruz; krizler, savaşlar… Bir yandan da, her bir erkeğin babasıyla derdini bu ilişkilere dahil etmeyi hatırlamamız şart. Yani, neoliberalizm falan gibi kocaman şeylerin “çalışması”, daha küçük şeylere bağlı. Tamam Jeff Bezos yahut Don Draper ama Selim Aydın da.[3]

Basitçe, her kuşağın anne babalık pratiklerinden söz ediyorum. Hani şu “bizimkiler çok disiplinliydi, biz de o sebeple fazla mı şımarttık bunları?” hikâyesinden. Her bir ailenin kendi tarihi, dinamikleri vardır elbette de, bir yanda da böyle bir kuşak bilgisi var: bizimkiler çok disiplinliydi.[4]

Sembolik babalar, popülizm, otoriter liderler hakkında konuşup duruyoruz; Selim Aydın’lar hakkında söyleyecek bir şeyimiz yok mu peki? Toplumların “baba” ihtiyacı içinde olabildiklerine ikna oluyoruz da erkeklerin babalarından kurtulma arzuları bizi neden bu kadar az ilgilendiriyor, bu arzuyu bireysel bir mesele mi sanıyoruz? “Oğulluktan sessizce çekilmeyi bilmek” üzerine düşünmek için şair mi olmak lazım? 


[1] Gaye Boralıoğlu (2018) Dünyadan Aşağı, İletişim Yayınları.

[2] Elisabeth Young Bruehl (2013) Childism: Confronting Prejudice Against Children, Yale University Press. Türkçeye çevirdim, umuyorum ki bu yıl içinde İletişim Yayınları tarafından yayımlanacak.

[3] Türkiye’nin Jeff Bezos’u kim olurdu?

[4] Orta sınıftan iki kadın kuşağının annelik deneyimlerini ve annelikle ilgili düşüncelerini karşılaştırdığım bir tez yazmıştım. Kuşak kavramının bu kadar işe yaradığı başka bir konu var mıdır, bilmiyorum! Aksu Bora (1998) Türk Modernleşme Sürecinde Annelik Kimliğinin Kurulması. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayınlanmamış yüksek lisans tezi.